İlerici- Gerici İkileminde Feminist Politika

foto-ifkEce Kocabıçak

İktidar partisinin liberal ilerici ya da dinci gerici olduğu ikilemi üzerinden politika yapmak bize yeni   olanaklar sağlıyor mu? Yoksa bu ikilem, patriyarkanın öznesi erkekler ile devlet arasındaki tarihsel bağı  görünmez mi kılıyor? Bu soruya yanıt verebilmek için öncelikle feminist politika açısından neyin ilerici, neyin gerici olduğunu tarif etmeye çalışacağım. Ardından, feminist zemin üzerinde yaptığım bu ayrıma sadık kalarak, liberal iktidarların her koşulda kadınlar için ilerici olup olmadığını tartışacağım. Böylesi bir tartışmanın liberal ilerici- dinci gerici ikileminin feminist politikaya getirdiği kısıtları göstermesini umuyorum. Son olarak, farklı bir kavramsal çerçevenin izinden giderek, erkekler ile patriyarkanın kurumları olan devlet, heteroseksüel aile, kültürel ve dini pratikler, şiddet ve cinsellik arasındaki ilişkiye ve kadınların bu kurumlarla mücadelesine değineceğim.[1]

Kim ilerici, kim gerici?

İlerici ve gerici kavramlarını feminist politika çerçevesinde kullanmaya kalktığımızda sanırım şöyle bir tanım yapmalıyız: Bir toplumsal grup olarak erkekleri, kadınlar üzerindeki tahakkümlerini arttırmaları yönünde destekleyen iktidarlar gerici; erkek tahakkümüne direnme anlamında kadınlara olanak sağlayanlar ise ilerici olmalıdır bizim için. Örneğin, bağımsızlığını kazandıktan sonra Güney İrlanda devleti evli kadınların çalışmasını yasaklamakla yetinmedi, 1957 yılına kadar kadınların mülk edinme ve alım- satım sözleşmesi yapmasını da yasakladı. Yine, doğum kontrolü ürünlerinin satışını, reklamını ve ithalini yasakladı. Şu durumda, bağımsızlığını kazandığı dönemde Güney İrlanda’da son derece gerici bir devlet olduğundan bahsedebiliriz.[2] Yine, geçtiğimiz yıl İspanya’da kadınların kürtaj hakkını yasaklamaya kalkan iktidardaki sol partiydi. Bugün sol partilerin iktidarda olduğu pek çok Latin Amerika ülkesinde kürtaj yasak. ABD’de liberal demokrat parti dönemi boyunca kadınların kürtaj imkânına erişiminde ciddi bir ilerleme olmadı. Öte yandan, İngiliz muhafazakâr partisi 2010 yılında cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığı yasa dışı ilan etti. Heteroseksüel aileye tanınan tüm hakları eşcinsel aileye de tanıdı. Muhafazakâr parti dönemi aynı zamanda ilk kadın başrahibe de tanıklık etti. Toplumsal statüsü görece daha güçlü olan erkekler, taciz ve tecavüzden ötürü ciddi cezalar alırken, bu durumu örtbas eden kurumlar da cezalandırıldı. Öte yandan aynı parti, bütçe kesintilerinin yüzde 75’ini kadınların cebinden çıkartıyor.[3] Peki, muhafazakâr parti yerinde İngiliz işçi partisi olsaydı daha mı farklı davranacaktı?

Gelelim Türkiye’ye. Elbette ki 1923- 1950 tek parti dönemi kadınlar açısından kazanımlara şahit oldu. 1917 Aile Kanunu ile kadınlara verilen sınırlı boşanma hakkı, 1926 Medeni Kanunu ile erkeklerle eşit olacak şekilde genişletildi. Bu durum boşanmaların kolaylaştığı anlamına gelmese de belirli şartlar altında kadınlar da boşanma hakkı elde etti. Yine, 1926 kanunu kadınlara erkeklerle eşit miras, seçme seçilme, eğitim ve koca iznine tabi olmak kaydıyla çalışma hakkı verdi. Ancak aynı yasa, tarımdaki toprak mülkiyetinin tamamen erkeklerin tekeline geçmesini de sağladı. Yasada tanınan miras hakkına rağmen, erkeklerin kız kardeşlerinin miras hakkını gasp etmesine karşı kadınları tamamen savunmasız bıraktı. Bu dönemde, tarımsal ticarileşme sürecini yöneten baş aktör olarak devlet, erkeği tarımsal artık değere el koyacak şekilde güçlendirirken, doğrudan üreticiler olarak kadınların sömürülmesini pekiştirdi. Yine, tek parti iktidarı, Türkiye’de 1890’lardan itibaren güçlenen birinci dalga feminizmin örgütlerini kapattı. 1926 yılında Kadınların Çalışma Cemiyet-i İslamiyesi’ni kapatırken, Türk Kadınlar Birliği yönetimini 1928 yılında önce görevden aldı, 1935 yılında ise tamamen kapattı.

