İşsizlik Kimin Sorunu, Kimin Çözümü?

Mutfak Cadıları – Ekim 2010

Eylül başında ekonominin “büyükleri” ardı ardına basına açıklamalar yaparak müjdeyi verdiler. Örneğin, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, “Türkiye, özel sektörün tüketim ve yatırımına dayalı olarak çarpıcı büyüme performansı sergilemeye devam ediyor” dedi. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner de, ekonominin gidişatından son derece memnun bir şekilde, özel sektörün yatırım harcamalarındaki artışının büyüme üzerinde olumlu bir etki yarattığını vurguladı.

Bu açıklamaların ardından Dünya Bankasından tebrikler gelmeye başladı: Türkiye Direktörü, Ulrich Zachau, Türkiye’nin küresel kredi krizinin etkilerinden iyi bir şekilde kurtulduğunu, mevcut durum sürerse işsizliğin de azalacağını söyledi.

Resmi rakamlara göre, yılın ilk altı ayında ekonomi yüzde 8,5 büyümüş. Tek sorun kalmış: İşsizlik!

Büyümedeki artış, Gayrı Safi Yurtiçi Hâsıla’daki artış demek. Kısaca, piyasada bir fiyat karşılığı alınıp satılabilen her şeyin toplam değerinin bir önceki döneme kıyasla yüzde olarak artış miktarı.  Peki, bu artış nasıl sağlanıyor? Üretimle. Ama sadece üretimle değil, hatta büyük ölçüde üretimle değil.

Bankaların, finans kurumlarının işlemleri de Gayrı Safi Yurtiçi Hâsılanın önemli bir kısmını oluşturuyor. “Büyüdük” demek yetmiyor! Yapılan yatırımlar, üretime mi yapılıyor, yoksa paradan para kazanılmaya devam mı ediliyor? Üretime yatırım yapıldığında dahi hâlihazırdaki çalışma temposu, uzun çalışma saatleri ve teknolojik gelişme düzeyi aynı üretim hacmi için gerekli işçi sayısını sürekli düşürüyor. Dolayısıyla üretimin artması daha fazla istihdam yaratmıyor. Bütün bu koşullar zaten patronların en istediği koşullar iken, patron kulüplerinin işsizlik hakkında döktükleri timsah gözyaşları pek inandırıcı olmuyor.

Son dönemde dünyada yaşanan kriz, 1929 yıllarında başlayan ve uzun yıllara yayılan buhran, büyük depresyon dönemine benzetilirken, önemli bir nokta, bilerek gözlerden uzak tutuluyor: 1930-37 arasında ekonomik olarak yükselişe geçilmiş, Amerika’da yüzde 9’luk bir büyüme yaşanmıştı. Diğer yandan, 1943-45 arasında ise, bütçe açığı GSYH’nın yüzde 25’i olduğu halde, büyüme sürmüştü.

İşsizliğe gelince, resmi rakamlara göre 2009 yılı işsizlik oranı, yüzde 14 olarak ilan edildi. İşsizlik, kapitalizmin başlıca illetlerinden biri. Ancak patronların böyle düşündüğünü sanmıyoruz. İşsizlik olmalı ki, patronlar işi olanları düşük ücretle, güvencesiz, esnek, kötü koşullarda çalıştırabilsinler.

İşsizlik olsun ki, çalışabilenler işleri olduğu için bütün koşullara razı olup, kendilerini “şanslı” sayabilsinler. Patronlar da işsizliğe çözüm adına kadınları daha da düşük, daha da esnek, daha da kötü koşullarda çalıştırabilsinler.

Oysa kadınlar için işgücüne katılabilmek bile başlı başına büyük bir sorun. Ev işlerinden çocuk, yaşlı ve hasta bakımına, temizlikten ücretsiz tarım işçiliğine kadar yüklerle sarmalanmış durumdalar. Kreş olanaklarının son derece sınırlı olması ise, kadınların önünde aşılması zor bir engel olarak hâlâ duruyor.

Üretimde eğitim ve teknik bilgi gerektiren, teknolojik değişimi uygulayan sektörlerin giderek ağırlık kazanması ise, teknik eğitim imkânından yoksun bırakılan kadınların önünü baştan kesmiş oluyor.

Krizin yükünü bütün emekçilere ve özellikle hem evde hem işte çalışan kadınlara çıkartarak, kaybedilen üretimi, daha az istihdama daha az ücret ödeyerek yeniden yakalamaya çalışan patronlar, TÜİK rakamlarına göre üretimde gerilemişler.

Sanayi istihdamı, 2008 üçüncü çeyreğine göre yüzde 20, birinci çeyreğine göre yüzde 11 gerilemiş. Gelin görün ki, ücretler de yüzde 11 azalmış!

Kapitalizmin ikinci büyük illeti yüzde 10’luk enflasyonu da eklediğimizde, “büyüme”nin, krizden çıkışın bedelinin emekçilere, özellikle de kadınlara ödetildiğini açık olarak görebiliyoruz.

Yorumlara kapalıdır.