Hülya Osmanağaoğlu
1980’lerin ortasıydı sanırım, tek kanallı televizyonda “değişmeyen tek şey değişimdir” diyen bir reklamla anlamıştık 80 öncesinin pankart yazarlarının reklamcı olduğunu. Kimileri yaratıcı reklam metinleri yazarak eski hünerlerini konuştururken kimilerinin payına afişlerden öğrendikleri kostiklerle duvar kâğıdı ustası olmak düşmüştü tabii. Dünyada reklamcılık nasıl bu kadar gelişti bilmiyorum ama burada memleketin eski solcularının sermayenin reklam anlayışına ciddi katkılarda bulunduğu da bir gerçek. Sonra toplumsal dönüşümleri reklamlarla takip eder olduk. Eh feminizmin etkisi de reklamlardaki kadın imajlarını değiştirir oldu. Kadınlara ilişkin feminizan vurgusuyla öne çıkan reklamların belki de en ünlüsü bir kadın pedi reklamındaki “çocuk da yaparım kariyer de” şarkısıyla yapılandı. Sözleri ve müziği “tek taşımı kendim aldım” diyen Nil Karaibrahimgil’e aitti (Ama kendi de evlendi demeyelim lütfen. Neticede “Girls Just Wanna Have Fun” diyen Cyndi Lauper’la “Papa Don’t Preach” diyen Madonna da evlendiler).
2003’müş kadınlara ön görülen hayatın “en azından” hem çocuk hem de kariyer olduğu zamanlar. Yani AKP’nin ilk dönem iktidarının birinci yılıymış. 2008’de, yani AKP’nin ikinci döneminin ikinci yılında ise “evimde mutluyum ben” diyen bir kadının kendini gün boyu yatak örtülerinin üstüne atışına, beyaz bornozlarla mis gibi koktuğunu söylediği evinde koşturmasına şahit olmuştuk. Ev tekstili reklamıydı. Nevresim deseninin [ne demekse] onu anlattığını yatak örtüsünün de duvak gibi olduğunu söylüyordu. Evde oradan oraya koşturup şarkı söylerken ev işlerini kimin yaptığını, akşam eve gelecek suratsız kocanın önüne kimin yemek koyduğunu görmüyorduk. Reklamdaki şarkı da tesadüf müdür bilinmez ama Ajda Pekkan’ın en erkek egemen sözlere sahip şarkılarından birinin “O Benim Dünyam”ın melodisi kullanılıyordu (Gerçi haksızlık etmeyelim Ajda’ya, şarkının Bonnie Tyler’ın söylediği orijinalinin, “I Need a Hero”nun sözleri de pek bir erkek düşkünüdür).
“Evimde mutluyum ben” diye sinirlerimizi zıplatan reklam sonun başlangıcıydı ve reklamcılar öngörülüydü her zamanki gibi. Artık her muhafazakârlık – aile baskısı- AKP yazısında saymaktan yorulduğumuz gelişmeler bu dönemden sonra önce yavaş yavaş sonra hızla hayatımızı belirlemeye başladı. Kadın bakanlığı aile bakanlığına dönüştü. Kadın ve aileden sorumlu bir bakan “eşcinsellik hastalıktır” deyiverdi. Tayyip Erdoğan zaten hızını hiç alamadı ve saydırdı durdu; kürtaj Uluderedir; kızlı erkekli evlere ailelerden önce biz müdahale ederiz; üç çocuk doğurun o da yetmez beş çocuk olsun (galiba en son 6’da karar kıldı); kadın erkek eşit olamaz fıtrata ters ancak eşdeğer olabilirler ve adalet ile fırsat eşitliğinden yararlanabilirler; doğum kontrolü ihanettir vb. Durumdan vazife çıkaran bakanlar da sıraya girdi, Bülent Arınç kadınlar kahkaha atmasın dedi, Sağlık Bakanı da önce sezaryenle doğum fıtrata ters dedi ardından kadınların en önemli kariyerinin annelik olduğunu buyurdu.
