Kadınlar İçin İş İlanları: Kadınlara İş Vermiyor “Lütfediyoruz”

cyber_woman_iiBir zamanlar böyük devlet bakanlarımızdan Mehmet Şimşek “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek görünüyor” demişti. Hele bir de bu kadınların işgücüne katıldığını bir düşünsenize erkeklerimiz işsiz kalır alimallah! Bu laflar bir zamanlar yine bir devlet böyüğümüzün “Halk plajları doldurdu vatandaş denize giremiyor” lafını hatırlatırcasına buram buram ayrımcılık kokmaktadır, hem de en kötü esanslısından, cinsiyetçilik kokulu ayrımcılık.Hem ne haddine değil mi kadınların iş aramak! “Arıyoruz da noluyor?!” dedirtircesine bu laflardan hemen koşarak uzaklaşarak bir araştırmaya göz atıyoruz. Efendim kanıt aradığımızdan değil, zira bazı şeyler somut kanıt gerektirmeyecek kadar ortadadır ama bir hatırlatmakta fayda var. Bu araştırmaya göre yeni işsizlerin önemli bir kısmı (yüzde 60’ı) kadın, bu rakamlar üniversite bitirmiş kadınları da kapsıyor.

Beni ise en çok güldüren sanki bu işgücü piyasasında bırakın girdiğimizde, girme safhasında bile eşit şartlarda yarışıyormuşuz gibi bir izlenimin olması. Evet çok azimli bir erkek ve kadın aynı yere başvuruyorlar ve hadi bileğine kuvvet kim daha şanslıysa, diye bir şey yok. Tabii ki de bilekleri bizlerden daha kuvvetli olduğu için değil, anneleri onları daha iyi yetiştirdiği için, daha sıkı kahvaltı yaptıkları için, iyi aile çocukları olduğu için falan da değil. Ya da klasik liberal varsayım gibi biz kadınlar işleri beğenmediğimizden de değil, zira kadınların hangi işi beğenip hangisini beğenmemesi gerektiği de çok sağolsun patriyarkal sistemimiz tarafından belirlenmiş durumda. Tercih edilen evde oturup hiç çalışmamanızdır, evde yaptığınız çalışma ise çalışma olarak görülmez, yaşlı, çocuk bakımı, temizlik, yemek falan bunlar zaten sizin varoluşunuzun (kimileri buna fıtrat der!) bir gereği sıradan bir durum olarak algılanır. Hatta çoğu zaman bunaldığınızı söylemeye bile hakkınız yoktur, pis erkek sırıtışlarıyla, sen de iş mi yapıyorsun, çamaşırı, bulaşığı makine yıkıyor, yerleri makine süpürüyor, çocuk da yuvarlanıp büyüyor, gibi mizah düzeyi epey düşük, patriyarkal seviyesi yüksek, kötü esprilerle karşı karşıya kalırsınız.

Ancak ola ki o evden dışarı çıkıp o olağan mekan zaman sıkışmışlığını kırmak istediğinizde, mesela dışarıdaki iş hayatına falan atılmak istediğinizde bilinç altı “kadın kısmısı” gibi kodlarla örülmüş sözleri daha bir sıklıkla duymaya başlarsınız. Mühendis mi olacaksın, çok iyi bir seçim değil ama madem oldun şantiyede çalışmazsın en iyisi büroda çizim yap ya da boş ver sen mühendisliği “bağğğyana” en çok yakışan öğretmenliktir öğretmenlik, hem 3 ay yaz tatilin var, hem de çocuğunu büyütmeye vakit ayırırsın! gibi sözleri etrafınızdan, dayınızdan, teyzenizden, annenizin arkadaşından falan çoğu kez duymuşsunuzdur. İlla “aile bütçesine” katkı mı yapmak istiyorsunuz, evde patik ör, sat, yeter ki patriyarkaya halel gelmesin. Bir de aile dışında ayakta kalmak istiyorsan, evlenmek istemiyorsan, ailenle de yaşamak istemiyorsan, çocuk doğurmak mı hayır diyorsan, bu sefer de kendi ayakları üzerinde durmak bir sürü spekülasyonla (sizin kız hala evlenmedi mi, napıyor ki tek başına o şehirde, sevgilisi var mı gibi bilmiş komşu soruları da cabası) engellenmeye çalışılırken, ensende her zaman bir ataerkil soluk hissetmen kaçınılmaz.  O yüzden ne diyelim, evli-bekar, çocuklu-çocuksuz, iş arayan-iş bulan bütün kadınlar birleşin! Zalim işgücü piyasası seni bekliyor, e tabi girebilirsen ya da girip de barınabilirsen!

