münevver’ciğim
göç çocuklarının öyküleri yeterince yazılmadı diye düşünmekteyim. çeşitli nedenlerle gurbete düşmüş, arada derede kalan çocukların öyküleri… epeyce roman ve hikayeye fon oluştursak da göçün içimizde yarattıkları hâlâ bir köşede araştırmayı beklemekte. bir gün sosyolog olursam ben yapayım diyorum bu işi. öykülerinin mağduru, öykülerinin kahramanı çocukları yazayım diyorum.
evimiz kalabalık. feodal, mutlu bir aileyiz. iki sofra kurulur her öğün; birisinde evin erkekleri, diğerinde kadınlar ve çocuklar yemek yer. erkeklerin sofrasına çoğunlukla o gün pişmiş yemekler konur. önceki günden yemek kalmışsa bizim soframızda olur daha çok. bereket versin, sofrası zengin bir aileyiz. karnımız ve gözümüz hep tok. çocuk mokundan belli olur derler, ben istediğim sofrayı seçerim genellikle. böyle bir özgürlük alanı yaratmışım kendime…
bizim oralarda kız çocuklarının henüz okullu olmadığı yılların birinde, bir eylül sabahı annem ve ailenin diğer kadınlarıyla dağa ot biçmeye giderken, tam da yolu yarılamıştık ki aşağıdan ağabeyimin annemi çağıran sesini duyduk. bekledik merakla ve telaşla. hepimizin sırtında ipimiz, belimizde ot biçecek orağımız var. hasan koşarak yanımıza geldi. babamdan telgraf gelmiş (telgraflı yıllar). cümle şundan ibaret: “kızı okula yazdır.” okul ortaokul. biliyorum babamın telgrafı emirdir. anneme bakıyorum. çaresiz, bana bakıyor, telgrafa bakıyor. sonra “git” diyor. ipimi ve orağımı nasıl attığımı bilmiyorum. deli gibi koşuyorum yokuş aşağı. yüreğim yerinden fırlayacak…
liseli yıllarım. yaz aylarında köye anneme yardım etmeye gidiyorum. abim gurbetten gelmiş. yılda bir kez erkekler gurbetten gelir. bir ay veya 15 gün kalır dönerler. annemle ağabeyimi uğurlamaya gidiyoruz. annemin sırtında ağabeyimin bavulu var. benim de sırtımda ağabeyime göndereceğimiz erzaklar. sıcak bir gün, ağabeyim ceketini çıkartıp annemin sırtındaki bavulun üstüne atıyor. bu sahne beynime kazınıyor.
üniversite sınavına girmişim. yine köydeyim. sonuçları bekliyorum. çay evinin kenarında bütün kadınlar toplanmışız. köyün muhtarı ve bakkalı temel amca bana bir telgraf veriyor. köydeki bütün arkadaşlarım başıma toplanıyor “aç” diye. annem de orada. telgrafa bakıyorum, yine yüreğim yerinden fırlayacak. babam demiş ki “eğer üniversiteyi kazanamazsan köye dönersin annenin yanına.” o yıllarda çekip gitmek diye bir seçenek yok aklımda. telgrafı açıyorum. sadece başlığını okuyorum: istanbul üniversitesi. ağlamaya başlıyorum. annem de benimle birlikte ağlıyor. anneme diyorlar ki “firdevs sevinçten ağlıyor, sana ne oluyor?” diyor ki “siz onun son günlerde nasıl yaşadığını görmediniz, ruh gibi dolaşıyordu evin içinde.”
darbe olmuş. okulların açılma tarihi ertelenmiş. köydeyim yine. bir akrabanın düğününe gideceğim. babamın amcası canım hüseyin babam (ben bütün dedelere baba diyorum. babam almancı. yok), hayatımın erkeği, etek boyumu beğenmiyor. çok kısaymış. birkaç etek değiştiriyorum. yine kısa. başlıyorum ağlamaya. “peki tamam” diyor. ağlayarak zafer elde ediyorum.
okul bitiyor. o yıl coğrafya öğretmeni açığı yok ve ben evdeyim. izmir cumhuriyet mahallesinde ilk kez ailece biraradayız. anne, baba ve üç kardeş. cumhuriyet gazetesi okuyorum. babam “ben bu evde komünist beslemem defol git” diyor. bavulumu hazırlayıp istanbul’a halamın yanına gitmeye karar veriyorum. (hâlâ çekip gitmeyi düşünmüyorum.) annem kapının önüne geçiyor “beni çiğne öyle git” diyor. gidemiyorum…
somut diye bir gazete çıkacak, bir yerlerden reklamını okuyorum. gidip gazeteyi alıyorum. kadın sayfası var gazetenin. ilk feminist okumalarım böyle başlıyor. babam“somut”u anlamıyor; ama anlıyor yine iyi bir şey değil…
evleniyorum. odtü mezunu bir koca buluyorum kendime. evden çekip gitmenin en kestirme yolu diye düşünüyorum herhalde. kocam, sevgili kocam hiçbir şeye burnunu sokmuyor. aman allahım, babamdan sonra bir erkek ve hiçbir şeye karışmıyor. adeta cennet… bir süre geçiyor ve ben anlıyorum ki, benim sevgili kocam özgürlükçü olduğundan değil, tembel ve sorumsuz olduğundan her şeyi bana bırakmış.
