Ocak 2007 ile Temmuz 2011 arasında ABD’de istihdamın durumunu inceleyen işgücü istatistik bürosu, 2010 yılından itibaren bir toparlanma olduğuna işaret ediyor. Kadınlar için Politika Araştırma Enstitüsü (Institute of Women’s Policy Research) mevcut toparlanmanın cinsiyetini incelemiş ve bizim için de ilginç olabilecek bazı sonuçlar çıkartmış. Bu yazıda ABD işgücü piyasasında cinsiyet temelindeki ayrımcılığın 2008 krizi ile birlikte nasıl şekillendiğini inceleyecek ve Türkiye’de kadın istihdamına yönelik taleplerimizi yeniden gözden geçireceğiz.
Hatırlayacağınız üzere ABD’de 2008 krizinin etkisi ilk elden işten çıkartmalar oldu. Erkeklerin yoğun olarak çalıştığı inşaat, imalat, ulaşım gibi sektörler krizden en fazla etkilenen sektörler oldu. Böylece kadınlara oranla daha fazla sayıda erkek işini kaybetti. Krizin ilk dalga etkisi sona erdikten ve 2010 ile birlikte yeniden işe alımlar başladıktan sonra kadınların kaybettikleri işlerine, erkekler kadar hızlı geri dönemediği görülüyor. Kriz nedeniyle işsiz kalan erkeklerin yüzde 30’u yeniden işe girerken, kadınların sadece yüzde 10’u iş bulabilmiş. Bu durum erkeklerin yoğun olarak çalıştığı sektörlerin krizden sonra daha süratli toparlandığı anlamına gelebilir. Ancak Kadınlar için Politika Araştırma Enstitüsü’nün yaptığı bir diğer çalışma, az sayıda dahi olsa inşaat, imalat, ulaşım gibi erkeklerin yoğun çalıştığı sektörlerde çalışan kadınların, 2008 krizi ile birlikte bu sektörlerden büyük oranda dışlandığını gösteriyor. Bir başka deyişle, ABD işgücü piyasasındaki cinsiyet temelindeki yatay ayrımcılık kriz ile birlikte tırmanmış görünüyor. Kadınlara yönelik ayrımcılık güçlendiği halde, istatistikler ve tablolar tam tersini savunmak için kullanılmış ve ABD’de 2008 krizi en çok erkekleri etkilemiş gibi gösterilmiş. Bu söylemin de etkisi ile hali hazırda kriz ile birlikte sanayiden daha da fazla dışlanan kadınlar, toparlanma döneminde yeniden işe alınmıyor ve erkekler daha fazla tercih ediliyor. Böylece işgücü piyasasındaki cinsiyet temelindeki ayrımcılık iki farklı alandan güçlenmiş oluyor.
Türkiye’de 2008 krizinden en fazla etkilenen sektörün tekstil sektörü olduğu ortada. Mayıs 2008 ile Ocak 2009 arasında, bir yıldan kısa bir süre içerisinde tekstil sektöründe kapanan işyeri oranı yüzde 21 civarında. Bu oranın gerçekte çok daha yüksek olduğu tekstil sektörü içerisindeki kayıt dışı firmalar düşünüldüğünde, kolayca tahmin edilebilir. Türkiye’de kadınlar tekstil ve hazır giyim sektörleri dışında sanayide hemen hemen hiç istihdam edilmedikleri için, sanayideki kadın istihdamının neden süratle azalmakta olduğunu anlayabiliyoruz. İkinci olarak Türkiye’de bir sektörel dönüşümün yaşanmakta olduğunu, ulaştırma, silah, mobilya, petrol ve yan ürünleri, elektrikli makine ve aletler, optik cihazlar ve diğer sermaye yoğun sektörlerin devlet teşviki ve yatırımlar ile güçlendirildiğini daha önceki yazılarımızda ele aldık.
2005 tarihli Avrupa Birliği komisyon raporuna göre Türkiye, kadın istihdamı açısından OECD ülkeleri içerisindeki sıralamada en düşük konumda. Hükümetin yüzde 60 kadın istihdamını hedefleyen Avrupa Birliği standartları karşısında ter döktüğü aşikâr. Kayıt dışı çalışma koşullarını yasallaştırarak, ev eksenli çalışmayı “kendi işinin sahibi kadın” statüsünde göstererek, hükümetin rakamlar düzeyinde tabloyu kısmen iyileştirmesi mümkün. Öte yandan gerek feministler olarak hükümet ve sendikalar üzerinde bir basınç yaratarak, gerekse kadınlar olarak ücretli emeğimize sahip çıkarak, haklarımızı savunarak, kadın istihdamına yönelik daha olumlu adımlar atılmasını sağlamak da mümkün. Güncel veriler ışığında daha önceki sayılarda değindiğimiz taleplerimizi yeniden gözden geçirirsek konuya ilişkin ciddi bir adım atılmadığını kolayca görebiliriz.
– Tekstil sektöründe işlerini kaybeden yaklaşık 200 bin kadın işçinin (kayıt dışı çalışanlar hariç) sosyal haklarından mahrum bırakılmamaları konusunda devletin bir politikası var mı?
– Devlet teşviklerinden yararlanan sermaye yoğun sektörlerde işe alımlarda teşviğin önkoşulu olarak kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık yapılması neden gündeme alınmıyor?
– İŞKUR’un eğitim politikalarındaki cinsiyetçiliğe karşı halen birşey yapılmış değil. Kadınlar kuaförlük eğitimi alırken, erkeklere teknik beceriler öğretiliyor.
– Erkeklerin yoğun olarak tercih edildiği sektörlerde kadınların işe alınmasına yönelik kota vb. hiçbir uygulama, bırakın yasallaşmayı, tartışılmıyor bile.
– Çocuk, hasta, sakat ve yaşlı bakımına yönelik devlet politikası halen bakım emeğinin kadınlar tarafından verilmesine yönelik.
– Kreş açılmasına yönelik halen somut bir adım atılmış değil.
– İsyerinde taciz ve kadına yönelik erkek şiddetine yönelik hiçbir adım atılmıyor.
– Sendikalar kadın üyelerine yönelik gerek emek, gerekse kadına yönelik şiddet konularında ciddi anlamda bir eğitim vermiyor.
– Sendika yöneticilerinin büyük bir bölümü sadece erkeklerden oluşuyor ve kota uygulaması gündeme taşınmıyor.
ABD ve Türkiye örneklerini bir arada ele alınca görülüyor ki iki ülkede sermaye birikiminin ulaştığı farklı evrelere bağlı olarak kadınların yoğunlukla çalıştığı sektörlerde değişimler olmasına karşın değişmeyen ya da ortak olan şey iş gücü piyasasındaki cinsiyet temelindeki ayrımcılığın krizle birlikte derinleşmesi.
Kadın istihdamının arttırılması konusunda biz feministler de istekliyiz. Ancak kadınlar olarak, ücretli/ ücretsiz emek kıskacına mahkum olup, ağır fiziksel ve psikolojik baskı altında köle gibi çalıştırılmayı kabul etmiyoruz. Evdeki patrona, bir de işyerindeki patronun eklenmesi bizim için özgürlük değil, eşitlik değil: Çifte kölelik.