“Birleşik Krallık kapsamında yapılan son araştırma gösteriyor ki, acil durumlarda 100 pound gibi bir paraya erişim imkânı olmayan kadınlar, diğerlerine oranla yaklaşık 3 misli daha fazla erkek şiddetine mazur kalıyor”
Sylvia Walby, Avrupa Birliği’nde kadına yönelik şiddet konferansı, Mart 2014
Bugün Türkiye’de, kadınların ezici bir çoğunluğu ev dışında ücretli bir işte çalışma imkânından yoksun. Ücretli bir işte çalışanlarımız ise, kendisine erkeklerden bağımsız bir hayat kuracak çalışma koşullarından yoksun. Bu yazı ile, kadınların ücretli istihdam olanaklarından dışlanıyor olmasının, erkek şiddetine karşı verdiğimiz mücadeleyi nasıl belirlediğini incelemeye çalıştık. Yazı kapsamında kullandığımız veriler, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2008 yılında yaptığı Kadına Yönelik Aile içi Şiddet araştırmasına dayanıyor.
Yaptığımız kısa değerlendirme sonucunda gördük ki:
1) Evlilik, erkek şiddetine uygun bir zemin sunuyor.
2) Kadınların ücretli istihdam edilme oranı bu denli düşük iken, duygusal bağımlılığı bir kenara koyalım, maddi olarak bir erkeğe bağımlı olmamak bile çok güç.
3) Hal böyleyken, biz kadınlar erkek şiddetine karşı aile ve evlilik ilişkisi içerisinde mücadele vermeye çalışıyoruz. Örneğin, geçici olarak evi terk ederek tepkimizi göstersek bile sevdiğimiz adama sürekli bir şans daha veriyor, ve bir daha yapmayacağına inanmayı tercih ediyoruz.
4) Ancak, bıçak kemiğe dayandığında uğradığımız şiddeti püskürtmek için meşru müdafaa hakkımızı kullanıyoruz.
Nikâhta şiddet var
Türkiye İstatistik Kurumu’nun araştırmasına göre, resmi veya dini nikâhına bakılmaksızın ‘eş’ olarak beyan edilen kişiden, hayatı boyunca en az bir defa fiziksel şiddet gören kadınların yaklaşık yüzde 90’ı, halen bu erkek ile evli ve aynı evde yaşıyor. Geri kalan kadınların sadece yüzde 8’i bekâr. Diğerleri ise ya boşanmış, ya da kocası ölmüş (yüzde 2). Bu veriler ışığında, kadına yönelik erkek şiddeti için evlilik en uygun ortamı sağlıyor diyebiliriz.
Erkek şiddetine maruz kaldığımızda
Paylaşmakta zorlanıyoruz. Erkek şiddetine maruz kalan kadınların yaklaşık yarısı, eşinin, sevgilisinin kendisine fiziksel ya da cinsel şiddet uyguladığını kimseye anlatamıyor.
Durumu bilen yakın çevremizden de yardım alamıyoruz. Yine, yapılan araştırma gösteriyor ki, kadının şiddet gördüğünü bilen yakın çevreden kişilerin yüzde 55’i yardım etmeye hiç yeltenmiyor. Kadının kendi ailesi bile ancak yüzde 20 oranında ‘müdahil’ olmaya çalışıyor. Yani 10 aileden 8’i, kızlarının kocası tarafından dövülmesine karşı sessiz kalıyor.
Resmi kurum ve sivil toplum kuruluşlarına başvuramıyoruz. Şiddet gören kadınların neredeyse tamamı hiçbir yere başvurmuyor (yüzde 92). Peki neden? Bu araştırmanın sonuçları gösteriyor ki, hiçbir yere başvurmama nedenlerimizin başında, ortada çok ciddi bir sorun görmeyişimiz geliyor (yüzde 64).
Bir kez terk ettikten sonra geri dönme nedenlerimizin başında ise çocuklar geliyor (yüzde 51). Belki çocuklara ‘iyi’ bir gelecek sağlayamama endişesi, belki de çocukları babalarından ayırma kaygısı ağır basıyor, ve canımızı tehlikeye atmaya devam ediyoruz. İkinci olarak, şiddet uygulayan erkek, ya tehdit ederek geri dönmemizi istiyor, ya da sevdiğini, değişeceğini söylüyor, biz de affediyoruz.
Şiddet gördüğümüz o eve geri dönme nedenlerimizden üçüncüsü ise, ailelerin araya girmesi ve ‘ikna etmesi’. Ailelerin, kızını kocanın şiddetine karşı savunma oranı yüzde 20 gibi çok düşük bir seviyedeyken, ‘ikna etmek’ çok açık ki bir tür zor kullanmaya işaret ediyor.
Peki ya hiç terk etmeyenlerimiz? Evi terk etmeyişimizin başında, ortada çok ciddi bir sorun görmeyişimiz geliyor (yüzde 60). Sonra çocuklar, ardından erkeğin sevdiğine ve değişeceğine dair verdiği sözler. Ortada ciddi bir sorun yok mu sahiden? Bir defa yaptı, ama bir daha yapmaz mı? Kendimizi inandırmak istesek dahi sonuç tam tersi. Bir tokat ile bitmiyor. Bunun için, yaşamı boyunca birlikte olduğu erkekten şiddet gören kadınların söylediklerine bakmamız yeterli. Aşağıdaki tablo, erkek şiddetinin kimi biçimlerinin sıklığını gösteriyor. Buna göre, erkeklerin yaklaşık yüzde 80’i aynı şiddet biçimini bir kaç kez, ya da daha da sık tekrarlama eğiliminde.
