Özlem Gassalkızı & Hasbiye Günaçtı
Bütün kadınların, ama önce sağlık hizmeti alanında çalışan kadınların bu güne gelirken nasıl engellediğini; yolunun nasıl kesildiğini ve nasıl yok edildiğini anlatan kitapta (Cadılar Büyücüler Hemşireler) şöyle bir cümle var:
“Bizim öykümüzü anlamak, yeniden savaşmak zorunda olduğumuzu anlamak demektir”
Ortaçağ, erkeklerin(kilise, devlet, tıp desteğinde) kadına yönelik şiddette sınır tanımayan en vahşi çağıdır. İnsanların derdine çare bulmaya çalışan, muhtaca yardım eden şifacı tüm kadınlar “büyücü” yaftasıyla katledilmiştir. “Bugün kadını geri planlara iten erkek zihniyetinin ardında büyücü avlarına öncülük eden Ortaçağ erkeğinin izleri vardır”
Öyle ki “İnsanlık tarihi dört yüzyıldan fazla bir süre Almanya’dan başlayıp İngiltere’ye kadar uzanan bir alanda büyücü/cadı /kadınların peşini bırakmadılar… Egemen sınıfların köylerdeki kadın nüfusa karşı sürdürdükleri bir terör kampanyasıydı”…
Bir tarihçi, bu infazların sadece Almanya’da yılda 600’ü bulduğunu söylüyor. Werzber bölgesinde bir yılda 900 büyücü/kadın öldürülmüş…1585 yılında Bistums Trier’in köyünde yalnız bir tanecik kadın hayatta kalmış.
Büyücü cadı/avına dair yaygın kuramlardan ikisi tıbbı gerekçelere dayandırılmış ve “büyücü safsataları” başlığı altında bile açıklanması zor bu kadın katliamının geçerliliği bu sayede savunulmuştur.
Birer şifa pratisyeni olan kadınlara karşı “modern tıp” adına yapılan cadı avının 400 yıl sürmesi ve aradan 600 yıl geçmesine rağmen, hemşireliğin kökeninin o çağın şifacılarına kadar uzandığını söyleyebiliriz. Bilgiler kadından kadına aktarılıyordu; ne yazık ki binlerce kadının katledilmesiyle bu yol bitirildi. Çünkü kadınlar yoksul ve eğitimsiz bırakıldığı için kendi tarihlerini yazarak nakledememişlerdi. Hekimlik üniversite eğitimi gerektiren bir meslek olunca bu mesleği de kadınlara kapatmak zor olmamıştı.
Buradan bakıldığında tıp biliminde erkekler kadınların hekim olmalarını da uzun yıllar engellemiş, özellikle (kazanç getiren sözüm ona itibarlı olan) cerrahi dalda yer almalarını istememiştir. Yaptığı işten görece para kazanan ebelik mesleği de kapitalist erkek egemen tıbbın eliyle bertaraf edilerek (1910 ABD) çok fazla emekle çok az para kazanan veya karşılıksız emek isteyen alana nasıl itilmişse, hemşirelik de “yardım, iyilik, kutsallık adı altında muhtaçlara bakım vermek çemberi içinde tutulup emeğinin maddi karşılığı verilmemiştir.
Ortaçağda ve bu yüzyılda da katledilen kadın cinsinin olağanüstü mücadelesine rağmen belini doğrultması sistematik olarak engellenmektedir.
Cerrahi tıp, sırtını aristokrasiye dayayıp yürüye dursun yine de ”şeytanlaştırarak katlettikleri kadınlara ihtiyaç duyulmuş, nerede para getirmeyen, ama fedakârlık ve kutsallıkla üstü örtülebilen emeğin harcanacağı yerlere monte etmişlerdir.
