Hülya Üstün
Önce, “anlatan” kadınların adlarını yazalım… Adile, Ayfer, Ayşe, Feride, Güneş, Hayat, Meral, Pamuk, Seher, Sema, Sezgin, Sükun.
Kitabı okurken, sanki birimizin evinde bir araya gelmiş, ara ara tüylerimiz diken diken, bir ara gözlerimiz dolu, hop kalkıp hop oturarak, daha çok gülerek, anlatıyormuşuz hissine kapıldım sıkça… Anlatılara kapılıp, okumayı unutarak yaşadıklarımı düşünür, “ama bir yandan da böyleydi…” diyerek kendi kendime konuşur oldum. Meral Akbaş, kitabın başında, ‘sözlü tarih’ yöntemini neden, nasıl seçtiğini (çok da iyi yapmış) alıntılar yaparak açıklamış; böylece, bu bölümdeki anlatı da gayet güzel bir biçimde kitabın amacına dahil olabilmiş. Kitap boyunca da bu yöntemden ayrı düşmemek için çok dikkatli davranılmış. Kitap’ta, 12 Eylül öncesi ve sırasını, okuldan bozma bir cezaevi olan ‘iki yıllık’ı, bir “hoş geldin işkencesi” alanı olan Mamak cezaevi girişindeki ‘kafes’i, ‘tabutluk’u, Mamak cezaevinin 12 Eylül öncesi ve sonrasını, A ve C blok kadınlar koğuşunda yaşananları ve dışarıda karşılaşılan dünyayı anlatmakta kadınlar.
Kadınların kendi sözlerine, kendi anlatılarına ulaşmak…
“Bu çalışma, Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde askeri cezaevi deneyimi yaşamış kadınların, kadın koğuşlarında bir arada yaşama tecrübelerinin, farklı yaşama/dayanma taktikleri geliştirerek ayakta kalmaya uğraşma pratiklerinin, direnme ve tahayyül yüklü stratejileri(nin)… protesto enerjileri(nin)… bireysel ve kolektif fantezi ve yaşamı yeniden sahiplenmeye yönelik yaratıcı girişimleri(nin) anlaşılması ve görünür kılınması girişimidir.” diyor Meral Akbaş.
Cezaevi, kadınlar tarafından metanetle karşılanmıştı; onlar, yapmaları gerekeni yapmışlardı… Cezaevine girmek de mücadelenin bir parçasıydı Mamaklı kadınlar için. “Günlük yaşantıda erkeklerden daha çok şiddet gören kadınlara, cezaevindeki şiddetin ‘vız geldiği”ni söylüyordu Sema. Kadınların cezaevinde yaşadıklarına dair anlatıların azlığı ve kadını yok sayan söylemin, “devrimci” yazında da egemen kılınmasına, bu mütevazı yaklaşım imkân vermişti belki, böylece…
Mamaklı kadınlar, çeşitli ortam ve durumlarda, çok nadiren dillendirdikleri (Mamaklı diğer yüzlerce kadın gibi) anlatılarını dışarıya “anlatmaya” başlamış oldular bu kitapla… Meral Akbaş’tan devamla…“Kadınlar, cezaevi mekânını ‘yaşama alanı’ olarak tarifediler; cezaevinde yaratılan bu ‘başka’ dünyayı farklı kelimelerle, farklı anıları hatırlayarak ama sürekli dile getirdiler.” Ve Mamaklı kadınların anlatıları, cezaevi kadın deneyimini görünür kılıvermişti…
Mamak artık dayanışmanın mekânıdır…
Kitaptan alırsak, “Kadınlar için cezaevindeki kadın koğuşları, koğuşta yapılan eylemlerin, idareye karşı tutumun ve oluşturulan taleplerin kadınlar tarafından ortak olarak tartışılması ve belirlenmesinin, bir başka ifadeyle bağımsız siyaset yapmanın imkânını buldukları mekânlar oldu. Bu ilişki biçiminin dayanışmaya çevrilebilmesi için aradaki sınırların ama en önce örgütsel sınırların bulanıklaşmasını sağlayacak bazı deneyimlerin koğuşta yaşanması” gerekmişti.
Kadınlar, bir yandan bağımsız siyaset yapma imkânını yaratırken, bir yandan da aralarındaki her tür farklılıkları (yaş, bilgi, deneyim, geçmiş…) aşmanın yollarını bulmuşlardı Mamak’ta. O günlerde ancak gülerek ayakta kalabildiklerini söylüyor, işkenceleri gülerek alt etme yöntemini geliştiren ve uygulayan Mamaklı kadınlar. Akbaş’ın dediği gibi, kadınlar, kapatıldıkları mekânda gülerek, “hayır” diyerek, zorlukları ve zorunlulukları eğip bükerek, hayal etmekten vazgeçmeyerek, yaratarak, keşfederek, paylaşarak başka bir mekân kurmuşlardı.
Şiddete beraberce nasıl karşı koyduklarını farklı bir dille anlattılar…
Mamaklı kadınların, kendi işkencelerini anlatmak yerine -genellikle pek rastla nılmayan-, dayanışmayı sağlayan ve dayanışmaya “yarayan, yaratılan” baskı ve işkenceleri anlatmayı tercih ettiklerini görüyor; bu bölümleri, “Yaşasın Kadın Dayanışması!” aklımızda olarak okuyoruz…
Kadınlar, “Başka kelimeler, başka başlangıçlar ve bitirişler, başka bir dille Türkiye’ye dair farklı bir tarihi” görünürleştirmişlerdi. Onların anlattığı, “cesur” ve “korkusuz” kadınların hikâyesi değildi… Mamaklı kadınlar, sadece hatıralarını anlatmıyorlardı; Türkiye solunun geçmişine dair anlattıklarıyla hali hazırdaki sınırlı bilgimize yeni sesler, başka kelimeler, pek bilinmeyen görüntüler de ekliyorlardı. Sükun’un dediği gibi, “Kadınlar direnmişti ve birden her şey tersine dönmüştü!” Not olsun: Kitabın sonlarına doğru, “Sadece sol hareketin değil, feminist kadınların da ilgisiz kaldığı bu tarih…” denmekte ve bir miktar haksızlık yapılmış olunmakta. 12 Eylül öncesinden gelen kadınların birçoğu, 12 Eylül’ü, içerde ya da dışarıda çeşitli şekillerde yaşadılar. Ve bu kadınlar daha sonra feminizmle tanıştılar. Bir araya gelişlerinde konuştular yaşadıklarını, bazen de bir yerlerde anlattılar… Ama bu tanışmadan sonra kendi sözlerini, kendi dilleriyle söyler; kendi mücadele yöntemlerini geliştirir; kendi eylemlerini yaratır oldular… O zamandan beri de kendi tarihlerini yazmaya başlamışlardı zaten.
Mamak kitabı / Meral Akbaş
Ayizi Yayınları