Sosyo-Ekonomik Politikaların Dönüşüm Sürecinde Kadın Emeği•

Melda Yaman Öztürk

Kadınlar, son dönemde gerçekleşen neo-liberal yeniden yapılanmadan en fazla etkilenen kesimlerden birini oluşturmaktadır. Çalışma biçimlerinin esnekleştirilmesi, sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılması, tarımsal yapılarda dönüşüm, kanun hükmünde kararnameler, sosyal politikalar… kadınların ev içindeki ve emek piyasasındaki konumunu olumsuz etkilemektedir.

Kadınların günümüz Türkiyesi’ndeki konumunu anlayabilmek için, iktisadi, siyasal ve toplumsal yeniden yapılanmayı bir bütün olarak gözden geçirmemiz gerekir. Bir yandan “güçlü aileyi” hedefleyen projeler, bir yandan evde bakım hizmetlerine parasal destek, bir yandan ihracatı artırmaya yönelik sanayi stratejileri, bir yandan emek piyasasında düzenlemeler, toplumu dört bir yandan kuşatmış bulunuyor. Bu kuşatılmışlık içerisinde kadınların hane içindeki ve emek piyasasındaki emek süreci de yeniden yapılanıyor.

Bu düzenlemeler bağlamında iki temel eğilimi ayırt etmek olanaklıdır. Bir yandan çalışma biçimlerini esnekleştirmesinin yanı sıra sosyal güvenlik sistemini, sağlık hizmetlerini, eğitimi özelleştirerek, bu hizmetlere erişimde katkı payını yükselten liberal politikalar uygulanmaktadır; öbür yandan, kadınları eve bağlayarak, ev içi yüklerini artıran düzenlemeler getirilmiştir. Ücretli çalışma koşulları ağırlaşan kadınlara, emek piyasasında, sermayenin ihtiyaçları uyarınca, yeni roller biçilmektedir. Öte yandan, kadınlar üzerindeki ataerkil tahakkümü pekiştiren muhafazakar düzenlemelerle kadınların bakım yükü ağırlaşmaktadır. Son dönem politikaların aileyi güçlendirmeyi hedeflediği, kadınların konumunu iyileştirmek bir yana, aksine, kadınların üzerindeki ataerkinin ve sermayenin tahakkümü artırdığı bilinmektedir. Bu politikaların bir amacı da, açık ki, liberal politikaları kadınların görünmeyen emeğiyle “yumuşatmaya” çalışmaktır.

Bu çalışmada ataerkiyle kapitalizmin güçlü dayanışmasını ortaya koyan bütün bu uygulamaların kadınların çalışma hayatında hak kayıpları yarattığı, esnek çalışma koşullarında ücretli işgücü ve hane içinde ücretsiz bakım hizmeti sağlayıcısı olarak iş yükünü artırdığı, kadınları eve kapattığı ve cinsiyete dayalı işbölümünü güçlendirdiği savunulmaktadır.

Yazıda ilk olarak Türkiye’de son dönem yürürlüğe giren sanayi ve istihdam stratejilerinde kadın emeğine biçilen role kısaca değinilecektir. Ardından, muhafazakar politikalarla kadınlara yüklenen görevlere, biçilen toplumsal konuma genel hatlarıyla göz atılacaktır.

Sanayi ve İstihdam Stratejilerinde Kadın Emeği

2000’li yılların başlarından bu yana Türkiye çok boyutlu bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Bu on yıllık dönem, yüksek büyüme hızı, artan dış ticaret, büyük sermaye girişleri ile karakterize olmaktadır. Türkiye bu dönemde, -özellikle AB bölgesi için- imalat üretiminde önemli bir ülke halini almıştır (Yaman Öztürk, 2012).

Ne var ki, üretim giderek ihracat yönelimli oldukça, emek üzerindeki baskılar şiddetlenmektedir. İşsizlik, reel ücretlerin gerilemesi, çalışma biçimlerinin esnekleştirilmesi, çalışma yaşamında hak kayıpları sürekli gündemdedir. Ülke içindeki sermaye gruplarının uluslararası rekabetini artırmak için emek verimliliğini yükseltmek hedefiyle yeni ekonomi politikaları yürürlüğe sokulmuştur.