Peki, 1980 öncesi sosyal refah devleti, kadının çalışmasını hala koca iznine bağlarken, kadınlara belirli işlerde çalışma yasağı getirirken, gece vardiyası gerektiren işlerde çalışmasını yasaklarken, boşanma durumunda mal ayrılığı getirerek kadının ev emeği sömürüsünü desteklerken, erkek şiddetini hepten görünmez kılarken, kadın ile erkek arasındaki eğitim uçurumuna karşı önlem almazken, kadınların yüzde 80’i tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalıştığı halde, bu kadınları sosyal güvenlik sistemi dışında tutarken, ‘eve ekmek getiren kocadır’ varsayımına göre sosyal politikaları şekillendirirken ilerici miydi? 1980 sonrası hükümetler, kendilerinden önce uygulanan cinsiyetçi politikaları olduğu gibi devralırken, kadınların ücretli işgücünden dışlanmasına, güvencesiz koşullarda çalışmasına karşı cinsiyetçi uygulamalara devam ederken ve erkek şiddetine seyirci kalırken ilerici miydi? 1980’lerde kadınların ancak yarısı, erkeklerin ise yüzde sekseni okuma yazma bilirken, okullara başörtüsü yasağı getirerek ilericilik mi yapıyordu?

AKP ilerici mi? Hayır. Kendinden önceki tüm iktidarlar gibi AKP de erkeklere hizmet ediyor. İster İslamcı, ister laik, isterse solcu olsun tüm erkeklerin, kadının ev emeğini sömürmeye devam etmesini sağlıyor. İster Laz, ister Çerkez, ister Türk, isterse Kürt olsun, küçük- orta ölçekli toprak sahibi erkeklerin, kadınları boğaz tokluğuna çalıştırmasını garanti altına alıyor. Cumhuriyet tarihinin kadınları toprak mülkiyetinden dışlayan tarım arazisi reformlarının izinden giderek, 2014 yasası ile kırsaldaki kadınların miras hakkına kısıtlar getiriyor.[4] Özetle, kendinden öncekiler gibi AKP de devlet aygıtını, erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünü pekiştirecek şekilde yönetiyor. Bu tahakkümün olmazsa olmaz koşulu olarak erkekleri kadın cinselliği ve bedeni üzerindeki denetimlerini pekiştirmesi için destekliyor. Erkeklere karşı mücadelede kadınları güçlendirecek eğitim, ücretli iş, toprak mülkiyeti, ve teknik beceriler gibi imkânlara kadınların erişimini kısıtlıyor.

Şimdiye dek verdiğim örnekler liberal partilerin iktidarı altında kadınların haklarının gasp edilebildiğini gösteriyor. Tersinden dinci gerici iktidarların yönetimi altında da kadınlar yeni haklar elde edebiliyor. Bu örnekler aynı zamanda işçiler ve ezilen uluslar açısından ilerici olarak tanımlanabilecek iktidarların, kadınlar için ne denli gerici olabileceğini de gösteriyor.