Çağların birinde “uydurma” gerekçelerle kilise aristokrasi ve devlet işbirliğiyle topluca katledilen, yakılan, idam edilen milyonlarca kadının insanlık tarihindeki yaralanışının izleri hala sürmekte, olağan üstü çabalara rağmen belini doğrultması sistematik olarak engellenmektedir. 2015 Türkiye’sinde hemşirelik mesleği-hala standart bir eğitimi dahi yokken- ne durumda anlamak için, Türkiyelilerin ortaçağdan bu güne değişe dönüşe, azala çoğala bütün kadınlara nasıl baktığını analiz etmek gereklidir. Gerçi birçok hemşirelik tarihi araştırmacıları ve hasta bakım hizmeti için kafa yoranlar, erkeklerin de bakım verebileceğinde ısrarcı olmuşlarsa da can alıcı sorunu tespit etmekte aynı ısrarı göster(e)memişlerdir. Mesele erkeklerin de hasta bakımı vermesi veya vermemesi değildir, mesele hali hazırda hasta bakımı veren kadınların nasıl konumlandırıldığıdır. Erkek de çalışır öğrenir; bebek bakımı, hasta bakımı vs. her bir şeyi münferit de olsa yapar. Ancak aynı statüde, aynı işi sistematik olarak yapan kadın meslektaşının uğradığı haksızlıklara uğra(tıl)maz.
Kadınlar tedavi edici veya koruyucu sağlık hizmetlerinde yer alırken hangi zorluklarla, neden karşılaşıyorlar ve bu zorlukların kaynağı nedir bakmadan, son 11 yıldır sağlık meslek eğitiminden geçirilerek hemşire unvanıyla hastanelere atanan erkeklerin hemşireler üzerinde yarattığı sorunları doğru tahlil edemeyiz. (Bu tahlili feministlerden başka yapan henüz yok.)
Bizim memlekette 1970’lerde köy/kasaba ortaokulunu bitiren erkeklerin İmam Hatip Okulları’na kızların da Sağlık Meslek Liseleri’ne gitmesine izin verildi. Çünkü yatılıydı, yoksullaştırılmış aileler, kolejler yerine evlatlarını (çoğu kez kızlara engel olsalar da) yatılı liselere gönderdirler. Üstüne üstlük de tepeden atanmış gayet cinsiyetçi okul müdürleri, aşağıdan yukarıya doğru bütün idari birimleri işgal etmiş ahlakçı egemen zihniyet üreticisi idareciler, yöneticilerimiz vardı. Dolaysıyla bağımsız kendi iradesiyle hareket edecek profesyonel hemşire yetiştirmekten ziyade, “kızlarımız” dedikleri icazet alan, itaat etmeye mecbur bırakılan, ev içinde“dayatılan” rolleri iş yerinde de sürdürecek genç kadınları hastaneler için ürettiler. “Ürettiler” diyoruz, çünkü: bizim başka seçeneğimiz yoktu, çünkü Türkiyeli bütün kadınlar gibi itaate ve haddini bilmeye dayalı aile yapısından ara bir tünelle Sağlık Meslek Liseleri’ne gelmiştik. Ve çizilen hattın dışına çıkmamız yasaktı.
İtiraz etmek, daha iyisini istemek, sorgulamak ve kaliteyi aramak gibi bir derdi olmayan Sağlık Bakanlığı, hemşire yetiştirme okullarından elini çekmediği ve hane içinde cinsiyetçi iş bölümü aşınmadığı sürece hemşirelik bağımsız, standart bir meslek ol(a)mayacaktır. Devlet, hemşire yetiştirmek yerine hemşirelik eğitiminin özerk ve standart olmasının önünü açmalı, maddi destek sağlamakla yetinmelidir.
Cinsiyetçiliğin ve ahlakçılığın bu denli kara, bu denli ağır olduğu Türkiye’de hemşire olmak, omuzlarımızda ağır yükler taşımak zorunda bırakılmaktı. Ya evlenecektik ya da herkesin evleneceği bir aday olacaktık. Birçok genç hemşire hastanedeki erkekler tarafından rahatsız edilmemek için yüzük takıyordu. Sanki yüzük şiddetten, rahatsız edilmekten koruyacaktı… Erkek tarafından rahatsız edilmemek adına “ben başkasına aitim” demek mülkiyetçiliğin değirmenine su taşımaktı, ama biz o günlerde bunun farkında değildik… Nişanlanınca özgürleştiğimizi sanıyorduk. Çemberin dışına çıkmak isteyen hemşirenin ya kafasına vuruluyor ya da ayaklarına o ahlakçı sarmal dolandırılarak ileri yürümesi engelleniyordu. Erkek meslektaşımızın böyle bir dayatmayla karşı karşıya kalmaları şöyle dursun kendileri bizzat bunu dayatan öznelerdi. Ne yazık ki onlar yasa(k)ların uygulatıcısı, ahlakımızın bekçisi olmaya hiç itiraz etmediler.
