Soma Ziyaretinden Notlar

soma-uyku-haram-7Hilal Eyüpoğlu

Bu zamana kadar Somadaki insanların yaşadığı travma ve büyük acıdan çokça bahsedildi. Bu acıyla ne yapılacağına dair siyasetçilerden, sosyal bilimcilerden, siyaset bilimcilerden ve psikologlardan öneriler geldi. Ama acı çekerken insanların ne söyledikleri, acıyı büyüten ve öfkeyi ayakta tutan gerçeklikten genellikle bahsedilmedi. Bazı açıklamalarda öfkenin yas sürecinin bir parçası olduğu ve sorumlularla ilişkili olmadığı, zaten yaşanması gereken doğal bir duygu olduğu ifade edildi. Ancak Soma’nın halet-i ruhiyesini anlamak için oradaki insanların öfkesi doğaldır demek yetmiyor. Soma’nın öfkesine ve bu öfkenin nedenlerine bakmak zorundayız. İş koşullarından kaynaklı toplu bir katliamın analizi, sadece bireysel yas sürecini anlamaya çalışarak ve oranın gerçek sesine bakmadan yapıldığında eksik kalacaktır. Bu nedenle bu yazıda önceliği hızlı siyasi ve psikolojik analizler yerine sade bir anlama çabasına vermek istiyorum.

Yalnız Köyü: “Yanarak ölmüş çocuklar…”

İlk ziyaret adresimiz Soma’nın Yalnız dağ köyü. Adı gibi yalnız bir köy… Köye girdiğimizde sokaklarında konuşacak bir insan bulmakta zorlanıyoruz. Karşımıza çıkan yaşlı bir kadına ölen madencinin ailesini soruyoruz, o bizi madencinin evine götürüyor. Karşımızda madencinin babası, “başın sağ olsun amca” ile söze başlıyoruz. Amcanın elinde yedi sekiz tane boş su şişesi onları doldurmaya çıkmış, gözleri ağlamaklı. Önce sükûnetini koruyor, bize kendilerine haber geldiği andan itibaren başından geçenleri anlatıyor. Oğlunun cenazesini bulmak için önce Akhisar’a yönlendirildiklerini, Akhisar’da cenazeyi bulamadıklarını ve oradan Kırkağaç’a gittiklerini, üç günlük aramanın sonunda oğlunu bulduğunu söylüyor. O an dayanamıyor ve “yanarak ölmüş çocuklar” derken kolunun üstüne yüzünü kapatarak ağlamaya başlıyor. İki oğlu varmış, diğeri İMBAT madeninde çalışıyormuş, abisi öldükten sonra madene inmek istemiyormuş, köye hayvanların başına dönmüş. Oğlandan kalan bir gelin ve iki torunu olduğunu söylüyor. Onlara bakmak istediğini söylüyor, fakat bu bakımı hangi para ile verebileceğini bilmiyor.

Bergama : “Siz benim kocamın aylığını yiyordunuz ya, sizinkini de ben yiyeceğim, sonra da o madende ölecekler. O zaman diner benim öfkem!”

Bergama’nın içindeyiz. 3 çocuklu bir ev burası. Kapıyı bize ölen madencinin karısı açıyor. 40 yaşlarında, gözleri kocaman bir kadın. Büyük gözlerini öfkesinden kırpmadan anlatmaya başlıyor bize. “Kocam dağ gibi adamdı, bir doktor yüzü bile görmedi. Patlamadan üç dört gün öncesinde kocamın başı ağrımaya başlamıştı. Madende bir terslik olduğunu hissetmişti kocam. Ama bize söylemezdi ki. Ben bilsem yollar mıydım hiç onu madene. Öfkemden ağlayamıyorum. Suçluların cezalandırılması, hapse atılması öfkemi dindirmez. Tayyip girecek o madene, Kılıçdaroğlu girecek o madene, benim kocam gibi çalışacaklar, kazandıkları parayı bana verecekler, siz benim kocamın aylığını yiyordunuz ya, sizinkini de ben yiyeceğim, sonra da o madende ölecekler. O zaman diner benim öfkem. Benim kocamın kazandığı parayı yediler, bize hak ettiğimizden çok daha azını verdiler, sonra da öldürdüler”.

Maruz kaldıkları ekonomik sömürünün farkında ve bunu en açık biçimiyle dile getiren bu kadının öfkesinden ağlayamamasını yaşadığı büyük travma ile anlamaya çalışmanın onun acısına ve hayatına yabancılaşmak olacağını hissediyorum. En belirgin biçimiyle sarsılmış bir duygu var burada, adalet duygusu. Adaletsizliğin nasıl ortadan kalkabileceğini ve tekrar nasıl onarılacağını da bize kendi sözleriyle anlatıyor zaten. Kadının yanından ayrıldıktan sonra içimde bir suçluluk duygusu beliriyor. Ölen madencinin başına geleceklerden haberdar olduğunda bunu dile getirecek ve mücadele edecek dayanışma ağı bulamaması içimi acıtıyor. Bir madencinin günlerdir başı ağrıyor, diğeri ise karısına madenin çok ısındığından ve bu yüzden yemek yiyemediğinden bahsediyor. Her ay ödenmesi gereken ev kredisi, okuyan üç çocuk ve bir gün bile işe gitmezsen kesilecek olan yevmiye. Madenciler zorlu iş koşullarını kimseye anlatmıyorlar, en yakınlarına bile. Sevdikleri, onları sevenler dayanamaz çünkü bu taşeron çalışma koşullarına. Kömürü yöneten sermayedarlar için yerin yedi kat altında değer taşımayan birer can olduklarını kimseye anlatamamışlar ölene kadar.