Bu yeni dönemde kadın emeğinin iki bakımdan kritik bir önem taşıdığını görmekteyiz:

1. Çalışma biçimleri esnekleştirilirken sermaye kesimi ile devlet, kadınlara, esnek çalışma için başlıca emek potansiyeli gözüyle bakmaktadır.

2. Kadınlar, ayrıca, büyüyen ihracata yönelik üretim için önemli bir emek kaynağı olarak görülmektedir.

Türkiye’de son yıllarda kadın emeği üzerine çeşitli politikalar üretildiğini görüyoruz. Kadınlar ilkin esnek çalışma biçimlerine çağrılmıştı. Sanayi Stratejisi Belgesi ile Ulusal İstihdam Stratejisi taslak metninde benzer vurgu karşımıza çıkmaktadır. Sanayi Stratejisi Belgesi’nde Türkiye’nin yakın hedefinin “orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü haline gelmek” olduğu; uluslararası rekabeti sürdürebilmenin, emek süreçlerinin esnekleştirilmesinden geçtiği belirtilmektedir (Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, 2011). Belgede,

Türkiye sanayi üretiminin uluslararası rekabet gücünü artıracak teknoloji yoğun üretim süreçlerine geçiş öngörülmektedir; bunun için emek verimliliğini yükseltecek   yasal  ve kurumsal yeniden yapılanmalar tasarlanmaktadır. Öte yandan, sermayenin etkin işleyişi için gerekli görülen (esnek istihdam biçimleri gibi) çeşitli uygulamaların yaygınlaştırılması da önerilmektedir. Böylece belge, esasen, sanayi burjuvazisinin temel taleplerini karşılamak amacındadır ve sermayenin emek üzerindeki tahakkümünü daha da artıracak düzenlemeler getirmektedir. Nitekim ‘stratejinin’ oluşturulma sürecinde sermaye örgütlerince dile getirilen beklentiler dikkate alınmış ve emek örgütleri tamamen dışlanmıştır (Yaman Öztürk ve Öztürk, 2011).

Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi’nde de esnek çalışmaya hazır kadın potansiyelinin bir “fırsat” olduğu söylenmektedir (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 2011). Kadın emek potansiyelinin sermaye ve ataerki için fırsat olması şaşırtıcı değildir. Esnek çalışma, kadınların hane içindeki bakım görevlerini aksatmadan istihdam edilebilmelerini sağlayacak bir yol olarak belirmektedir. Bu nedenle esnek çalışma, kadınlara ataerki ile kapitalizmin çıkarlarını kesiştiren bir çalışma alanı yaratmaktadır. Ayrıca, sosyal politikaların gerilediği, bakım kurumlarının sayısının azaltıldığı, iş yerinde kreş açma zorunluluğunun zayıflatıldığı koşullarda kadınların artan bakım yükünü “üstlenmesi” beklenmektedir. Bu yanıyla da esnek çalışma, neo-liberal saldırıların yarattığı tahribatı hafifletecek tampon mekanizma olarak kadınların ücretsiz bakım hizmetini sürdürmesini sağlayacaktır.

Son günlerde ise kadın emeği, ihracata yönelik üretim sektörleri için ucuz emek havuzu potansiyeli olarak görülmektedir. İstihdam Stratejisi taslak metni ile yeni teşvik paketinde çizilen yok haritaları, “Çin’le, Pakistan’la, Bangladeş’le ve Vietnam’la rekabet edebilecek”tekstil sanayiyi oluşturma hedefindedir. Bu hedef, kadın emeği yoğun bu sektörde kadınlara yeni “misyonlar” yüklemektedir; kadınların atölyelerde, uzun saatler boyunca, sosyal güvence sağlanmadan, ucuza çalıştırılması planlanmaktadır. Kadınlar için öngörülen istihdam alanı, güvenli ya da güvenceli istihdam sunmadığı gibi, krizlerden en çok etkilenen kırılgan sektörlerden oluşmaktadır.