Hayatımızı kurtaracak bir altın bileziğimiz(mesleğimiz)olacaktı.
Hemşirelik mesleği birçok genç kadının kurtuluşuymuş gibi görünse de “kurtulmuş kadın yoktur” gerçeğinin farkında değildik. Kafamıza dank ettiğinde; hane içinde başımıza bela edilen cinsiyetlendirilmiş işler kamusal alanda da aynen dayatılıyordu. Özetle evdeki erkek kardeşlerin doğuştan nemalandığı haklar kız kardeşlerin elinden alınmıştı.
İş başvurusunda kadına; “evlenip evlenmeyeceğini, çocuk yapıp yapmayacağını” soran cinsiyetçi sermaye sektörünün aynısını devlet kendi kurumlarında da yapıyor. Erkeklere sorulmayan bu sorunun sadece kadınlara sorulduğu bir sistemde önümüze çıkarılan engel(leme)leri aşmak büsbütün enerji ve örgütlenme dayanışmayı gerektirirken bu güçlendirici koşuldan uzak kalan hemşire, dayatılan seçeneksizliğe/boyun eğerek hayatını kazanmaya zorlandı.
Tamda burada, Haydarpaşa Numune Hastanesi’nden hemşire arkadaşım ve Koç Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü öğrencileriyle sohbetimizde geçen soruların cevabını düşünme vaktidir
1- Erkeklerin(hemşir) hemşirelik mesleğini uygulamaya başlaması kadınların/ hemşirelerin iş yükünü hafifletti mi?
2- Erkeklerin hasta bakımı hizmetlerinde görevlendirilmesi kadın hemşireler üzerine yapıştırılan ve hep kadınlar üzerinden tanımlanan ahlakçı bakışı değiştirdi mi?
3- Bu iki ayrı cins ama aynı mesleğin kişileri arasında hiyerarşi var mıdır?(kadın hekim, erkek hekim gibi…)
Hostesler-hostlar ve erkek-kadın sekreterler gibi hemşirelik mesleğinin üyeleri de cinsiyetçi iş bölümümün kamuda en çok üretildiği hizmet sınıfının kişileridir. En fazla kadın çalışanı olan sağlık kurumları erkek egemen yapıdadır.
Hemşireler hem işte hem de evde çalışıp çifte mesai yaparlarken; erkekler, ailedeki kadınlardan en az birinin emeğini sömürerek hazırlanıp işe gelirler. Oysa kadınlar ev işlerini çocuk bakımını, temizliği, bulaşığı ıvırı zıvırı erkeğe yükleyip, erkekler gibi “evin işlerini yapan, arkamı toplayan biri var” diye elini kolunu sallayarak işe gel(e)mezler. Bunca ev işi dışında birde kocanın, sevgilinin haz/beden sömürüsüne maruz kalırlar.
Hemşireler, erkeklerle eşit koşul ve eşit haklarla hastane kapsından gir(e)mezler.
Yatak başı hasta bakım hizmetlerini kadın işi sayan erkekler; yönetim kadrolarına, daha statülü sayılan güya “ağır” ama getirisi olan işlere yönelirler. Hemşirenin hasta bakımı ve buna bağlı görevlerini icra etmesini engelleyen sistematik sorunlar, doktora çay yapmak gibi dayatılan cinsiyetli angaryalar tam da kadının ailedeki konumunun hastaneye taşınmasının fotoğrafıdır. Sabah işe gelen erkek hemşireye “gece neredeydin” diye sorul(a)maz. Kıyafeti, saçı, başı üzerinden mesleği, karakteri yüceltilip aşağılanmaz. Erkeklerin hiç sorgulanmadığı cinsiyetlendirilmiş anlamlar, hemşireler için cenderedir. Erkek hastalar erkekleri taciz etmeye yelten(e)mez. Doktor veya hastanenin diğer erkekleri, erkek hemşirelere bir cinsel objeymiş gibi bakmaz. Tersine erkekler, hemşireye ve kadın hastalara yönelik gözle, elle, sözle taciz edicilerden biri olabilirler. Hemşire ile eşit statüde meslektaş gibi değil, ağabey gibi üstten davranmaları, her koşulda üstten üsten akıl verici olmaları da cabası.
