Bildiğiniz gibi son on yıldır doğurganlık hızı erken kapitalistleşen ülkelerdeki gibi genel olarak düşme eğiliminde. Ancak bu düşme eğilimi bizde hassas bir denge üzerinde ilerliyor. Örneğin, geçtiğimiz yıl bu düşüş sona erdi ve 2012 yılı, 15-44 yaş grubunda her bin kadın başına düşen doğum sayısında (doğum hızı) 1,2’lik bir artış ile kapandı. Artışın gerçekleştiği bölgeler İstanbul, Doğu Marmara, Ege ve Akdeniz. Burada bizim için önemli olan, artışın oranından çok düşme eğiliminde olan doğurganlık hızının artmış olması.
Yaklaşık son beş yıldır, devlet, bu hassas dengeyi kendi lehine çevirmek ve kadınlar olarak bizlerin doğurganlığı ve bakım emeği üzerinde tahakküm kurabilmek için üç koldan taaruza girişti. Bunlardan ilki Erdoğan’ın sözcülüğünde, kadınlardan üç, hatta yeri geldiğinde beş çocuk talep etmek. Bu ısrar bitmek tükenmek bilmedi. İkincisi, her daim olduğu gibi, söz konusu olan kadın hakları olduğunda ortaya balon vaatler salmak. Devletin hizmetine iyiden iyiye girmiş olan basın, bu balonları gerçekleşmiş gibi yazdı çizdi. Çocuk doğurana yardım ve devlet desteği geldiğine inandırıldık. Kadınların emeği ve bedeni üzerinde tahakküm kurmanın son yolu ise kürtaj karşıtı propaganda oldu. Kadınlar direndi ve somut olarak yasada hiçbir şeyi değiştiremediler. Ancak dindi, günâhtı, cinayetti, sağlık için riskliydi falandı filandı derken yaptıkları anti-propaganda etkili oldu.
Kaynak: TÜİK, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü
Kadınların doğurganlığı üzerinde tahâkküm kurmaya çalışan ilk devlet bizimki değil. Nazi Almanyasından tutun da, Sovyetlere kadar geniş bir yelpazeye dayanıyor devletlerin bu çocuk sevgisi. Nüfus artışı konusundaki ortak payda, sadece Erdoğan’ı değil, Mustafa Kemal’i de kapsayacak kadar geniş. Kocaların tahakkümü de, sömürüsü de malum. Ama, nedir devletlerin bu çocuk sevgisi? Bedenimiz ve emeğimiz üzerinden verilen tüm bu kavganın nedeni nedir?
Genç nüfus oranının yaşlılarınkinden yüksek olmasının ekonomik açısından önemine dair yazan çizenlerden ilki, burjuvazinin kurumlarından biri olan Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı oldu. 2007 yılında yayınladıkları bir raporda aslına demografik fırsat penceresi dedikleri durumu izah ettiler. Ardından demografik fırsat penceresini açık tutmak için ilk defa bir kalkınma planı içerisinde alınması gereken önlemlere yer verildi. Dokuzuncu kalkınma planından hemen sonra Erdoğan konuşmaya başladı ve bir daha da susmadı.
Nedir demografik fırsat penceresi? Basitçe, 15 ile 64 yaş arasında çalışabilir yaştaki nüfusun oranının, 15’ten küçük ve 64’den yaşlı, yani çalışamaz yaştaki nüfusun oranından yüksek olması. Neden bu genç nüfusun daha fazla olması isteniyor? Herşeyden önce çalışabilir yaştaki insan sayısı ne kadar yüksek olursa, iş arayan insan sayısı da o denli yüksek olacaktır. Bir işe 10 kişi yerine 250 kişinin başvurması işçiler arasındaki rekâbeti arttırır. Bu rekâbet sadece verilecek ücretin düşürülmesini değil, aynı zamanda hali hazırda çalışanlar için de daha uzun saatler çalışmayı, adaletsizliğe daha kolay boyun eğmeyi getirir. “Senin yaptığın işi yapmak için kapıda bekleyen on kişi var” demez mi her zaman yöneticiler, patronlar?
Ayrıca devlet, bizim daha çok çocuk doğurmamızı kendisi için de ister. Genç nüfus oranının yaşlılardan fazla olması, devlete vergi ödeyen ya da ödeyebilecek olan kesimin daha fazla olması demektir. Emekli olan yaşlılar vergi ödeyemez, tam aksine sağlık harcamaları yoluyla devlet bütçesine ‘yük’ olurlar. Devlet bu yolla gelecekteki gelirini de garantiye almış olur. Devletin bütçesinin büyük kısmını biz kadınların ya da işçilerin hayrına harcamadığını biliyoruz. Bu bütçe, yol, su, elektrik gibi yatırımlarla, düşük faizli kredilerle dolaylı olarak; ya da ihalelerle doğrudan burjuvaziye aktarılır. İnşaat, savaş makinaları, ilaç ve daha pek çok ihale ile. Bazen de bütçeden ayrılan pay ile biber gazı ithal edilir ve 1 Mayıs alanına gelen kadınlara ve işçilere boca edilir.