AKP iktidarının üçüncü döneminde gözümüzü en çok çıkaran reklamlar ise hiç kuşkusuz tek-üç-beş taşlı pırlanta yüzük reklamlarıydı. Sevgililer günüyle başlayıp anneler günüyle doruğa çıkan tek taş reklamları artık yılbaşı öncesinde de içimizi bayıltıyor. İki kişi arasında sevgi demek heteroseksüel evlilik demektir diye beyinlerimize boca edildiği için artık ilköğretim çağındaki erkek çocuklar bile çıkma teklifinin hemen ardından sınıfsal durumlarına göre imitasyon ya da gümüş tek taş almadıklarında kızları yeterince sevmedikleri düşünülüyor. Öyle ya seviyorsan evlenecek kadar ciddi düşünmelisin!
Tabii sadece bakanların, başbakanların, cumhurbaşkanının incileriyle ideolojik hegemonya kurulamayacağı için yeni Türkiye’nin yeni kadın örgütleri gazetelerden, ekranlardan, internet sitelerinden gözümüze sokulmaya başlandı. Artık kadın örgütü denilince aklımıza gelivermesi beklenen KADEM’imiz var mesela. 2013’te kurulmuş ama İstanbul Sözleşmesi’ne göre devletleri denetleyecek “hükümet/devlet dışı kadın örgütleri” adına, onca yıl alanda mücadele eden kadın örgütleri ve feminist örgütler yok sayılarak, KADEM temsilci seçildi.
Belli ki kadın örgütlenmesinin sadece kadın kollarıyla olmayacağını AKP de fark etti ve “bağımısız”mış gibi görünen ama ideolojik, politik ve (muhtemelen) örgütsel olarak tümüyle AKP’ye bağımlı bir kadın örgütü kuruldu. Sonra KADEM başkanının, eskiyen feminizmin kadın erkek eşitliği hedefinin yerini, modernizmi aşan yeni feminizmle öne çıkan eşdeğerliğin aldığına ve adaletin eşitliği aştığına ilişkin tezlerini okuduk. Oysa Avrupa’da kadınların ilk dönem mücadelelerinde kadınların erkeklerle farklı ama tamamlayıcı olduklarını ve eşitliğin yerine eşdeğerliği, farklılıkta eşitliği savunduklarını biliyoruz zaten on yıllardır. Geleneksel değerlere fazlasıyla önem veren, dini motifleri güçlü bu hareket (zaman zaman burjuva feminizmi diye adlandırılsa da çoğu zaman feminizm dışı olarak kabul ediliyor) genellikle önce dini amaçlı sonrasında ise hayırsever kadın dernekleri ile örgütlenmişti.** Tabii başbakan 301 madencinin katledilmesini meşrulaştırmak için 1800’ler İngiltere’sinden örnek verince KADEM başkanı da kadınların öncelikli rolünün annelik olduğunu anlatmak için 150 yıl önceki kadın hareketinin tezlerini yeniymiş ve feminizm tarafından aşılmamış gibi post feminizm makyajıyla sunuyor.
Tayyip Erdoğan’ın kürtaj saldırısını sokaklara dökülüp püskürttüğümüzden beri AKP önce yoklamaya sonra propagandaya ve ideolojik hegemonyasını sağlamlaştırmaya ve en son da saldırıya geçmeye karar vermiş görünüyor. Üç yıldır her altı ayda bir gündeme gelen kadın istihdamı tasarısı tartışmalarının sonunda, Ahmet Davutoğlu’nun “aile ve nüfusun korunması” programı ile kadınlara evliliğin, anneliğin ve niteliksiz işlerde kariyersiz çalışmanın dayatılması planı çıktı.
Davutoğlu’nun “müjdeledikleri”, aslında ne Tayyip Erdoğan’ın ne de Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun söylediklerinin öyle bilinçaltının dışa vurumu filan denebilecek şeyler dahi olmadığını, somut ve derhal hayata geçirilecek kadın düşmanı kararların politik arka planı olduğunu gösteriyor.
