Burada bahsi geçen direniş son günlerde hayatımızda yoğun bir yer kaplayan gezi parkı ile başlayan direniş süreci..Direnişi yalnızca sokağa çıkmakla eşdeğer olarak kabul etmediğimizi de söylemek gerek, direniş hayatın her alanında devam eden bir süreçtir; şöyle ki evin içi diye kurgulanan “pırıl pırıl” dünyalara karşı çıkmak da zaten bir tür direnmedir, belki de en önemlisi.. Erkek egemen sistemin kurguladığı kadın dünyalarından biri de ev işleriyle aşırı meşguliyet, ev işlerinde en iyiyi bilmek -bir nevi uzmanlık alanımız(!)- bunun üzerine bir de bunu sanki içimizden geliyormuş gibi, sanki biz bunu “severek” yapıyormuşuz gibi sunmak.. Halbuki harcanmış koskoca hayatların birikimi olan bu ev işi bilgisi bizim üzerimizde bir tahakküm bir feda olarak durmakta… Şunu biliyoruz ki bu bizim bir hayat tarzımız değil, bizim üzerimize bindirilen bir yük, bir de üzerine karşımıza sevgiyle soslanarak çıkan bir yük…
İlk bakışta sokağa çıkıp direnmekle ev işleri arasında ne gibi bir ilişki var denilebilir. Ancak gezi direnişi ile birlikte sokakta direnmek ve ev içinde direnmenin birbirini nasıl da tamamladığına bir çoğumuz şahit olduk. Bir kere evden sokağa atlayıp, evdeki her şeyi bırakıp, “aman da aman ev şimdi almış başını gidiyordur” diye düşünmemenin verdiği huzur bambaşka bir şey olsa gerek. Ya da her akşam eve koşa koşa gelip, ya da tüm gün evde işlerle meşgul olup akşama yapılacak yemeğin derdini çekmemek, cinsiyetçi iş bölümünün olmadığı, herkesin elinden geldiğince katkı sunduğu komün sofraları görmenin verdiği rahatlık da çok güzel.. Geceleri dışarılarda kaldığımızda, en yürünmez denilen mesafeleri yürüdüğümüzde, “pis” olana dair algılarımız değiştiğinde, yerleşikliklerimizi sorguladığımızda başka hayatlara doğru da yola alabileceğimizi gördük.. Ev mekanının erkek egemen kuruluşunun yanı sıra kentin erkek egemen kurgusuna direnmenin de önemli olduğunu anladık.. Evet sokaklar geceleri de gerçekten çok güzel! Ev işlerini terk ettiğimiz ve evi bok götürdüğü zaman oluşacak olan kaos ve dağınıklığı bir düşünsenize! İşte yıllarca bize yüklenen ev işlerinin ne olduğunu görmek/göstermek için de bir kapı aralığı; hafife alınan, sıradanlaştırılan, görmezden gelinen emek işte bu, biz bırakırsak dünya durur, pek de güzel olur.. Çamaşır ve bulaşık makinelerinin, bilimum temizlik malzemelerinin, küçük ev aletleri denen canavarların erkeklerle işbirliği yaparak bizi sömürdüğü patriyarkal kapitalizm dünyasına meydan okuyor devletin, sermayenin ve erkeklerin huzurunu kaçırmak için direniyoruz. Hem evde hem işte çalışıyoruz, işte çalışmamız aile bütçesine bir “katkı”, evde çalışmamız ise zaten görevimizmiş gibi sunuluyor. Örneğin birileri için kahvaltı sofrası hazırlamadan, o sofrayı toplamadan evden çıkmak istiyoruz, akşam koşa koşa eve gelmektense direniş için günümüze sokakta devam ediyoruz. İçine kapandığımız evlerimizi, bireyselleşen hayatlarımızı sorguluyoruz, ev işlerini yapmayı reddediyoruz. Direnişin getirdiği “nesnel” koşullar yani evde çok vakit geçirememek bize gösterdi ki olması gereken diye anlatılan bizim hikayemiz değilmiş, bizim hikayemiz evi ve sokağı birlikte dönüştürebilmenin de tarihiymiş. Öte yandan direnişin yarattığı nesnel koşullar dediğimiz durumun faturasının tekrar kadınlara çıkmaması için ev işinin toplumsallaştırılması, toplumsallaştırılırken de cinsiyetçi işbölümünün ortadan kalkması şart. Evet evden çıkıyoruz, ev işlerini, çocuk doğurmayı, “şefkatli” aile yuvalarını terk ediyoruz. Zaman zaman taciz ve korku alanları olarak karşımıza çıkan ve kimi zaman da zorlukların alanı olarak gösterilen sokağın da dönüşmesi gerektiğinin farkındayız, direnişin de ev içindeki cinsiyetçi iş bölümünü tekrarlamaması için direnişi direnişle dönüştürmek gerektiğinin de farkındayız.. Bunun topyekün bir direniş olmasından dolayı handikapları elbette var, zira erkek egemenliğinin en ince, en görünmez olanı da dahil pek çok mekanizması direnişte de karşımıza çıkıyor. Bizler hepimizin daha iyi bir dünyada yaşayabilmesi için kapitalizmin yıkılması gerekliliğini bilmekle beraber, o komün sofraların hazırlayanları da olmak istemiyoruz. Direnişin talcidli sularını hazırlayan, gazlı kıyafetlerini, sirkeli maskelerini yıkayan da olmak istemiyoruz. Evde yapmayı reddettiğimiz şeyi sokakta da yapmak istemiyoruz.. Eşitlik için sokaklardayız.. Her türlü patriyarkal sömürüye karşı çıkıyoruz.
Evleri dönüştürmenin sokağı da dönüştürmekle çok büyük bir ilişkisi var.. Ya da tam tersi.. Bizler sokağa çıktığımızda da, direnişte de mutfakların bilgisine sahip, korunmaya muhtaç yol arkadaşları değil direnişin öznesi olmaya devam edeceğiz. Direnişte kadınlar “da” var gibi “dahi” ekleriyle anılmak yerine, direnişte kadınların olduğunu haykırıyoruz. Bu süreçte pek çok kapı aralandı ama hâlâ sesimizi daha fazla duyurmaya, daha fazla dağınıklığa, daha fazla “kire” ihtiyacımız var, ne demiştik “bu daha başlangıç, mücadeleye devam”…
Direnişin getirdiği “nesnel” koşullar yani evde çok vakit geçirememek bize gösterdi ki olması gereken diye anlatılan bizim hikayemiz değilmiş, bizim hikayemiz evi ve sokağı birlikte dönüştürebilmenin de tarihiymiş.