Üniversiteyi bitirdiniz, ardından yüksek lisansa başladınız ve sanıyorsunuz ki tüm işlerin kapısı artık size açık. Artık “özgür” olabilirsiniz, telefonun başında baba-anne para yollar mısın sorusunun yarattığı o baskı da olmayacaktır, senin okul da oku oku bitmiyor alim mi olacaksın diyen feleğin çemberinden geçmiş etraf soruları da, oh ne rahat deyip, oturursunuz bir kenara, düşünmeye başlarsınız. Hayalleriniz vardır, dünya için küçük olabilir ama sizin için büyük hayallerdir onlar. Evde kapiçuno yapabilmek kadar değerli hayallerdir. Öncelikle küçük bir ev tuttuğunuzu hayal edersiniz, öğrenci evi olmayacaktır o, küçük bir koltuk almayı düşünürsünüz köşeye, yıllardır “teorik kitap okumaktan roman okuyamıyorum ya” serzenişinizi gidermek için yanı başında bir yerden aydınlatma olan küçük bir köşe koltuğu. İşten yorgun geldiğinizde oraya oturacaksınızdır, o romanları bitirip, müzik dinleyeceksinizdir. Çoluk-çocuk evlilik gibi şeyler aklınızın ucundan bile geçmez, zira aileden kurtulmaya daha yeni yeni başlayacaksınızdır. Zaten kendinize bakmak en büyük problemdir, planlarınız arasında da arkadaşlarınızla ara sıra dışarda vakit geçirebilmek, yaşayabilmek falan vardır. Ama bunun için öncelikle iş bulmak şarttır! Evet üniversitede okurken yaptığınız kafede garsonluktur, görüşme deşifreleridir, anket yapmaktır, bunlar da kesmez artık sizi. Esnek, sigortasız işler yapmak istemiyorsunuzdur. Her neyse bildiğiniz bir kaç iş arama sitesine girip bir cv oluşturursunuz. Üniversitenizi, yüksek lisans yaptığınız yeri, bildiğiniz dilleri, referanslarınızı (zira bunlar hala üniversitedeki hocalarınız ya da zorlukla iş bulmuş iş yerinde canı çıkan yakın bir arkadaşınızdır, yoktur öyle kodaman beyaz yakalı tanıdıklarınız falan), yaşınızı, adresinizi falan heyecanla yazarsınız, sıra o kilit, sırasıyla gidilirken atlanan o soruya gelir, iş deneyimi! E tabi yoktur öyle iş deneyiminiz falan, yaşım kaç ki dersiniz, ne ara 3-5 yıl deneyimim olacak, üniversitede yaptığım vasıfsız işleri de deneyimden saymazlar ki dersiniz ve o kısma küçücük ama sanki tüm cv’yi kaplar gibi görünen bir “yok” yazarsınız. Sonra cv’deki özelliklerinize göre ama deneyim arayan aramayan her işe başvurmaya başlarsınız. İnsan kaynakları asistanı, sosyal danışman, sosyal sorumluluk projesi yürütücüsü gibi (çoğunun adı da İngilizce ve artistik bir şekilde uzun uzun yazılmıştır, arada sözlüğe bakarsınız ki iş dünyası İngilizcesi cidden tuhaftır, gereksiz cafcaflıdır) işlere başvurursunuz. Çoğu işin absürt tanımları vardır, okuduğunuz bölümle hiç alakası yoktur, ama beni ilgilendirmez vardır bir hikmeti deyip başvuruları yaparsınız.

