iyi ki feministiz

_mg_6815ayşe düzkan – feminist politika (9. sayı , 2011 kış)

hareket birbirinden farklı çok fazla şeyi ifade edebilen bir kelime. biz insanın, nesnenin devinimi meselesini bir yana bırakıp, toplumsal olana bakalım. sonunu ‘hareket’ diye bitirdiğiniz bir tamlamanın ilk iki kelimesi ‘gerçeküstü sanat’ da olabilir, ‘devrimci sınıf’ da…

feminizm de toplumsal bir hareket. bunu, toplumun aklımıza gelen gelmeyen bütün alanlarını etkilemek anlamında kullanıyorum. hukuk, edebiyat, plastik sanatlar, siyaset, etik, pozitif bilimler hatta giyim modası bile feminizmin ilgi ve etki alanında. feminizmi, başka ‘kadın çalışmaları’ndan ayrıştıran özelliklerden biri bu.

bu türden toplumun tamamını etkileyen çeşitli hareketler var. bunların bazıları devrimci olan ve olmayan, farklı damarlar barındırır ve ama tarihe ve topluma kapsamlı bir etki yapar. örneğin işçi sınıfı hareketi, sadece siyaseti etkilemedi, pek çok sanat akımının da doğumunu sağladı. öte yandan, özünde bir haklar mücadelesi olan lgbtt hareketi de benzer bir etki yaptı.

her hareket, düşünme, örgütlenme, hareket etme biçimlerini kendi ihtiyaçları doğrultusunda oluşturur. feminizm de öyle. bunları hatırlatarak başlamanın önemli olduğunu düşünüyorum.

feminizm, dönüştürülmesi gereken bir gerçekliğe, kadınların erkekler tarafından baskı ve sömürü altında tutulduğu gerçeğine dayanıyor. bunun algılanması, tahlil edilmesi sürecinde bizim hem ‘bilimsel’ verilere hem de öznel gerçekliğe ihtiyacımız var. ki “özel olan politiktir” cümlesinin bir anlamı da, kadınların kişisel ya da kişiye özel sayılan deneyimlerinin politik bir anlamı olması olgusu. (diğeri, özel denen alanda cereyan edenin aslında kamusal alandan belirlenen ve politik müdahaleyle değiştirilebilen olması.) ancak tek başına olduğunda ne öznellik, ne akademik bilgi geçekliğimizi anlamak ve anlatmak için yeterli.

bu, ilk bakışta basit bir kelam gibi görünse de; feministlerin neyi, nasıl yapacağını belirleyen bir düstur, bir anahtar. eğer feminist olarak adlandırılacaksa, heykelden politik gösteriye, akademik makaleden duvar afişine kadar her şey, hem dünya ve kadınlar hakkında bilgi ve veri hem de onunla bağlantılanan kadınların öznel deneyimini içermeli. yani, söz gelimi, tecavüzle ilgili bir politik gösteri yapacaksak, o gösteriyi örgütleyenler tecavüz üzerine bilgilenmeli, bunun da ötesinde kendi öznel deneyimlerini, korkularını paylaşmalı. o gösterideki pankarttan slogana her malzemede bütün bunların bileşimi yansımalı. öznellik, bizim için, uğruna somut bilgiden vazgeçmeyeceğimiz ama onu aracımız haline getiren, bizim için anlamlandıran başat öğe. ve bir nokta daha var: tek tek her militan ya da aktivist, bir kampanyadan, bir eylemden bilinci dönüşmüş olarak çıkmazsa o etkinliği feminist saymakta tereddüte düşmeliyiz.