Erkek devlet ile mücadele ederken

Yukarıda saydığım örnekler ışığında, devlet aygıtının erkekler tarafından birbirinden farklı biçimlerde tahakkümlerini güçlendirecek şekilde kullanıldığını söyleyebiliriz. Farklı tarihsel koşullar altında, farklı partiler, farklı yollara başvuruyor. Oysa ki, liberal ilerici- dinci gerici tartışması, bu farklılıkları ve farklılıklara rağmen sürekliliğini koruyan devletin patriyarkal karakterini görünmez kılıyor. Daha da önemlisi, erkek öznenin devletle ilişkisini kopartarak, devletin patriyarkal niteliğini iktidar partisinin kim olduğu sorunsalına indirgiyor. Sorun bir kez bu şekilde ele alındığında, feminist politikanın getirdiği eleştiri, muhalefet partilerini de hedef alacak şekilde derinleşemiyor. Muhalefet partileri de üç aşağı beş yukarı aynı izden yürümeye devam ediyor. Ana muhalefet partisinin kadınlara yönelik hiçbir somut öneri geliştirmiyor olmasından biz feministler de sorumluyuz.

Yine, AKP’nin feminist eleştirisi İslamcı gericilikten ibaret kaldığında, kadınlar olarak elde ettiğimiz kazanımları ya görmezden geliyor, ya da kapitalist kalkınma sürecinin ve liberal ideolojinin kendiliğinden sağladığı bir takım kısıtlı haklar olarak görüyoruz. Politik özneler olarak kadınların hem güncel hem de tarihsel kazanımlarını yok sayıyoruz. Oysa ki, AKP’nin iktidarda olduğu dönem aynı zamanda feminist hareketin sokaklardaki varlığının arttığı bir dönem oldu. Bu dönem, yerel ve uluslararası düzeyde feminizmin etkisinin arttığı, dolayısıyla kadınların kendileri için bilinç geliştirmeleri önündeki engellerin zayıfladığı bir dönem. Her kadın bulunduğu her alanda, içinde bulunduğu koşulları çerçevesinde direniyor. Tüm bunların sonucu olarak, son 10- 15 yıllık süreç bizler açısından görmezden gelemeyeceğimiz kazanımlar taşıyor. AKP iktidarı boyunca önceki dönemlere oranla 1) kadın ile erkek arasındaki eğitim eşitsizliği daha hızlı kapandı, 2) kadınların tarım-dışı istihdamı daha fazla arttı, 3) kendi hesabına ya da tarımda kölelik koşullarında çalışan kadınlar ilk defa sosyal güvenlik kapsamına girme hakkına sahip oldu, 4) erkek şiddeti hiç olmazsa hesabı sorulabilir hale geldi, 5) boşanma oranı daha hızlı arttı, 6) sendika, parti ve mecliste kadınların siyasi temsili arttı, ve 7) kadın kadına aşk ve cinselliğin görünürlüğü arttı.

AKP iktidarının kadın düşmanı söylemi bir farka işaret ediyor mu?

Her şeyden önce söylem ile gerçekliğin ne kadar birbiri ile örtüştüğünü bilmemiz gerekiyor. Son dönem eğitim sisteminde yapılan değişiklikler kadınların eğitim imkanına erişimi açısından hepimizi endişelendirdi. Ancak, AKP döneminde patriyarkanın derinleşerek güçlendiği mi, yoksa biçim mi değiştirdiği sorusuna sadece eğitim sisteminde yapılan değişikliklere bakarak yanıt vermek çok zor. İmam Hatip okullarına dayalı değişiklik bir yandan bu okullara giden, görece gelir seviyesi daha düşük ailelerin çocuklarının sadece dindar değil, aynı zamanda değişen müfredata uygun olarak ‘daha kalifiye’ eğitim almasını da getirecek gibi görünüyor. Bu anlamda, yıllardır burjuvazinin talep ettiği ‘daha kalifiye’ işçi ordusunu yetiştirmek mümkün olacak. Öte yandan, özel okulların iş hacmi ikiye üçe katlanırken, bu okullara gidebilenler ile gidemeyenler arasındaki kopukluk, kültürel ve dini değerler çerçevesinde daha fazla artacaktır. Bu sürecin kadınlar üzerindeki etkisi salt eğitim sistemine değil, feminist hareket başta olmak üzere diğer pek çok etkene de bağlı olarak değişiklik gösterecek diye düşünüyorum. İkinci olarak, sadece söylemin içeriğini değil, kim tarafından nasıl kullanıldığını ve neye hizmet ettiğini de düşünmemiz önemli. Mesela, AKP’nin her başı sıkıştığında kadınlara saldırması neye hizmet ediyor? Yine, ABD usulü muhafazakâr – liberal ikilemine dayalı bir parlamenter sisteme doğru ilerlerken, solun büyük bir kısmı, kapitalizm eleştirisini rafa kaldırmış görünüyor. İşçi direnişleri ya da ölümleri kapitalizmi hatırlatmadığı müddetçe, AKP’nin ‘İslami gericiliği’ solun büyük bir kısmi için en temel muhalefet konusu olmaya devam ediyor. Bu koşullar altında muhalefet cephesinde kimin, neyi, neden ön plana çıkarttığı daha büyük önem kazanıyor.