Benzer bir süreci deneyimleyen Asya ülkeleri 1980’ler ve 1990’lar boyunca kadın istihdamını hayli artırmıştı ancak kadınlar hayli olumsuz koşullarda çalışmıştı; hatta Asya krizinde büyük zarar görmüştü. 1970 sonrasında Güney Kore, Malezya, Tayland gibi “Asya Kaplanları” olarak adlandırılan ülkelerde ihracata yönelik sanayileşme ‘sınırsız –ucuz- emek’ sunan kadınlarla gerçekleşmişti. Bu ülkelerde kurulan küresel fabrikalardaki işçilerin büyük çoğunluğu genç, evlenmemiş kadınlardan oluşuyordu. Derin yoksullukla yüksek işsizlik, kadınları olumsuz şartlarda çalışmaya ikna ediyordu. Ataerkil normlar ve “kadın işi”nin kazandırdığı vasıflar, kadınların iş yaşamını şekillendiriyordu; öyle ki dikiş ve örgü en yoğun istihdam alanlarıydı. Kadınlar 14 saate çıkan çalışma saatlerinde, insanlık dışı çalışma hızında, cinsel tacize maruz kalarak, baskıcı emek disiplini ve güvenlik ve sağlık riski altında çalışıyorlardı. 1997 ortalarında Tayland’da patlak veren krizle birlikte en büyük darbeyi yine kadınlar aldı. Kriz kadınların çoğunu işinden etti; pek çok kadını çok daha olumsuz koşullarda çalışmaya zorladı; nispeten gelişme gösteren Tayland ve Güney Kore gibi ülkelere çevre ülkelerden akın eden göçmen işçi kadınların bir bölümü ülkelerine geri gönderildiler; kendi ülkelerinde iş bulma umudunu yitiren kadınlar göçe yöneldi; kız çocuklarının önemli bir kısmı okuldan alındı ya da okula kaydettirilmedi; başka ayakta kalma stratejisi bulamayan kadınlar ve kız çocukları fahişelik yapmak zorunda kaldılar; piyasa işlerinin yanında kadınlardan ev işlerini ve bakım emeği gerektiren hizmetleri sağlamaları beklendi (bkz. Yaman Öztürk, 2009).

Şimdi benzer bir süreç Türkiye’de denenmeye çalışılıyor. Bakan Zafer Çağlayan’ın sözleri bunu özetliyor: “Konfeksiyon sektörü gibi emek yoğun sektörler bayan istihdamının en fazla olduğu sektörlerin başında geliyor. Bu sektörlerde Doğu ve Güneydoğu’da belirlenecek olan illeri biz Çinle, Pakistanla, Bangladeşle ve Vietnamla rekabet edebilecek bir bölge haline getireceğiz”.

Dolayısıyla Asya deneyimi göz önünde bulundurarak, bu ülkelerde kadınların yaşadığı olumsuzluklardan ders çıkarmak gereklidir. İhracata yönelik tekstil ve hazır giyim gibi sanayilerde istihdam edilecek “becerikli” kadınların çoğunluğu, büyük olasılıkla, evlenmemiş yoksul genç kadınlar olacaktır. Bu kadınların, Asya ülkelerindeki gibi, evleninceye dek, ucuza, güvencesiz koşullarda istihdamı öngörülmektedir.

Muhafazakar Politikalar ve Kadın Emeği

Son dönem yaşanan fütursuz liberalleşmeye muhafazakar politikaların eşlik ettiği bilinmektedir. Muhafazakarlaşma ataerkil tahakkümü artırarak, kadınları eve kapatan, kadına annelik ve karılık rollerini yükleyen anlayışı destekler. Ataerkil toplumsal yapıyı güçlendirdiği gibi kapitalizmin ataerki ile bağını da güçlendirir. Ayrıca sermaye birikimi için elverişli olanaklar yaratılmasını sağlar.