öznelliğin paylaşılabildiği, buna alan açabilen bir biçim olarak küçük grubun, feminizm için önemli bir örgütlenme aracı olmasının da bir sebebi bu. küçük grupla her şeyi yapmak mümkün olmasa da onu belirleyici kılan bu. geniş kampanyalar vb. de küçük grupların bir bileşkesi olduğu, işe, işleve göre ufalanabildiği ölçüde etkili. sadece yukarıda anlattığım sebeple değil. bizler, tarihin en fazla edilgenleştirilmiş, pasifize edilmiş toplumsal kategorilerinden biriyle halleşiyoruz. her kadının sözüne ihtiyaç duyulan, söz hakkının olduğu ve dolayısıyla kendi sözünü yaratma, sesini duyurma mecburiyetinin olduğu bir yapıda ancak, bu önemli meselemize deva bulabiliriz.

feminizmin, diğer pek çok siyasi hareketten farklı olarak birbirinden bağımsız olmasa da ayrı duran hedefleri var. bunlardan birincisi, uzun bir vadede, devrimci kopuşmalar aracılığıyla gerçekleşecek bir devrimin programının ve tabii kendisinin inşası. evet, program anlamında, mary wallstonecraft’ın “kadınlarla erkekler arasındaki farkın cinsel arzu uyandırmak dışında hiçbir sonucunun olmaması” önerisi neredeyse yeterli bir başlangıç noktası. neredeyse yeterli diyorum çünkü ben de dahil pek çoğumuz, böyle bir sonuca bile ihtiyacımız olmadığını, cinsel arzunun da cinsiyetlendirilmeden yaşanabileceğini düşünüyoruz. ama bu program, bugünkü mücadelemize de yön vereceği için bir solukta halledilmeyecek bir mesele. ancak şunu hatırlatmak isterim: feminizm, temel hedefi -izninizle altını çizerek ısrar ediyorum- ileride gerçekleşecek bir devrim için kitleleri mobilize etmek üzere güç toplamak değil, o yüzden örgütlenme modelleri hiçbir biçimde bu türden hareketlere benzeyemez. burada bir parantez açmak istiyorum. feminizm, zaman zaman kitleselleşse de bir kitle hareketi değil ama geniş kadın kitlelerinin hayatını değiştirdi. feminizm, nüfusun çoğunluğunun eğilimlerini yansıtma anlamında ‘demokratik’ bir hareket de değil. hatta, temsil ettiği kesimin, yani kadınların, ihtiyaçlarını yansıtsa bile, fikirlerini yansıttığını söylemek zor; çünkü erkek egemenliğinin taşıyıcısı olan ideolojik aygıtlar kadınları ihtiyaçlarından farklı bir bilinçle ‘zehirliyor’. ayrıca, erkek egemenliğinin başka tahakküm ilişkilerinden farklı bir boyutu var. kadınların erkeklerle, yani egemenlerle kurdukları sevgi ve aşk ilişkisi de ideolojik olarak güçsüzleşmelerine yol açabiliyor. (bunlar, bizim gibi bilinçleriyle erkek egemenliğinin varlığını fark etmiş olan feminist kadınlar da dahil her kadın için geçerli.) erkeklerin dayağını makul bulan kadınların çoğunlukta olması ihtimali bile yüksek. o yüzden, feminizmin jakoben bir hareket olduğunu söylemek çok yanlış olmaz. bunun en belirgin olduğu alan ise güncel mücadele.

ki bu feminizmin, bir diğer önemli hedefini oluşturuyor. patriyarkanın alanını daraltmak, yani yasaları değiştirmek, kadına yönelik şiddeti geriletmek vb için yürüttüğümüz mücadele bunun bir parçası. yürüyüş, suçluların teşhiri, korsan pankart, basın açıklaması, bildiri, baskın, eylem… ama işimizi bununla sınırlı tutmak mümkün değil. örneğin, eğer edebiyat kadınların gerçek duygularını aktarmazsa (mesela, her cinsel birleşmede orgazm olduklarını iddia ederse), müzik farklı romantik modeller sunmazsa, sinema kadınlara yer vermezse vb… yani örneğin hukukta sağladığımız bir değişikliği kadın ve erkeklerin bilinçlerini değiştirecek şeylerle bütünlemezsek ilerlememiz zor. on yıl sonra, kazandığımızın geri alınma riski de cabası. kadınların ruhuna, toplumun dokusuna sinmeyen hiçbir kazanım kazanılmış sayılmaz.