Kadınlar ancak anneliğin kazandırdıklarıyla erkeklerle eşdeğer
Açıklanan “aile ve nüfusu koruma” programında, kadınların sadece annelikle tanımlanıp, kamusal alanda ve ücretli emek gücünde annelik “görevinin” belirlediği çizgilerle, yani erkeklerle eşit olarak değil, ancak anneliğin kazandırdıklarıyla erkeklerle eşdeğer olarak var olabileceklerini, görüyoruz.
“Çocuğunu ihmal etmeyecek şartları oluşturmak ama işini kaybetmesini de engellemek. Böyle bir denge kuruyoruz. Her bir çocuk için ek izinler ve yarı zamanlı çalışma hakkı tanıyoruz tam ücretle” diye anlatıyor artmış görünen doğum izinlerinin mantığını Davutoğlu. Babalara çocukları ihmal etmemek için 5 gün bilemedin bir hafta izni yeterli görürken kadınları işe aylarca ara vermeye “teşvik” ediyor AKP. Oysa günde on beş defa gözümüze sokulan nargilenin marpucu kamu spotu yerine erkeklere ev işi yapmayı salık veren kamu spotu yayınlasalar kadın istihdamının artışına çok daha ciddi bir katkı sağlayabilirler.
Kamuda doğum izinlerinin kıdem alma süresine sayılacağını söylüyor ama özel sektörde çalışan kadınların patronlarının kadınları, zaten terfi ettirmezken, 2-3 senede bir yine Davutoğlu’nun deyimiyle yaklaşık 8 ay doğum izni kullanırken, nasıl terfi ettireceğini anlamak mümkün değil. Kamuda kadrolu istihdam her geçen gün daha da sınırlanırken bu uygulamanın aslında kadınlara bir ömür terfi almadan en niteliksiz işlerde çalışın demek anlamına geldiğini kuşkusuz biliyordur Davutoğlu.
Kadınlar doğum izni sebebiyle yarım zamanlı çalışırken işveren yarım ücret verecek, kalan yarıyı devlet karşılayacağı için yarım zamanlı olarak bir kişi daha istihdam edilebilecek diye cinfikirli öneriler yapan Davutoğlu, belli ki herkesin yerinin kendisininki gibi kolayca doldurulabileceğini sanıyor. Hani hükümete bir kendisi bir de bir de Tayyip Erdoğan başkanlık edebildiğine göre işverenlerin de makine mühendisi imalat müdürü bir kadın doğum yaptığında bir başka makine mühendisini 2-4-6 ay boyunca yarım zamanlı imalat müdürü olarak çalıştırabileceğini sanıyor galiba… Hatta bir banka şube müdürü doğum izniyle yarım zamanlı çalışmaya başlayınca altı ay yarım zamanlı çalışsın diye bir başka şube müdürünün işe alınabileceğini sanıyor da olabilir. Ya da kadınların tek kariyerinin annelik olabileceğini, bu yüzden asla müdür, yönetici, yetkili vb. olamayacağını, niteliksiz işlerdeki yerlerinin de kolayca “pek yakında” yeniden gündeme gelecek özel istihdam bürolarından kiralanacak geçici işçilerle doldurulabileceğini düşünüyor olabilir mi…
AKP kadınların istihdamdaki çocuk bakım engelini kaldırmak için işyeri kreşlerini ulaşılabilir bir yasal düzenlemeye kavuşturmayı (mesela kadın erkek ayrımı olmaksızın 50 kişinin çalıştığı her işyerinde ve bizzat işyerinin bulunduğu mekânda kreş açmak gibi), erkeklere de kadınlarınkiyle aynı uzunlukta devredilemez ve bölünemez ebeveyn izni vermeyi düşünmüyor. Biliyoruz ki, maddi olarak devlete getireceği yük aynı olsa bile tercihlerini kadınları hem istihdama dâhil etmek hem de çocuk doğurmaya teşvik etmek yönünde kullanmalarının nedeni hiç kuşkusuz hedefledikleri muhafazakâr-dindar-itaatkâr nesillerden oluşan toplumu inşa etmek için öncelikle kadınları annelikle sınırlayıp aileye zincirlemeye ihtiyaç duyuyor olmaları. Her ne kadar belediye kreşleri açılacak dense de o açılacağı söylenen belediye kreşlerinin makûs talihi de aynı yasalaştığı halde yaptırım olmadığı için hiç açılmayan sığınaklar gibi olacaktır. Özel kreşlere yapılacak vergi indirimleri haberi ise bakım hizmetlerini piyasalaştırmaya dayalı neo-liberal kararlılığın sürdüğünü gösteriyor.