illegal yıllar. bir toplantıdan dönüyorum gecenin bir vakti. saat bir filan. kapıyı açıyor hışımla “nerdesin?” diyor. “seni ilgilendirmez” diyorum. “git o zaman bu saate kadar nerdeysen oraya!” “çok yorgunum yarın giderim” diyorum. bir daha sormuyor nerede olduğumu…
illegal yıllar demiştim ya. dostlarımız var ortalıklardan kaybolması gereken. bazen bende kaldıkları oluyor. birkaçı kurtuluşçu. kurtuluşçular yeni öncü dergisini çıkartıyor. Sosyalist feministler de kaktüsü. dergileri alıyorum, okuyorum…
henüz feministim demiyorum. Her şey ağır aksak gidiyor benim hanemde. boşanmak istiyorum, kocam ayağıma dolanıyor. bir çocuk doğurmuşum, o başka bir dert.
sendikacılığa başlıyorum. ilk kez başka gruplarla bir aradayım. bir sürü solcu erkek ve kadın. işte kavga tam da burada başlıyor. henüz bilmiyorum ama hissediyorum, erkeğin solcusu sağcısı olmazı…
kadın komisyonu oluşturmaya çalışıyoruz, bir kaç kadın ve ben (nuran abla seni seviyorum). ilk toplantıyı yapacağız. toplantıyı yönetmeye yönetimden örgütlenme sekreteri geliyor. tabii ki bir erkek. ben “mahmut sen git biz yöneteceğiz” diyorum. mahmut direniyor. o örgütlenme sekreteriymiş efendim, gidemezmiş. yaklaşık 10-15 kadın toplantıyı terk ediyoruz. toplantı yapılamıyor…
yayın kuruluna giriyorum. kadın sayfasını hazırlamaya başlıyorum. eni konu feministim artık. “firdevs mi? ha o feminist” diyorlar “geçin onu. küçük burjuva sapması kadın.” (hâlâ nasıl olduğunu anlamadığım bir sapma içindeyim yani.) bir sayıda bir çağrı yapıyorum kadınlara. diyorum ki, “kendisi de erkek egemen olan sendikamızda siz kadınların yazmasına çizmesine ihtiyacımız var. bizi yalnız bırakmayın.” malatya’dan bir mektup geliyor. sosyalist bir erkek yoldaşımız diyor ki mektubunda “ne işi var bu karının yayın kurulunda?” günay’a “yayınlayalım” diyorum. günay “dengeler var” diyor…
8 mart toplantılarına sendikayı temsilen katılmaya başlıyorum. bir yanda solcu kadınların olduğu sendikam (erkekleri saymıyorum artık), diğer yanda feministler. hayatım çok eğlenceli bir hal alıyor. 8 mart kadın platformuna böyle giriyorum işte ve kalıyorum…
1 no’lu şubede bir 8 mart etkinliği düzenliyoruz. konuşmacıları ben buluyorum. kolaylaştırıcıyım bu arada. toplantı sonunda erkeklere söz vermiyorum. kıyamet kopuyor sonra. kadınlar beni fena haşlıyor aşırı feminist olduğum için. niye bilmiyorum ben aşırı hiç bir şey yapmıyorum ve aşırı oluyorum hep. erkekler sevgilileri ve eşlerine bu kadından uzak durun telkinlerinde bulunuyor bu aşırılıklarım yüzünden. kadınlar erkeklerin olmadığı zamanlarda bana hak veriyorlar hep. sendikadaki bütün adamlar ise bana düşman neredeyse.
8 mart kadın platformunda ilk kez okullu oluyorum. okullu olmayı fetişleştirmiş ben. her şeyi yeniden sorguluyorum. bazı toplantılardan mutsuz, bazılarından uçarak çıkıyorum. anneliği tartıştığımız toplantıdan ise ağlayarak. bazı feminist kadınlar beni çok şaşırtıyor. hâlâ şaşırtmaya devam ediyorlar ve fakat… olsun çok çok mutluyum ben…
ben kötü anneyim bu arada. kocam öyle diyor, ailem öyle diyor, sendikadaki arkadaşlarım öyle diyor, oğlum öyle diyor. onu sendika masalarında büyütmüşüm. babasına hiç bir şey demiyor. “ama anne babam böyle bir adam” diyor. onu anlıyor, çok anlıyor…
yayın kurulu toplantılarından çıktığımız bazı günlerde erkek arkadaşlarım bira içmeye gidiyor. ben de peşlerine takılıyorum. “firdevs, ömer evde değil mi?” diye soruyorlar. öfkeleniyorum. gitmeyeceğim varsa da gidiyorum.
kocayı atma zamanı çoktan geçmiş ama o artık panik atak hastası ve ben onu hastayken terk edemiyorum. kıyamıyorum ona. “ama herkes kendi hayatını yaşıyor bizim evde nasılsa” diyorum. kandırıyorum kendimi…
boşanıyorum. anneme söylemeyin diyorum. zira boşanmayı ilk dillendirdiğimde annem “benim ölümüm senin yüzünden olacak” diyor. sonra duyuyor, hiç laf etmiyor. aradan yıllar geçtikten sonra, babama çok öfkelendiği bir gün “herkes firdevs kadar akıllı mı, işe yaramayan adamı kapının önüne koysun” diyor. anneme bakıyorum boş gözlerle. hiç zafer kazanmış gibi değilim bu kez. her şey çok yavaş değişiyor benim hayatımda ama sanki sağlam değişiyor. televizyonda bir kadın eylemi gördüğünde gözleri beni arıyor artık çevremdekilerin. niye eylemde olmadığımı merak ediyorlar. gülüyorum…
münevver’ciğim
nasıl feminist oldum bilmiyorum. belki yazdıklarımın toplamından belki başka bir nedenden dolayı. belki sen satır aralarından bir şey çıkartırsın. ama bildiğim bir şey var ki, firdevs benim kahramanım…
Bu yazı feminist politika 10.sayıda yayınlandı.