elif can
konuya hızlı gireyim. nasıl oldu bilmiyorum. kendime geldiğimde her yer toz içerisinde. ama öyle bildiğimiz tek tabaka, uysal tozlardan değil. en az beş yıl alınmamış! tam karşıda mutfak desem değil, çöplük desem hiç değil bir yer… bunlar bulaşık olamaz. burası benim evim olamaz. bir saniye, ben neredeyim? şöyle bir bakınayım, nerede olduğumu anlayayım diye kımıldamak istiyorum ama üzerime, artık nereden geliyorsa bunlar, bir dünya kirli çamaşır devriliyor. çamaşır deryasından güç bela sıyrılıp çıkacakken tam karşıdaki yıkanmış fakat katlanmamış, katlansa bile ütülenmemiş, ütülense bile yerine yerleştirilmemiş temiz çamaşır dağıyla göz göze geliyorum. ışıldayan beyazlar bana göz mü kırpıyor öyle? renkliler “katla bizi” diye bir türkü tutturmuş halay mı çekiyor? çamaşırlar benimle iletişim mi kuruyor?
şaşkınlıkla arkama baka baka yürürken kendini yoktan var eden bir sebze meyve yığınına takılıp bu kez de belli ki 2 bin yıldır temizlenmemiş, lanetli buzdolaplarının olduğu bir yere savruluyorum. “ulunenem sen bana akıl ver. buraya ne olmuş?” demeye kalmadan ak sakallı bir adam beliriveriyor önümde. üstelikte bu tarumar mekandaki belki de tek temiz, düzenli noktada. pes…
hiç kendini tanıtmadan, neden buradayız açıklama zahmetine girmeden sıralıyor adam. ” akşama kadar bütün çamaşırları yıkayacaksın. yıkanmışları ütüleyecek ve katlayacaksın. yerine yerleştireceksin ammaaaa yerleştirmeden önce dolapların, rafların ve diğer tüm tozlu alanların tozunu alacaksın. sebzeleri, meyveleri bir güzel ayıklayıp temizleyeceksin. sebzelerden şahane yemekler; meyvelerden turtalar, tatlılar falan yapacaksın. bulaşıkları yıkadıktan sonra mutlaka kurulayıp kaldıracaksın ki su lekesi olmasın. yerleri ve camları ve hatta duvarları çitileyip ovacaksın. kapıları da. ve yardım almayı aklına bile getirme. bu kadar da değil. bu esnada mutlaka en az üç çocuk bakacaksın. ayrıca fın tın feyn karta bugüne özel 8 taksit, cart curt kartla yapacağın alışverişin 8 milyonda bir oranında bonus!”
vay be, yuppii valla! bu sözlerin bendeki karşılığı şu: lemurlar, yalnızca madagaskar’da yaşayan bir maymun familyasıdır. halka kuyruklu lemur hem ağaçta hem yerde yaşar. diğerleri hep ağaçlarda yaşar. maymunların yerde ne işi var canım. ben maymun olsam bir kere bile yere basmam, ağaçtan ağaca gezerim hep. evet!
ama yok. “dikkatini elindeki işe vereceksin. öyle lemurları falan düşünmeyeceksin”le kendime ge-le-mi-yo-rum! sorularım var. bu ak sakallının bitirmesini beklersem belli ki sıra asla bana gelmeyecek. nereden, kimden miras aldığımı belki de hiç öğrenemeyeceğim bu işlerse nakış gibi kaderime işlenecek, alnıma yazılacak. olmaz, olamaz!
“merhaba öncelikle. bir kaç küçük sorum olacak. pürüz çıkarmak istemem. belki de isterim. elbette birileri işleri yapacak. fakat şunu çok merak ettim mesela: hani yemek yaparken ocağın sac kıvrımlarının arasına yağ, kir doluyor ya. onları da bıçakla falan kazıyayım mı mesela? ya da karoların arası kullanılmaktan kara kara, pis pis oluyor ya. oralara yoğunlaştırılmış çamaşır suyu dökeyim mi? çamaşırları dere kenarında döveyim, suyunu çıkarayım mı? sonracığıma, şey yapayım mı mesela? dünyanın bütün gümüşlerini toplayıp parlatayım mı? hı? burada gümüş göremiyorum. yapayım mı bunları da? ve uzundur aklıma takılan bir şey: neredeyse tüm mahalle muhtarları erkek. tesadüf mü?”