Çeyiz hesabı da müjdelemiş Davutoğlu, 18 yaşına kadar aileler para biriktirsin onların biriktirdiğinin yüzde 15’i kadar da biz verelim sonrada gençleri en geç 27 yaşında başgöz edelim diyor. Devletten para istiyorsan en geç 27 yaşında evlenmeyi şart koşuyor ve nikâh cüzdanını getirene eşya- çeyiz yardımı yapmayı vadediyor. Kuşkusuz bu çeyiz birikimleri öyle evlenmeden önce bankaya bir para koyalım devlet de üstünü eklesin mantığıyla gerçekleşmeyecektir. Sürekli tasarrufların yetersizliğinden bahsederken esas olarak sermayeye kaynak sağlamak için düzenlemelere girişen AKP, bir yandan işsizlik fonunu sermayenin talanına açarken kıdem tazminatı fonu adı altında benzer bir uygulamaya da aynı nedenle hazırlanıyor. Bireysel tasarrufları uzun vadeli kılmak için gerçekleştirilen düzenleme ise bireysel emeklilik sigortası oldu. Yüzde 25 devlet katkısı için on yıl şartı getiren BES uygulamasının bir benzeri belli ki çeyiz hesapları adı altında gündeme gelecek.
Ağızlarından adalet lafını hiç düşürmezken zengine çok yoksula az vereceklerini de marifetmiş gibi müjdeliyorlar. 18 yılda100.000 (yüz bin) lira biriktirene 15.000 (on beş bin) vereceklermiş, tabi asgari ücretle açlık sınırında yaşayan ailelerin yoksul çocuklarına hangi biriktirdiklerinin yüzde on beşini verecekleri meçhul. Eh zaten dememiş miydi Tayyip Erdoğan adalet eşitlikten daha önemli diye. Mülkün temeli olan adalet de böyle bir şey işte, zengin çocuğuna zenginliği kadar çeyiz parası yoksul çocuğuna biber gazı, toma suyu, kurşun…
Kadınlar erkek egemenliğine isyan ettikçe…
Kadına yönelik şiddet sorusuna ise “bu zihniyet meselesi, zihniyeti dönüştürmek gerek” diye cevap vermiş Davutoğlu. Görüyoruz onların hangi zihniyeti dönüştürmeye çalıştığını. Kadınlar erkek egemenliğine isyan ettikçe ve boşanma oranları bu isyanla yükseldikçe, katliama yönelen erkekleri polis- yargı işbirliğiyle korusalar bile aileyi koruyamadıklarını fark ediyorlar. Bu nedenle önce boşanmak isteyenlere boşanma ombudsmanlığı, psikolojik [baskı] seansları getirdiler ve televizyon dizileriyle vs. bu süreçleri meşrulaştırmaya başladılar. Şimdi de evlilik öncesi eğitim programlarını dayatmaya karar verdiler. Hem evlilik öncesinde hem de boşanmak istediklerinde kadınlara yönelen aile içinde kalma baskısıyla boşanmalar engellenmeye çalışılıyor.
Önümüzdeki yirmi yılda AKP’nin bugünün genç kadınlarına sunduğu yaşam tahayyülünde; Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle fazla ince eleyip sık dokumadan ilk kısmetle evlenmek; 35 yaşına kadar en az üç çocuk doğurmak; aile bütçesine katkıda bulunmak için genellikle yarı zamanlı, her daim düşük ücretli ve sonsuza dek niteliksiz işlerde çalışmak; asla boşanmamak; boşanmaya çalıştığında kutsal aileyi yıkmaya çalıştığın için toplumsal dışlanmaya katlanmak; olur da boşanmayı başarabilirsen öldürülmediğine dua ederek yaşamak zorunda kalmak var.