Ama tüm bunları Erdoğan çok daha iyi açıklıyor zaten, neden çocuk istediğini gayet net söylüyor ve sürekli çocuklar ile emek ve sermaye arasındaki bağın altını çiziyor:
“Bir tane çocuk iflas, iki çocuk iflas, üç çocuk ancak yerinde saymak. Gelecekte yaşlı nüfus demek. Bizim genç ve dinamik nüfusa ihtiyacımız var. Dinamik ve genç nüfus buradan geçiyor. Ekonomide başarının tek sırrı vardır… Bunun sırrı insandır. İnsan var emek var. İnsan varsa sermaye var…” (TRThaber, 2013)
”Onun için ben iş işten geçmeden, en azından kendi adımıza mevcut durumumuzu koruyabilmemiz için her ailede en az 3 çocuk olması gerektiğini ifade ettim… Bilimsel rakamlara göre 2 olması bile gerileme demek. Bu, durumu asla korumaz. Ve 2030 yılından sonra, bırakın 2050’yi, yaşlı bir nüfusa sahip Türkiye oluruz. 3 olursa bu Türkiye’nin mevcut durumunu koruyacak, avantajlı durumumuzu muhafaza edecektir” (Ntvmsnbc, 2009)
“Öyleyse genç nesil olduğumuz için şu anda biz kârdayız. Ama bakın şu anda yavaş yavaş yaşlanıyoruz. Zira bizim artış hızımızın ikinin üzerinde, üçlere ulaşması lazım. Bunu başarmamız gerekiyor. Şu anda Batı sıkıntı içinde, bundan dolayı. Ama biz Türkiye’yi bu sıkıntının içine sokmak istemiyoruz. Ben annelerin şahsında, özellikle ülkeme sesleniyorum: Bu hassasiyetimizi lütfen hafife almayalım, hafife almayın” (Vatan, 2013)
Birileri bu çocukların sırtından para kazanmadan önce, biz kadınların önce bedenini sonra da emeğini kontrol etmeleri gerekiyor. Biz doğuracağız ki, bu çocuklar iş arasın, bulunca da köle gibi sabahtan akşama kadar çalışsın, vergisini ödesin, asker olarak savaşa gitsin, öldürsün, ölsün (artık o vakte istikâmet İran mı olur, Rusya mı bilinmez). Ama herşeyden önce, biz kadınlar doğuracağız. Doğurmakla iş bitse keşke. Esas iş ondan sonra başlayacak. İlk 6 ay neredeyse 7 gün 24 saatlik bir nöbet başında geçecek ömrümüz. Ne babası bakacak, ne de devletin kreşi. Biraz büyüdüğünde de durum değişmeyecek.
Balon vaatlere kanmayalım. Ortada ne kreş var, ne babalık izni, ne çocuk başına yardım. Söylenen çok şey var, ama bunlardan kaçı hayata geçti? 2007 ve 2008 yıllarında ardarda iki şatafatlı ulusal eylem plan yayınlandı. Hatta üçüncüsü de 2013 yılında açıklandı. İlki, kadına yönelik erkek şiddetini durdurmak için, ikincisi toplumsal cinsiyet eşitliği için. Onlar habire ulusal eylem planı yayınlaya dursun, vaatlerin ötesinde neyin ne kadar yapıldığına bakalım:
- Sadece kamu sektöründe çalışan kadınların doğum izni isteğe bağlı olarak 12 aydan 24 aya çıkartıldı.
- Yine kamu sektörü çalışanları için babalık izni üç günden on güne çıkartıldı. Ayrıca babalık izni hala zorunlu değil, tercihe bağlı.
- Kamu sektöründeki erkeklere de 24 ay ücretsiz çocuk bakım izni hakkı tanındı, elbette ki isteğe bağlı.
- Kamu sektöründe çalışan kadın memurların süt izni arttırıldı.
- Yaşlı bakımı için hizmet veren devlet kurumlarının sayısı ve kapasitesi üç ek bina ve altı huzurevi ile arttırıldı. Çocuk bakımı için elzem olan kreş sayısı halen arttırılmadı. Konu tamamen özel sektörin girişimci ruhuna havale edildi.
Hepsi bu…
Çocuk, biz kadınların hayatını, ve sadece ve sadece bizim hayatımızı değiştirecek bir karar. Bu yüzden kocaların olduğu kadar, çocuklar üzerinden hesaplar yapan burjuvazinin ve devletin, ne dediği, ne istediği bizi hiç ilgilendirmez. Aslında, çocukları da ilgilendirmez.
Tanımlamalar:
Kaba doğum hızı: Belli bir yıl içinde her 1000 nüfus başına düşen doğum sayısıdır.
Genel doğurganlık hızı: Belli bir yıl içinde 15-44 yaş grubunda her 1000 kadın başına düşen doğum sayısıdır.
Toplam doğurganlık hızı: Bir kadının, doğurgan olduğu dönem boyunca (15-49 yaşları arasında) yaşayacağı ve belirli yaşa özel doğurganlık hızını takip edeceği varsayımı altında doğurabileceği ortalama canlı doğan çocuk sayısıdır.
Annenin ortalama yaşı: Belli bir yıl içinde doğum yapan annelerin yaşlarının ortalamasıdır.
Kaynaklar:
DPT 2007. Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı (2007- 2013) Ankara: Resmi Gazete.
NTVMSNBC 2009. Erdogan: Is isten Gecmeden En az 3 cocuk
TEPAV, T. E. P. A. V. Ö. I. K. E. P. R. F. O. T. 2007. Türkiye’nin Rekabet Gücü için Sanayi Politikası Çerçevesi, Istanbul
TRTHABER 2013. Bir, iki çocuk iflas demektir
TURKSTAT 2013. Doğurganlık Parametreleri (2001- 2012).
VATAN 2013. En az üç çocuk lazım, biri ikisi iflas demek