Bergama’da bir diğer evde bir annenin çığlığı, “evlat acısı çeksinler, benim çocuğum aç gitti, bir ekmek için gitti”. Babası arkasından ekliyor, “ben bu iş koşullarının böyle olduğunu bilseydim, çocuğumu göndermezdim oraya, çocuğum ‘5 seneyi doldurayım, tazminatımı alayım baba’ diyordu… Oğlum!”.

Benzer bir ah, Köseler köyündeki kocasını kaybetmiş kadından geliyor “ SSK ödemesinin bitmesini bekliyorduk, yaşlanıyoruz, ilaç alabilelim, hastanede rahat bakılabilelim diye çalışıyordu kocam”. Köseler köyüne en yakın hastane 40 km uzaktaki Kınık Kasabasındaymış. Köyde karşılaştığımız eski sağlık ocağında çalışan bir personel yeni sağlık sistemiyle insanların sağlık hizmetlerini ulaşımının zorlaştığını anlatıyor. Eskiden buradaki herkesin sağlık durumdan haberdar olduğunu, hastalık önleyici çalışmalar yaptıklarını, şimdi sadece hasta olduklarında hastanedeki aile hekimine ulaşabildiklerini söylüyor.

Kadınlar tarladan uzaklaşıp evlere kapanmışlar, kocalarının, çocuklarının madenden getirecekleri parayı bekler olmuşlar.

Köseler köyünden 14 tane cenaze çıkmış. Bir kişi hariç madene giden servisin hepsi ölmüş. Bundan 7-8 yıl öncesine kadar tarım yapılıyormuş köyde. Tütün ekip, tütün satılıyormuş. “Tütün para etmez oldu, bizimkiler de madene inmeye başladı” diyor kocasını kaybetmiş başka bir kadın. Kadınlar tarladan uzaklaşıp evlere kapanmışlar, kocalarının, çocuklarının madenden getirecekleri parayı bekler olmuşlar. Önce tarım yapma olanakları bitirilmiş köylerde, köylü proleterleşmiş. Sonra madenler açılmış, ucuz ev kredisiyle başları bağlanmış, denetimsiz ve ihmalkâr taşeron koşullarına mahkûm edilmişler. Bununla da kalmamış, proleterleşmiş köylünün bütün dayanışma ağları ölü. Madende dayanılmayacak iş koşullarına maruz kaldıklarının farkındalar, ama bunları anlatabilecek ve destek alabilecekleri sendikalar yok. Ve aslında beklenen son, bir gün gelip bulmuş onları, onların sözleriyle “yerin yedi kat altında ölüm”. Devlet büyüklerinin maden ölümlerine her kader deyişlerinin kendilerinin tanrı olduklarına inanmaları demek olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bahsettikleri kaderlerimiz bizzat onlar tarafından özenle, neoliberal politikalarla yazılmış.

Şimdi “Soma’nın öfkesi doğaldır” diyen herkesi bir kez daha düşünmeye çağırmak anlamsız olmaz. Ölüm yaşamın bir parçasıdır, ama Soma madencilerinin ölümü doğal yoldan gelen ölüm değildir, yıllardır dayatılan ekonomi politikalarının bir sonucudur. Soma’nın duygusunu anlamak, önce o insanların geçmişteki ve bugünkü yaşam koşullarını dinleyerek ve anlayarak mümkün olacaktır. Çerçeveyi sadece ruh sağlığı perspektifinden çizer ve oraya kapalı kalırsak, Soma’nın sosyal ve ekonomik koşullarını göz ardı edersek, gerçek bir dayanışma ağı ve destek süreci başlatamayız.

Soma ile beraber güçlenmek elimizde

Soma’nın psikolojisini sadece terapi odalarında iyileştirmek mümkün değil. Soma’da geriye kalanlar çocuklar, kadınlar ve tekrar aynı koşullarda madene girmemek için direnen işçiler. Kendi ihtiyaçlarını, çocukların ihtiyaçlarını karşılamak, hayatlarını devam ettirmek için kadınlar kendilerine iş aramak, iş alanları yaratmak ve çalışmak zorundalar. 6 aylık çocuğuyla eşinin ailesine “bir arada duracağız ve güçlü olacağız” diyerek destek veren 18 yaşındaki kadını uzun bir hayat bekliyor ve o hayat öldürülmüş eşinin ailesiyle geçirilebilecek bir hayat değil. Gün gelecek, kadınlar hem bireysel hem de ekonomik bağımsızlıklarını isteyecekler.

Köydeki kadınlar tarlaları biliyorlar, meyvelerin, sebzelerin nasıl yetiştirileceği biliyorlar. Soma köylerindeki toprak bereketli… Soma’daki kadınlarla beraber güçlü ekolojik bir dayanışma ağı örerek, örgütlü, kolektif tarım için teşvik imkanları hakkında konuşabiliriz. İş koşullarının insanileşmesi için direnen işçilerle taşeronlaşma karşıtı etkili bir kampanya dahilinde bir araya gelebiliriz. Bu dayanışma ağlarını çeşitlendirmek ve Soma’yı güçlendirmek demiyorum, Soma ile beraber güçlenmek elimizde ve sadece o insanlara dokunmak ve hayatlarını anlamakla mümkün.

 

 

Yorumlara kapalıdır.