burada bir parantez daha açmak istiyorum. insanların bilincini değiştirmenin pek çok aracı var. propaganda yaparsınız, bilgi sunarsınız, tartışırsınız, hayat gösterir zaten vb… ama cinsiyetle ilgili konularda bilincimizi değiştirmek yeterli olmuyor. özellikle heteroseksizm ve heteronormativite konusunda (ama sadece bunlar da değil) bilinç dışımız da çok önemli bir alan. evliliğin bir baskı ve sömürü kurumu olduğunun bilincine vardığınızda bile, sizi koruyacak gibi duran, kendinizden güçlü, daha iri erkeklere aşık olmaktan vazgeçmeyebilirsiniz çünkü o romantik kalıp bilinç dışınıza nakşolmuştur. ve bilinç dışınızı etkileyecek araç, örneğin basın açıklaması değil.

burada üçüncü hedefi ele alabiliriz. feminizm tek tek kadınların hayatını değiştirir. bunu sadece bütün toplum üzerinde yarattığı etkiyle yapmaz. aile içi şiddetin suç sayılması, bu suç işlendiğinde mutlaka cezalandırılmasının sağlanması hepimizin hayatını etkiliyor ama dayak yiyen kadınların başvurabileceği sığınaklara, bu sığınaklardan binlercesinin kurulmasına, iğneyle kuyu kazar gibi işletilmesine de ihtiyacımız var.

sadece bu da değil. tek tek her kadının, hepimizin güçlenmesi gerek. çünkü patriyarka toplumsal bir sistem ama her kadın patriyarkayla tek başına ve sık sık onun tek bir erkekte vücut bulmuş haliyle yüz yüze geliyor. örneğin, bizi cinsel tacize karşı koruyacak, yasalar, düzenlemeler, tüzük maddeleri olması çok önemli. ama tek tek her birimizin karşımızdaki erkeği kendimizden uzaklaştıracak, bir biçimde “hayır” diyecek güce ulaşması da gerekiyor. sadece bu da değil. evet, tutup boksör olacak değiliz ama toplumun bize dayattığı kırılgan kadın imgesiyle vedalaşmak, savunma tekniklerini öğrenmek de önemsiz değil. (kadınlar için geliştirilen bir savunma sanatı olan wendo’yu anmak isterim.)

burada değinmek istediğim bir nokta var. komünist bir militan, bir devrimci olmak büyük fedakarlıklar gerektirir ve bu anlamda bir kahramanlık ve özveri öyküsü olabilir. ama sınıf bilincine sahip olmak bir emekçinin hayatını olumlu yönde etkiler. sendikal mücadeleye girer, uzun vadede ücreti artar, daha müreffeh yaşar vb. biz de herhangi bir insanı toplumsal mücadeleye, kahraman olması ve fedakarlıklarda bulunması için davet etmeyiz.

bunlar özellikle feminizm için geçerli. feminizm, gündelik hayatımızı zorlaştıran, vicdanımızı rahatlatmak için uymamız gereken bir kararlar ve hassasiyetler silsilesi değil. o, patriyarkanın bizi sıkıştırdığı alanda birbirimizle temas etmemizi sağlayan bir ağaç, bize uzanan bir dal, karşımızdaki düşmanla savaşabileceğimiz bir silah, kelimenin en olumlu aydınlanmacı anlamıyla, yolumuzu aydınlatan bir ışık. feminizm sayesinde daha güçlü, daha özgür, daha mutlu yaşıyoruz. eğer böyle hissetmiyorsak feminizm algımızda bir sorun olmalı. iyi ki feministiz, dünyanın, birbirimizin ve kendimizin en çok buna ihtiyacı var.

 Bu yazı feminist politika dergisi 2011 kış-9.sayı’da yayınlandı.

Yorumlara kapalıdır.