Ardından yaklaşık 1 ay bekledikten sonra -ki bu süre içinde fena halde depresyona girilmiş, ne kadar yabancı dizi varsa izlenmiş, eş akraba dost telkinleri dinlenmiş, evdeki kuruyemiş stokları tükenmiş, para harcamamak için evden çıkılmamış, tek derdiniz “neskafe bitmiş ya” olmuş ve başta kurulan hayallere de yeniler eklenmiştir- ilk arama gelir, naif bir ses tonuyla size “hanım” diye seslenilerek ve şirketin adı söylenerek başvurunuz hatırlatılır ve size görüşme günü ve saati verilir. Artık sevinçten havalara uçulmuştur, şapırdak gibi herkese telefonlar edilir, kutlama davetleri yapılır, anneniz falan içime doğmuştu der ve bu normal karşılanır. İş görüşmesinden bir gün önce en şık bulduğunuz (ama şık olmadığına dair içinizden bir sesin sürekli bağırdığı) kıyafetinizi ütüleyip hazırlayıp, saati 7’ye kurup 10’daki iş görüşmeniz için hazırlanırsınız. İş görüşmesine gittiğinizde danışmaya isminizi verip, o malum şirketin bekleme salonunda sıranızı beklersiniz. Herkes acayip güler yüzlüdür, çalışanlar birbiriyle şakalaşır, beyaz yakalı esprileri yapar, o dosya senin bu dosya benim konuşur, postmodern şirket havasıyla herkes birbirine sen diye hitap eder falan. Sonra görüşmeye girersiniz, karşınızdaki insan kaynakları müdürüdür, önünde cv’niz vardır, sizi buyur eder ve bir takım absürt sorular sormaya başlar. Neden bu şirket, şirketimizi nereden duydunuz gibi soruların yanı sıra pek de zekice olmayan kriz yönetimi sorularıyla devam eder. İş yaptığımız diğer şirket bir sorunu sizle paylaştığında bunu kendiniz mi halletmeye çalışırsınız yoksa ekibinize mi yönlendirirsiniz gibisinden, ekip ruhu taşıyıp taşımadığınızı ve sorumluluk sahibi olabilme yeteneğinizi ölçmeye çalışan “dahice” hazırlanmış sorular! Sorular gitgide rekabet yeteneğinizi ölçmeye çalışan sorular haline gelmeye başlar, arkadaşınızın yaptığı bir yanlışı görürseniz ona mı söylersiniz yoksa yöneticinize mi gibi hinlik, haset dolu bir hal alır! Siz de hayat görüşünüzle ne kadar çelişen saçmalık varsa sıralamaya, tam bir beyaz yakalı adayı olduğunuzu göstermeye çalışan yalanları söylemeye başlarsınız, zira önceden kimi beyaz yakalı arkadaşınızdan taktikler almışsınızdır, nasıl olmadığınız gibi görüneceğinize dair! Hadi yine bunlar herhangi bir günümüz şirketindeki görüşmede herkesin karşılaştığı sorular da, sıra başka sorulara gelir, size kadın olduğunuzu hatırlatan sorular. Cv’ye tekrar bakılır, deneyimsiz olduğunuz hatırlatılır (o şart zaten), sonra yeni mezun olduğunuz hatırlatılır ve kilit soru, bekarsınız ya ailenizle mi yaşıyorsunuzdur! Siz tereddütle hayır dersiniz, karşınızdaki adam sizi süzmeye başlar ve ardından tekrar sorar, peki aileniz nerede yaşıyor! Dersiniz başka şehirde falan filan, bu sefer de zor olmuyor mu tek başına diye yapıştırır karşınızdaki. Siz “yok ben üniversitede de öyleydi” derken sözünüzü bitirmeden “seyahat engeliniz yoktur umarım” diye Batman filmindeki Joker gibi bir sırıtışla size bakar. Yok dersiniz ama iyice sesiniz kısılmıştır artık. Görüşmeyi bitirirken siz eklemek istersiniz “Ben aynı zamanda da yüksek lisans yapıyorum, arada erken çıkmam mümkün olur mu”, karşınızdaki de yine o joker sırıtışıyla “hallederiz” der. Aradan bir hafta sonra iş teklifi gelir, haftada 6 gün esnek çalışma saatleri ve cücük kadar maaşa razı olmanız beklenir. Çalışırken de sıklıkla etrafınızdan tek mi yaşıyorsun, annenler gelmiyor mu, korkmuyor musun, sevgilin var mı (varsa kesin geliyordur bunun evine) nasıl izin veriyor sizinkiler gibi uğultulu korku filmi atmosferli sorularla karşılaşırsınız. Bu işyerinde acayip yorgunlukla geçen bir müddet çalışılıp istifa edilir, zira dayanılması mümkün olmadığı düşünülür. Başka işyerine başvurulur, bir süre işsiz gezdikten sonra tekrar görüşmeye gidilir, benzer sorular tekrar karşınıza gelir, evlilik düşünmüyor musunuz denir, evlenirseniz çalışmaya devam edecek misiniz denir, güzelsiniz denir, açık giyinmek yasak denir, anne ve baba mutlaka sorulur zira anası babası var mı ki bu buralarda dolanıyor bir şey demiyorlar mı buna gibi hayattan soğutacak ne kadar soru varsa muhatap olunur. Düşük ücretli ve esnek olması bir yana sana verilen bu dandik işler bile bir lütuf gibi sunulmaya başlanır. Bu arada sizin başta kurduğunuz dünya için küçük ama sizin için büyük olduğunu düşündüğünüz hayaller patriyarkal dünyaya çoktan fazla gelmiştir bile, e tabi “kadın kısmısı” haddinden fazlasını istememeli, sınırlarını bilmelidir!