Erkekler kadınlara dayatılan ahlak ve cinsiyetçi işlerden bağımsız(mış gibi) erkek egemen sistemden faydalandıkları ve bu nemayı elinin tersiyle itmedikleri için kadın meslektaşlarının zor koşullarını kolaylaştırmazlar. Kadınların hayatını dar eden tutumlardan arınmak ve bunu yapanlara karşı mücadele etmelerini beklemek bu sistemde kişisel umutlardan öteye gitmeyecektir.
Hemşireler, hemşirlerin ve alanda çalışan diğer erkeklerin elle, gözle, sözle tacizine, zaman zaman cinsel saldırılarına maruz kalır. Bir meslektaşım “git, poliklinikteki erkek doktorun boynuna bak” dedi. Yatay çizilmiş iki tırnak izi… Bu hekim hemşireyi taciz etmeye kalkmış, hemşire kurtulmak için boynuna tırnak atmış… O andan sonra hekim hemşireye karşı görev dışı baskı yapmaya (şimdilerde mobbing deniyor) idarecilere “onu şuradan şuraya gönderin” demeye başlamıştı. Başka kliniğe gönderilmek istenmesinin esas nedenini, kendini savunmak için attığı tırnak olduğunu böylece öğrenmiştim. Kaçımız emir altında iken onca tacizleri cinsel saldırıları anlatabildik. Bütün kadınlar gibi susturuluyoruz, söyleyince “kim bilir ne yaptın ki o da sana bunu yaptı diyerek esas suçluyu(erkeği)kolluyorlar.
Başhekimden kapıcıya kadar erkeklerin cinsiyetçi fıkralar anlatarak kadınları nasıl aşağıladıklarını, keh keh gülmelerinin aslında bir çeşit aşağılama/ şiddet olduğunu çok geç anladık.
İnsana bakım vermek kadına dayatılmış ücretsiz emeklerden biri(mi)dir?
Ev işlerini ve hane halkının bakımını kadına dayatan erkeklerin hastanede benzer işleri nasıl yapacağı veya yapmadığı ortadadır. Başhemşire/yardımcısı, servis sorumlusu olmak, idari işlere yönelmek, istatistik kayıt birimlerinde çalışmak ve branşlaştırılmış (laboratuar, röntgen vb.) teknik hizmet alanlarına geçmede erkek hemşirler/sağlık memurları öteden beri ilk hak sahibi olarak görülür. Oysa kadın/erkek aynı okullardan mezun olup aynı işe başladığımızda bile erkek hemşirelerin çaba harcamadan nemalandığı EES kadının aleyhine kurgulandığından çok fazla enerji harcasa da“taviz vermeden” hak ettiği yere gelmesi engellenir. Eşit hak ve özgürlükler ise kâğıt üzerinde kalır. Önemli kayıplardan biri de, tüm eksikliklerine rağmen genç kadınların yöneldikleri istihdam alanlarından biri olan hemşirelik mesleğine AKP döneminde erkeklerin de monte edilmesiyle bu alan daraltıldı, kadınların kısmi olarak geri çekilmesinin de yolu açılmış oldu.
“Hemşireler evlenmemeli, evlenince işler aksıyor” diyen hastane idarecilerini biliyoruz. “Erkekler evlenince, sizce işler neden aksamıyor?” diye soruyoruz.
Eleman fazlalığında ilk önce kadını işten atıyorlar. Kadın hemşireler doğum yaptıklarında, annelik adı altında evde de bebek bakımıyla karşı karşıya iken, erkek hemşirelerin böyle bir bakımla uğraşmayacak –hiç değilse günümüzde- böyle bir bakım hizmeti dayatmasıyla karşı karşıya kalmayacaklardır. Devredilemez babalık izni erkek hemşirenin umurunda mıdır?