Önceki aile bakanı Fatma Şahin’in sermaye temsilcilerini ikna etmek için “sermayeye ek yük getirmeyeceğiz” taahhütleriyle cilalamaya çalıştığı ücretli doğum izinlerini artırma planının da rafa kalktığını açıklamış Davutoğlu. Belli ki, görece daha güvenceli işlerde çalışan kadınların yararlanabileceği doğum izinlerinin altı aya çıkarılması planı işveren örgütü sözcülerinin attığı fırçalar sonucunda “aile ve nüfus koruma programına” dâhil edilmemiş. Kaldı ki ebeveyn izni olarak erkeklere de zorunlu devredilemez doğum izni verilmediği sürece kadınların doğum izni sürelerini artırarak da olsa daha çok çocuk doğurmaya teşvik edilmesinin, kadın işçileri kayıt dışı, düşük güvenceli ve niteliksiz işlerde çalışmaya mecbur edeceğini dün de söylemiştik bugün de söylemeye devam ediyoruz.
Son iki üç yıldır AKP’nin her altı ayda bir ama anneliği ama kadın istihdamını teşvik etme başlığı altında sunduğu paketlerin/programların tek bir sonucu söz konusu: Kadınların esas görevinin aile içinde konumlanmak olduğuna ilişkin ideolojik hegemonyayı güçlendirerek kadınları ücretli emek gücü içinde eğreti bir bileşen haline getirmek ve kadın emeğinin değerini daha da ucuzlatmak. Ne bu program ne de daha önce tartışılan önerilerin kadınların bu derece güçsüz ve örgütsüz olduğu iş piyasasında uygulanabilme şansı zaten yok. Patronların ve işyerlerindeki erkek yöneticilerin baskısı, kadınların bu hakları kullanmaktan hangi tür işte çalışıyor olurlarsa olsunlar imtina etmelerini gerektirecek. Mevcut sınırlı süt izinlerinin bile kullanılmadığı düşünülürse yarım zamanlı tam maaş gibi bir uygulamanın hayata geçmesi [kamuda bile, kıdem kaybı olmaksızın] mümkün değil. Ancak bu yasal düzenlemelerle gelen “haklar” kullanılamayacak olsalar bile önümüzdeki en fazla on yıl içinde tüm kadınları ücretli emek gücünün sürekliliği şüpheli bileşeni haline getirecekler. Aslında AKP dördüncü döneminde bir yandan kadınları eğreti [işlerde] çalışmaya daha fazla zorlarken bir yandan da bizzat kadınların kendilerini ücretli emek gücünün eğreti unsurları haline gelmeye zorlayacak görünüyor.
Peki, acaba dördüncü dönemin reklamlarında kadınları nasıl görürüz diye fikir uçuşması yaparsak… Açıkçası üçüncü dönemdeki kamu spotlarının yerine, dördüncü dönemde televizyonlarda Yavuz Bingöl’ün, Niran Ünsal’ın, Tuğçe Kazaz’ın sesinden Tayyip Erdoğan’ın ya da Diyanet İşleri Başkanı’nın talimatlarının yayınlandığı AKbildirileri duymak şaşırtıcı olmaz. Dördüncü dönemin reklamlarında ise muhtemelen bankalar, 10 yaşındaki başı örtülü ortaokul öğrencisi kız çocuklarına çeyiz hesaplarını kendi bankalarında değerlendirirlerse daha fazla faiz alacaklarını söyletiyor olacaklar.
* Davutoğlu’nun açıkladığı programa ilişkin veriler Radikal ve Hürriyet’in web sitesinden alınmıştır.
** Nicole Van Os: “Osmanlı Müslümanlarında Feminizm”, Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi- Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, İletişim Yay. İstanbul, 2002