Bu Yarışmanın Galibi Mağlup

Mutfak Cadıları – Ekim 2010

Geçtiğimiz ay Garanti Emeklilik ve Elele dergisi ortaklığında kadınlar için bir kısa öz yaşam hikâyesi yarışması ilan edildiğini duyduk. Yarışmanın başlığı bir hayli dikkat çekici: “Zamane hatunları”! Yarışmanın mantığı çok da yabancı değil. Dünyada son on yılda gündemleşen aile ve iş yaşamını uyumlulaştırma politikaları ile paralel, hem “iş”e hem “ev”e yetişen “süper kadın”lar yaratma tasarısının Türkiye’deki en aktüel göstergesi “zamane hatunları”. Yarışmanın çağrı metnine göz gezdirdiğimizde karşılaştığımız ifadeler şaşırtmıyor ama öfkelendiriyor:“Kariyer, sosyal hayat, arkadaşlar, eş/sevgili ve hatta çocuk(lar). Siz de bir kefede hepsini taşımaya çalışanlardan mısınız? Birçoğumuz gibi belki… Peki, siz hayalinizi nasıl gerçekleştirdiniz, başarıya nasıl ulaştınız? Çalışan kadınların geleceğini destekleyen Garanti Emeklilik ile birlikte, kadınların iş hayatından ilham veren, gülümseten anılarını derlediğimiz bir yarışma düzenliyoruz.

… İş çevresinde geçen gerçek yaşam hikâyeleri bekliyoruz. Kadın olmanızdan dolayı karşılaştığınız engellere ürettiğiniz kadınca çözümleri düşünün. Hayatın içinden ilham verici, iyileştirici, gülümsetici, düşündürücü anıları…

Hikâyenizi yazarken ipuçları:

Çalışma ortamınızda iş arkadaşlarınızla yaşadığınız durumlara çözümcül – ve hatta belki gülümsetici- yaklaşımlar,

Ev hanımı, anne, eş ve çalışan kadın olmanın getirdiği yaşam yoğunluğuna bulduğunuz pratik çözümler,

Tüm dengelerin içinde bir yandan da güzel ve bakımlı kalmaya çalışırken yaşadıklarınız,

Ve iş hayatındaki tempodan dolayı az kalan zamanınızda sevdiklerinizi ihmal etmemek için geliştirdiğiniz yöntemler…

Meslek, yaş, tecrübe sınırı yok! Önemli olan, iş hayatının kimi zaman mutluluk verici, kimi zaman komik, kimi zaman sorgulatıcı yanını gözler önüne seren hikâyeniz!”

Yarışmanın istediği zamane kadını öyle harikulade, kendine sahip, sinirleri alınmış, fiziksel olarak güçlü bir birey ki, iş yerinde güler yüzlü, çözüm üretici, güldüren, motive eden, “güzel ve bakımlı kalmaya çalışan” biri iken,  eve geldiğinde de sevdiklerini ihmal etmeyen iyi bir “ev hanımı” anne ve eş… İster istemez insanın gözünde şöyle bir sahne canlanıyor: İş’i ve ev’i arasında yumuşak hareketlerle akarak dans eden, adeta bir sevgi kelebeği… Hatta şartlar olgunlaşmışsa, mümkünse iş’ini ev’ine taşıyan, ev işlerinden artırdığı vakitlerde kendine iş kuran bir başarı abidesi “Home Office” çalışanı… Yarışmaya gönderilen yazılarda da bu beklenti ile uyumlu satırlara rastlıyoruz:

“…annem, en hasta olduğu zamanlarda bile kendine çeki düzen veren, devamlı pozitif düşünen, kendini umursamayıp başkalarının mutluluğu için çırpınan bir melekti.”
“ev hanımı olduğum kadar başarılı bir iş kadını olabileceğimi de kanıtladım!”

“Çok uzun bir işten ayrılma sürecinin sonunda nihayet istediğine kavuştu, artık home office çalışıyor.”

“Kadın olmak; var olmanın en güzel göstergesi aslında. Karşılıksız sevgisi ile bir anne, taşıdığı omuzu ile bir eş, ağırladığı misafiri ile bir hanımefendi, çalıştığı işyerinde de, yine üzerine düşeni fazlasıyla yapabilen bir iş kadını…”

Bu manzarada bizce ne mücadele var ne de başarı! Söz konusu tablo bize yalnızca bir tek şeyi gösteriyor, o da kendinden beklenilen “zamane hatunu” kalıbına uymaya çalışan parçalanmış hayatlar, bedenler, duygular yani biz: kadınlar… Bu tabloda sosyal politika yok, devletin çocuk bakım sorumluluklarına dair bir talep yok, ev içinde birlikte yaşadığımız erkek ile işleri paylaşmaya dair bir işaret yok… İş yerinde eşdeğer işe eşit ücret sorgulaması yok; neden hep bakımlı ve güzel görünmemiz, şefkatli, pratik, neşeli ve çözüm üretici olmamız gerektiğine dair bir sıkıntı yok.

Biz de kocamızın sevgi ile ütülediği gömlek ile işe gitmek isteyebiliriz. Akşamları işten yorgun argın döndüğümüzde, bizim gibi çalışıp yorgun gelmiş “erkeğimizin” hazırladığı yemek masasına oturup, ardından televizyon izlerken, kocamızın doyurup, yıkayıp bakıp büyüttüğü çocuğumuzla uykudan öne oyunlar oynayıp yatağa geçebiliriz. Hafta sonları, kocamız gelecek haftaya bizi hazırlayacak alışveriş ve temizlik işlerini ayarlarken, biz kadın arkadaşlarımızla balık tutmaya, sahilde yürüyüşe, maç, tiyatro veya konser izlemeye, sinemaya, kahveye kâğıt oynamaya gidebiliriz. Sonra akşam eve döndüğümüzde kocamıza dolu dolu geçen günümüzü anlatırken, o bütün gün koşuşturmaca ile tamamladığı işler yüzünden keyifli bir yorgunluk içinde başını omzumuza yaslayıp tatlı tatlı bizi dinleyebilir… Üstüne üstlük bütün bunları yaparken kocamız şefkatli, pratik ve problem çözücülüğü ile barışık ve çok ama çok mutlu olamaz mı? İşte o zaman biz, şu an erkeklerin hiç sorgulanmadan kabul edildiği gibi, iş’i ile aile yaşamını mükemmel derecede uyumlulaştırmış kadınlar oluruz. Sahi sizin de aklınızı kurcalamıyor mu? Neden sadece kadınlar uyumlulaşmak zorunda?

Son söz olarak; bu yarışma bir bilinç yıkamadır. Kadınları yüzyıllardır sorumlu oldukları işleri daha mükemmel yapmaya sevk eden, kişiliksizleştiren, bireyliklerini unutturan bir reklam faaliyetidir. Gelin, devlete, sermayeye ve erkeklere sorumluluklarını hatırlatalım. Ev işini, çocuk bakımını erkekler bizle paylaşsınlar; devletten ve sermayeden anneler ve babalar için ayrı ebeveyn izni, çocuk bakımı, kreş talep edelim. O zaman hayat, hem kadınlar hem erkekler için daha sahici mutluluk ve başarı hikâyeleri ile dolu olacaktır.

Yorumlara kapalıdır.