Patriyarkanın kurumları ile mücadele ederken

Patriyarkanın öznesi olan erkekler, 1) devlet, 2) heteroseksüel aile, 3) kültürel ve dini pratikler, 4) şiddet, ve 5) heteroseksüel cinsellik gibi kurumları kendi çıkarlarına olacak şekilde kullanıyor. Dolayısıyla, bana göre bu kurumları, özellikle kültürel ve dini pratikleri, tarihsellikten kopartıp özcü bir şekilde patriyarkal olarak ele almak hata olacaktır. Üstelik sadece erkekler değil, kadınlar da bu kurumları kendi çıkarına olacak şekilde kullanmaya çalışıyor. Bunu yaparken kimi kurumları hepten reddediyor, kimi kurumları içinde kalarak değiştirmeye çalışıyoruz. Örneğin, devletin içinde kalmak kimimiz için uygun bir strateji iken, kimimiz tamamen devletin dışında kalmayı tercih ediyor. Heteroseksüel aile, kültürel ve dini pratikler ve heteroseksüel cinsellik gibi kurumlar da kimimiz için içinde kalarak, bir parçası olarak dönüştürülebilecek kurumlar iken, kimimiz için toptan terkedilmesi gereken kurumlar. Elbette ki farklı yaklaşımları ve ne denli etkin olduklarını tartışmak önemli. Keza, kurumları içeriden dönüştürmeye yönelik bir çaba, erkek egemen pratiklerin yeniden üretilmesi tehlikesini de taşıyor. Ya da ‘içeriden verilen mücadele’ kısa vadeli çıkarlar sağlarken, uzun vadede tüm kadınlar için olumsuz sonuçlar doğurabilir. Ancak aramızdaki bu farklılıkları tartışırken, birbirimizden yana umudu kesmenin ya da bir kesim kadını ötekine tercih etmenin en uygun yöntem olduğundan emin değilim. Zaten erkekler sürekli kadınları bölmeye çalışırken böylesi bir kutuplaşmanın bize faydası olmayacağına inanıyorum. Kadınların patriyarkanın kurumları içinde kalarak verdikleri mücadeleyi yok saymaksızın, bu kurumların değişen biçimlerde erkeklere nasıl hizmet ettiğini açığa çıkartalım.

 


[1] Kavramsal açıdan kültürel ve dini değerler ile kültürel ve dini pratikler arasında bir ayrım yapmak gerektiğini düşünüyorum. Değerler ile pratiklerin her koşulda birbiriyle uyum içinde olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle patriyarkanın kurumlarından biri olarak kültürel ve dini pratikler kavramını kullanacağım.

[2] İrlanda Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne devletin cinsiyet ayrımcı uygulamaları hakkında detaylı bilgi almak için Jean L. Pyle’ın The State and Women in the Economy: Lessons from Sex Discrimination in the Republic of Ireland adlı çalışmasına bakılabilir.

[3] Detaylı bilgi için The Fawcett Society’nin 2010 tarihli raporuna bakılabilir: http://www.fawcettsociety.org.uk

[4] Detaylı bilgi için bakınız CELEBI, H. 2014. Kadınların Tarımsal Miras Hakkı Tehlikede, FeminKurd.net. http://www.feminkurd.net/content.php?newsid=16412

GÜLBAHAR, H. 2014. Kadına Karşı Şiddette Çözümden Uzak Bir Yıl Daha, Yeni Özgür Politika http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=36698

RESMİ GAZETE 2014. Toprak Koruma Ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Hakkında Kanun 6537. Ankara.

 

 

Yorumlara kapalıdır.