Koruyucu sağlık hizmetleri alanında hemşire ve ebelerin konumuna bu yazıda değinmeyeceğiz.
Erkek hemşirelerin hastanelere çağrılması hemşirelerin yükünü hafifletmediği gibi ayrımcılığı derinleştirecektir. Pozitif ayrımcılık ilkeleri hayata geçirilmeden, cinsiyetçi iş yükünü paylaştırmadan istihdam adı altında yapılan uygulamalar kadın cinsinin aleyhinedir. Erkekler kadınlara dayattıkları hayatın farkında değilmiş gibi yapmaktan sırtlarını dayadıkları egemen sistem aşınmadıkça vazgeçmezler.
Dolaysıyla, erkek kardeşler kız kardeşlerin hane içindeki yükünü ne kadar hafifletiyorsa; erkek hemşireler, hemşirelerin hastane içinde yükünü ancak o kadar hafifletirler.
Koşullara uymayan, cinsiyetli yasalarla yürütülen hemşirelik mesleğini yetkinleştirecek branşlaşma- halk sağlığı, çocuk ve cerrahi bakım hemşireliği gibi özgün bakım ve yöntem gereken dallarda- eğitimin kademelerinde başlamalıdır. Kadınlar için 90 yıldır yapılmayan bu uygulama sırf erkekler için yapılırsa şaşırmayız. Branşlaşma olmadıkça hemşirelerin emeğinin görünmezliği sürecektir.
Sağlık memurlarıyla aynı statüde yıllarca çalıştık, onlar masası olan sekreterlik istatistik gibi görece branşlaşma ve göze görünen yerlerde tutulurken ebe ve hemşireler sağlık memurunun meslektaşı değil himayesinde çalışan kişilermiş gibi konumlandırılmıştı. Erkek cinsi olmanın hiyerarşik nemasını hiçbir sağlık memuru veya erkek hemşire elinin tersiyle itmedi.
Kadına yasakladıkları dünyanın her nimetinden nemalanan erkekler, sağlık hizmetlerinde de hemşirelerin sırtına yüklenen cinsiyetlendirilmiş işleri paylaşmayacaklar, tersine arttıracaklardır. Devletin; hemşirelik mesleğine kendi bakışını monte etmek adına erkekleri de hemşire yapması sorunların üstünü örtmemiş, derinleştirmiştir. Dolaysıyla iki ayrı cinsin sorunlarının çözümü de aynı olmayacaktır
Hemşireler bu eğitim sitemi içinde devlet eliyle pekiştirilen cinsiyetli konumlarından çıkıp salt “profesyonel kişi” olabilecekler midir? Bu çok kıymetli işi yüklenebilecek donanım ve iradede olduklarını erkek hemşirelerden iki kat daha yüksek sesle söylemek zorundadırlar. Çünkü hemşirelik mesleğini eşit bir zeminde sorunları azaltmak, iş yükünü hafifletmek adına icra etmek için alana alınan erkeklerin unvanı hemşire olsa da onlar hala hemşirdir.
Notlar
• Cinsiyetçilik: Bir insanın mesleği, memleketi, ırkı, dini, adı, boyu, kilosu, statüsü vb. üzerinden değil, sadece cinsiyeti üzerinden ayrımcılığa uğramasına, cinsiyeti üzerinden tanımlanıp eleştirilmesine, yargılanmasına veya cinsiyeti üzerinden ödüllendirilip yüceltilmesine cinsiyetçilik denir.
• Cinsiyetçilik aslında kolluyormuş gibi yaparak tersten kadınları mağdurlaştırır. “Kadınsın, narinsin, naziksin”, “kadınsın, ayakta duramazsın”, “kadınsın, gece nöbeti tutamazsın” “kadınsın, sokağa çıkamazsın, ben yanında geleyim” demek gibi. Cinsiyetçilik kadını engelleyen, kadının önünde duran esas özneyi(erkeği)saklar.
• Hem, aynı; şir, kan-e ve -a takısı Arapça/Farsça ve birçok dilde dişilik anlamına gelir. Hemşire, kız kardeş, hemşir, erkek kardeş demektir.