Aman yukarıda anlatılanlardan durumun dramatik falan olduğu anlaşılmasın. E madem dışarısı çok kötü evde çalışalım anlamı da çıkmasın, zira evin dışarıdan daha iyi olmadığını tarih boyunca patriyarkal sömürünün önemli bir kısmının evlerle ilişkili olduğunu biliyoruz. Hem evi hem dışarıyı dönüştürmek ise her yerde varolmaktan geçiyor, bize en çok evleri, aile olmayı yakıştırıyorlar (ah bize ne yakıştığını bir de bize sorsalar) ve dışarıyı da birer ev ve aile haline getirmeye çalışıyorlar. Tüm bunlara rağmen kadınlar olarak bizler iş aramaya devam edeceğiz. Bizler hem evde hem de dışarıda (zira artık ikisinin arasındaki sınırların silikleştiği zamanlardayız) esnek, güvencesiz, cinsiyet rollerine uygun işler yapmayı reddediyoruz. Patriyarka kendini kocaman evler ve kocaman aileler olarak yeniden üretiyor olabilir, bizler de hayatın her alanında kendimizi yeniden üretmeye, patriyarkal sömürüye karşı çıkmaya devam edeceğiz. Yine çalıştığım esnek, güvencesiz, cinsiyetçilik dolu işyerlerinden birinde üst düzey bir yöneticinin yanıma gelip, yüzünde baştan aşağı samimiyet yoksunu bir tavırla ve mutlu görünmek için kasıldıkça kasılan haliyle, nasıl memnun musun işinden, bir sorunun var mı söyle, illa işle ilgili olmayabilir, biz burada bir aile gibiyiz demesi geldi aklıma, o bunları söylerken içimden tam da şöyle geçirmiştim: “Evet tam da aile gibisiniz, sanki içinde hiç sömürü, taciz, şiddet yokmuş gibi mutluluk tablosu çizmeye çalışan, kol kırılır yen içinde kalırcı ve iki yüzlü.”/Pınar

Yorumlara kapalıdır.