kabakları oymazsam, sebzeleri soymazsam büyü mü bozulacak? durum tam olarak nedir? kimin ki bunca çamaşır? ben giysilerimi düzenli olarak yıkayıp katlayan bir insanım. ütü yapmaktan nefret ettiğimden ütü gerektiren giysi giymem bile ayol. mutfağınız leş leş! siz mi yaptınız bilmiyorum, siz yaptınız demiyorum ama burada fosilleşmiş tabaklar var. bulaşık yıkama ilminin sınırlarını zorlayan bardaklar var. çöp ortalama bir asırdır çıkarılmamış. üstelik sizin “yaptırılacaklar” listenizde yok bile çöpü çıkarmak. ne desem bilemedim. listenin üzerinde düşünülmemiş diyorum ben. böyle olmaz. üç çocuk, beş çocuk… yok ya? şakanın da bir sınırı var. güldük eğlendik, hadi tamam, gelişmemiş bir espri anlayışınız olabilir. ama üç çocuk, beş çocuk… kedi yavrusu mu bunlar? nasıl bakayım? o kadar kedi yavrusuna da pes. bravo, bravo valla. siz sakalınızı uzatırken yediğiniz yemeğin kabını bana yıkatın, giysinizi bana yıkatın, kokmuş dolaplarınızı bana dayatın. pardon da o esnada siz ne yapacaksınız?
benim çook önceden verilmiş bir sözüm var. belli ki duymamışsınız ama bugün kadınlar “kusura bakma patron, bugün alanlardayız” diyor. bugün kadınlar “gelemem şekerim, gece yürüyüşüne gideceğim” diyor. bugün hayata küsmüş toz bezleri derin bir nefes alıyor. kadınlar çıkıyorlar evden dizi dizi. siz kalkmış bana ay çamaşır vay bulaşık, rüyalarımda ev işi yaptırmaya çalışıyorsunuz.”
“rüyalarım” kısmı biraz düşündürücüydü tabii. yine de ak sakallının ardından emekleyerek gelen en az üç çocuğa çıkışmadan edemedim. “siz de bir zahmet kendinizi babanıza baktırın ama aaa! yok öyle yağma. en fazla slogan öğretirim. hadi bakalım bir, iki, üç . erkekler eve çocuk bakmaya, erkekler eve yemek yapmaya. lemurları da canım ne vakit isterse o vakit, o kadar düşünürüm. mahalle kreşi yok tabii. çocuklar perişan, kadınlar perişan hıh.”
o son “hıh” bir burun kaldırma efekti değil ufukta beliren uçan dairenin verdiği şaşkınlığın istemsiz tepkisiydi. nasıl olur? yoksa? derin bir nefes alıp devam ettim.
“hayret bir şey.gözümü açıyorum tozun toprağın içindeyim, nerede olduğumu bile anlayamadım daha, adam patates diyor turta diyor. bak baak! siz yapın da yiyelim bir turta. yapabilir misiniz ki? – uçan daire yaklaşıyor – turtaymış. mesul müdür kim burada? resmen mobbing var! – burası benim işyerim mi ki? daire de ha indi ha inecek – ne münasebet her bir şeyi ben yapacağım? hayır bu rahatlığınızı da hiç anlayamadım, bir anda beliriverdiniz. – mor! uçan daire mor!- bütün pankartlar boyandı, bütün dövizler yazıldı. duyurular atıldı, çağrılar yapıldı. – az kaldı, iniyor – gökyüzünde uçan daireler belirdi, siz hala ev işlerinden bahsediyorsunuz?”
“uçan daire mi?”
“evet, baksanıza. hem de mor!”
“dikkat dikkat! lütfen elinizdeki ev işlerini yavaşça yere bırakın. dünyalı kadınlara çağrımızdır. çok şahane gece yürüyüşleri düzenlendi. kendinizi bu coşkudan mahrum etmeyin. dünyalı kadınlara çağrımızdır. ev işlerini bırakın dünya dursun. mars’a gelirsiniz. orada ev işi yok. sakallı beyefendi lütfen hanımefendiden en az on adım uzaklaşın. kendisinin gece yürüyüşüne yetişmesi için acilen uyanması lazım.”
“ay çok teşekkür ederim marslı dostlar. uyanmadan bir şey sorsam?”
“lütfen, tabii.”
“ev işlerini marslılar yapsın diye şarkı söyledik biz burda, kırıldınız mı?”
“yok kırılmadık. çok beğendik.”
“oh oh. e var mı sevdiğiniz bir sloganımız? bol bol atalım yürüyüşte”
“gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop. inadına isyan, inadına isyan, inadına özgürlük! onu çok seviyoruz, ondan atın.”
“ben de pek severim. ak sakallı konusunda çok sağolun, varlığınız bile iyi geldi. var mı ben uyanmadan söylemek istediğiniz bir şey?”
“yaşasın feminist mücadelemiz!”
“o tamam zaten canım.”
” eh… yürüyüşe uyanın o zaman”
“tamam. marsa çok selam.”
Lal lal laaaaa 8 maaaaaart!