Muhafazakar politikaların özü kadın bedeninin denetim altına alınmasına dayanır. Kadınların giyinişleri, hareket alanları, hane içinde, sokakta ve çeşitli alanlardaki rol ve davranış biçimleri, cinsellikleri, gebelik kararı ve doğum biçimleri erkeklerin denetimi altında tutulmaya çalışılır. Hane içinde, devlet kurumlarında, iş yerlerinde, eğitim kurumlarında kadınların hareketini kısıtlayan, bedenlerini ve cinselliklerini kontrol altına alan ataerkil tahakküm, çeşitli politikalar, uygulamalar, yasalar ve söylemlerle pekiştirilir. Hedef, kadınların emekleri, bedenleri, cinsellikleri üzerindeki kendi denetimini ortadan kaldırarak, erkeklere tabiyetini güçlendirmektir. Son dönemde gündeme gelen kürtaja ilişkin düzenlemeler ile üç çocuk doğurun söylemi, muhafakazar politikaların ürünüdür.

Elbette ki muhafazakarlaşmanın sermaye birikimini ilgilendiren bir boyutu da bulunmaktadır. Bilindiği üzere kapitalizm muhafazakar politikalara ihtiyaç duyar. Özellikle sermayenin saldırılarını yükselttiği dönemlerde muhafazakarlaşma da yükselir. Devlet, muhafazakar politikaları desteklemesinin yanı sıra örgütleyen temel kurumlardan biridir. Bu bağlamda 1980 sonrası neo-liberal yeniden yapılanmanın Thatcher, Reagan gibi muhafazakar hükümetlerle yürütülmesi rastlantı değildir. Ayrıca, Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerde sermaye pre-kapitalist biçimlerle dirsek temasını hiç kaybetmemiştir. Nitekim sermayenin emek tahakkümünü artırdığı dönemlerde muhafazakarlaşma da artmıştır.

Türkiye’ye dönersek, muhafazakarlaşma kadınlar üzerindeki erkek tahakkümünü artırırken, sermaye birikimine de hizmet etmektedir. Sağlık hizmetleriyle sosyal güvenlik sisteminin dönüşmesi, krizle perçinlenen işsizlik, yoksullaşma, bütün bu süreçler hanelerin ayakta kalmasını güçleştirmektedir. Bu noktada kadın emeği tampon bir mekanizma olarak devreye sokulmaktadır. Sosyal politikalar gerileyip, sağlık hizmetine erişim paralı hale geldikçe, hanelerin sağlık ve bakım hizmeti alması güçleşmiştir. Doktora gitme sıklığı azalmış, hastanede kalma süresi kısılmıştır. Hastanede tedavi yerini evde tedaviye bırakmaktadır. Ayrıca kreş ve yaşlı bakım kurumlarının son derece yetersiz olması, bakım işini hanenin –ailenin- kadınlarına yüklemektedir. Evde bakım hizmetine verilen parasal destek ilk bakışta kadın emeğini ücretlendirdiği için olumlu görünse de, kadını eve kapatan, “kadın işini” kalıcılaştıran, devletin bakım hizmeti zorunluluğunu kadınlara yükleyen işlevler de barındırmaktadır.

Bakım yükünü kadınlara yüklemenin yöntemi de hayli basittir; aileyi öne çıkaran politikalar, “toplumun temeli ailedir” muhafazakar söyleminden beslenerek, kitlelere sunulmaktadır. Nisan ayı başında AKP’nin Ankara’da “Yerel Yönetimler ve Aile” başlıklı bir sempozyum düzenlemesi rastlantı değildir. Aileyi güçlendirmek, kadınları erkeklerin tahakkümü altına sokmakla aynı şeydir; kadınları eve kapatmak, ücretsiz bakım sağlayıcı konuma getirmektir. Bunun son örneği “Aile Okulları Projesi”dir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın projesi kapsamında pek çok ilde, örneğin, Mamak, Çorum, Gaziantep, Denizli, Düzce’de belediyeler eğitim başlatmıştı. Kütahya belediyesinin düzenlediği üç günlük kursta verilen eğitimlerde kadınların çalışmasının aile bütçesine zarar verdiği, nikahsız yaşamanın kadını soysuzlaştırdığı, feministlerin kadın haklarını savunarak kadınlara “zulüm” ettiği ileri sürüldü.