Kaynak: Kadına yönelik aile içi şiddet istatistikleri, 2008, Türkiye İstatistik Kurumu
Ev dışında ücretli çalışma
Erkek şiddeti ile evlilik arasındaki güçlü ilişkiyi vurgulamak ne yazık ki yetmiyor. Ücretli bir işte çalışmıyor olmak kocaya bağımlılığı güçlendiriyor. Tek başına yaşayabilecek kadar gelir elde edebilmek, bugün pek çoğumuz için bir hayal. Tüm bunları şimdilik bir kenara koysak bile, az da olsa bir ücreti, geliri olan kadınların sayısı o kadar az ki.
Türkiye’de kadının ücretli istihdamı dediğimizde, tarım dışı işlerde çalışan kadınlara odaklanmamız gerekiyor. Çünkü, tarımda çalışan kadınların neredeyse tamamı, ücretsiz aile işçisi olarak, boğaz tokluğuna çalışıyor (2012 yılında yüzde 96). Şu durumda, 2012 yılı itibariyle, ücretli bir işte çalışan kadınların sayısı sadece 4 buçuk milyon. Bu rakam, 15 ile 65 yaş arası, çalışabilecek durumda olan toplam kadın nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sinin ücretli bir iş imkânına erişebildiğini gösteriyor. Özetleyecek olursak, 2012 yılında her 10 kadından sadece 2’si iyi kötü bir işte, az da olsa bir ücret karşılığı çalışıyor.
Hâl böyleyken, şiddet gördüğünde kaç kadın çekip gidebilir? Bu koşullar altında, ölüm tehlikesi kapıya dayanmadan evi terk etmek pek olası görünmüyor. Geri dönme ihtimalini bir kenara bırakacak olsak bile, şiddet gören kadınlar içerisinde evi en az bir kez terk edenlerin oranı yüzde 10 bile değil.
Erkek şiddetine karşı meşru-müdafaa
2008 yılında erkeğin fiziksel şiddetine karşı kendisini korumak için fiziksel şiddete başvuran kadınların oranı yaklaşık yüzde 30. Bu oran ağır şiddet koşullarında ortalama yüzde 37’ye çıkıyor (kentte yüzde 35, kırsalda yüzde 43). Ancak, bu kadınlara ertesinde ne yaşadığı sorulduğunda, yüzde 42’si erkek şiddetinin arttığını söylerken, yaklaşık yüzde 45’i erkeğin şiddetinin ya azaldığını, ya da tamamen durduğunu söylüyor. Bir kısmı ise hiç etkisi olmadığını söylemiş (yüzde 11). Demek ki, erkek şiddetine karşı direnmenin bir parçası olarak meşru müdafaaya başvurduğumuzda yarı yarıya şansımız var.
Özetlersek
Oldukça karanlık bir tablo çizdiğimizin farkındayız. Öte yandan, Türkiye İstatistik Kurumu’nun söz konusu araştırmasının yapıldığı günden bu yana 6 yıl geçti. Bu süre boyunca, feministler olarak erkek şiddetine karşı sözümüzü, farklı ve etkili biçimlerde defalarca dile getirdik. Böylelikle, bir dereceye kadar uyarılarımız ve taleplerimiz, sadece devletin değil, kadınların da ilgilisini çekti dersek herhalde çok iddialı konuşmuş olmayız. İnanıyoruz ki, erkek şiddetine karşı verilen mücadele yaygınlaştı. Kadınlar özel alanda erkek şiddetine karşı direnmeye, sıkıştırıldıkları aile dışında bir hayat kurmaya devam ediyorlar. Bu yüzden, bu araştırma günümüz koşullarında tekrarlandığında sonuçların daha olumlu olacağından eminiz.
Ancak, Türkiye’de hem kadınların ücretli istihdama erişim noksanlığının, hem de çoğu zaman, ücretli istihdamın kadınlara erkeklerden bağımsız bir hayat kurma olanağı sağlamayışının, erkek şiddetine karşı verdiğimiz mücadeleyi ne denli sınırladığını da görmek durumundayız. Cehennemi andıran bu koşullar altında biz kadınların, ya ‘yokmuş’ gibi davranarak yaşamaya çalışması, ve erkeğin defalarca verdiği söze defalarca inanması, ya da cehennemin içerisinde hayatta kalmak için direnmesi de bu yüzden. Tüm bu bilgiler ışığında, kadına yönelik erkek şiddetine karşı düzenleyeceğimiz her kampanyanın, kadınlar için nasıl bir istihdam sorusuna dair yapılacak bir tartışmayı da içermek zorunda olduğunu söyleyebiliriz.
* Evdeki Terör, Mor Çatı tarafından yayınlanan bir kitap.
**İstanbul Feminist Kolektifi, kadına yönelik erkek şiddetini yeniden gündeme alarak önümüzdeki aylarda bir kez daha kampanya düzenleme kararı aldı. Umarız bu yazı kapsamında yaptığımız değerlendirmenin kampanyaya bir katkısı olur.