Bu çerçevede baktığınızda “üç ya da beş çocuk doğurun” söylemi, geniş içeriğini dışa vurur. Kadın hane içinde çocuk (ve yaşlı /hasta) bakımını üstlenmeli, neslin –hızla- üremesini sağlamalıdır. Sermayenin ihtiyaç duyduğu kadın işgücü, kadınların hane içindeki görevlerini yerine getirmesi koşuluyla, “esnek” çalışma biçimleriyle sağlanacaktır. Elbette ki üç (beş) çocuk kritiktir; kadınlardan hane içinde geleceğin işçilerini yetiştirerek yedek işçi ordusunu genişletip, ücretlerin düşmesine katkıda bulunması beklenmektedir.

Son Söz

Görüldüğü üzere, kadın emeğinin eğilimleri ile kadınların toplumsal konumu, sermayenin ihtiyaçları uyarınca ve ataerkinin sağladığı elverişli zemin üzerinde şekillenmektedir.

Türkiye’de son dönem sanayi ve istihdam stratejileri, bu çerçevede, kadınlara yeni roller biçmektedir. Kadınların istihdamını artırmayı hedeflediğini söyleyen politikalar esas olarak kadınların belirli bir biçimde, belirli iş alanlarında ve belirli çalışma koşullarında istihdamını öngörmektedir.

Öte yandan kadınların bedenleri üzerinde ataerkil tahakkümü güçlendirmeyi hedefleyen muhafazakar söylem giderek sesini yükseltmektedir. Üç çocuk söylemi kadınlığı anneliğe indirgeyen düşüncenin ürünüdür. En son kürtajı yasaklamayı amaçlayan düzenlemeler, gebe kadınların kayıt altına alınması, sezaryan doğumlara müdahale muhafazakarlaşmanın geldiği boyutları gözler önüne sermektedir.

Sözlerimi Silvia Federici’nin (2011: 136) onyedinci yüzyılda doğum kontrolünün suç haline getirilmesine ilişkin, bugünkü süreci de açıklayan, çarpıcı sözleriyle bitirmek istiyorum:
… asıl vurgulamak istediğim kadınlara kendi bedenlerini denetlemelerini yasaklayarak devletin onları fiziksel ve psikolojik bütünlüklerinin en temel koşulundan yoksun bırakmış, anneliği zorunlu emek statüsüne indirgemiş ve hatta kadınları daha önceki toplumlarda hiç görülmemiş bir şekilde üreme işine mahkum etmiş olduğudur.

KAYNAKÇA
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (2011) Ulusal İstihdam Strateji Belgesi, 04 Şubat,http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=35386, erişim tarihi: 20.07.2011.
Federici S. (2011) Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim, Çev.: Öznur Karakaş, Otonom Yayıncılık.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı (2011) Türkiye Sanayi Strateji Belgesi (2011-2014): AB Üyeliğine Doğru.
Yaman Öztürk M. (2010) “Kapitalist Gelişme ve Kriz Sürecinde Kadın Emeği: Asya Deneyiminden Çıkarılacak Dersler”, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2010/1 (24).
Yaman Öztürk M. (2012) “Industrial Policy, Flexible Work and Female Labour in Turkey”, How Class Works konferansında sunulan bildiri, 6-9 Haziran, New York.
Yaman Öztürk M. ve Öztürk Ö. (2011) “Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi Üzerine Gözlemler”, Memleket Siyaset Yönetim Dergisi, Sayı:15.

· III. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongresi sunuş metnidir; kongre kitabı’nda yayımlanacaktır. 2012 Mayıs

Yorumlara kapalıdır.