Christine Delphy’nin de editörlerinden biri olduğu üç ayda bir çıkan NQF (Nouvelles Questions Feministes) dergisinin 2011 yılı Ocak ayı sayısında annelik kavramını maddeci bakış açısıyla irdeleyen bir makale yayınlandı. Bu yazının amacı Anne Françoise Praz, Marianne Modak ve Françoise Messant tarafından Fransızca yazılmış olan makalenin kısa bir özetini sizlere sunabilmek: Herşeyden önce kullanılan dilin eleştirisi ile başlayalım:
“Dünyaya çocuk getirmek” ifadesi annelik kurumunun kadının kendini gerçekleştirmesine, kadının mutluluğa ulaşmasına giden yol olarak psikolojikleştirilmesine hizmet ederken, “çocuk üretmek” kavramı ise işin maddi yönlerine vurgu yapmaktadır. Ve her üretimde olduğu gibi, burada da üretimin maliyetleri toplumun en zayıflarına, yani kadınlara yıkılır. Halbuki, annelik değil de çocuk üretimi üzerinden düşünmek çocuk-annelik-özel alan bağlantısını kırmamızı sağlayarak, erkeklerin ve toplumun geri kalanının bu konudaki sorumluluklarını hatırlatır. Nitekim feminist araştırmalar, bize çocuk üretimi maliyetlerinin kadınlara yıkılmasının kadınların her anlamda ezilmişliğinin sürdürülmesinde merkezi bir unsur olduğunu göstermiştir. Başka bir deyişle, annelik kurumu kadınların erkeklere olan ekonomik bağımlılığının sürdürülmesini sağlar ve erkekler tarafından ev emeğine el konulmasını meşrulaştırır.
Günümüzde kadınların emek piyasasına katılımı arttığı halde annelik baskısı devam ediyor. Tam da anneliğin kadınların erkeklere olan bağımlılığını üreten bir kurum olarak sahip olduğu konum değişmediği için; ve annelik baskısı tüm kadınların üzerinde sürdüğü için iş yaşamında elde edilen birçok eşitlikçi kazanımın altı oyuluyor. Giderek artan iyi anne olma baskısı, kadınlarda suçluluk duygusu üreterek çocuk üretimi maliyetlerinin başkalarına devredilmesinin de önünü tıkayabiliyor. Böylece, kadınların tabi olduğu ikili emir “kariyer ve annelik” ve içeriğinde giderek daha çok yük barındıran “iyi annelik” baskısı, kadınların psikolojik olarak yabancılaşmasının da temelini oluşturuyor. Kadınlar bir yandan kariyer yoluyla toplumsal itibar edinme arzusu ya da zorunluluk gereği ekonomik yükü sırtlanırken, bir yandan da “anne olma ve iyi anne olma” baskısı sonucu, aynı anda hem “işçi” hem de “anne” olarak konumlanarak kendi isteklerini, ihtiyaçlarını göz ardı etmek zorunda kalıyor. Bunun yanı sıra, annelik görevlerinin ya da çocuk bakım maliyetlerinin tamamen kadınların üzerine kalması, kadınlar arasında çocuk bakımı konusunda ücretli düzenlemelere gidilmesi ve bu işin değersiz bir meslek olarak addedilmesi, kadınlar arasındaki farklı hiyerarşileri de derinleştiren bir niteliğe sahip: Çocuklu kadınlar/çocuksuz kadınlar, tam zamanlı aktif anne olanlar/yarı zamanlı aktif anne olanlar, eşi olan anneler/yalnız anneler, ev geçimiyle birlikte çocuk bakımını da üstlenen ekonomik olarak dezavantajlı konumda olan anneler/çocuk bakımının bir kısmını devredebilen (işin duygusal olmayan maddi tarafını) ekonomik açıdan avantajlı anneler, batılı anneler/göçmen bakıcılar vs.
Annelik kurumunun küresel olarak kuzey ülkeleri ve güney ülkeleri kadınlarını nasıl bir eşitsizlik içinde birleştirdiğini gösteren çarpıcı bir örnek vermek gerekirse: Hindistan’da birçok kadın evlilik dışı ilişki ya da yoksulluk nedeniyle “iyi anne” olma niteliklerine sahip olmadıkları düşünüldüğü için çocuklarını evlatlık vermek zorunda kalıyor. Evlatlık verilen bu çocuklar ise, anne olma baskısı yaşayan ve çocuk sahibi olmanın sosyal uyumun bir kriteri olduğunu düşünen orta sınıf batılı çiftler (hetero/eşcinsel) tarafından evlat ediniliyor.
Eşcinsel ebeveynliği çocuğun bakım sorununa bir çare olamıyor. Eşcinsel çiftler annelik kurumunu sarsma potansiyeli taşımalarına rağmen bunu yapamıyor ve “normal bir aile” olarak görülme kaygısıyla heteroseksüel çekirdek aile benzeri, “anne-baba” temelli iş bölümünü yeniden üretiyorlar.
Feministlerin annelik konusunda nasıl bir tartışma yürüttüklerine bakıldığında, radikal materyalist feministlerin annelik kurumunu ve annelik sevgisi mitini kökten reddederken, anneliği halihazırda bir çok kadının yaşadığı bir deneyim olarak analiz etmekten uzak kaldıklarını söylemek mümkün. Buna karşılık, son zamanlarda ortaya çıkan özcü bir feminizm ise anneliği patriyarkal ve kapitalist değerlere karşı alternatif değerlerin oluşturulabileceği, kadınlık etiğinin yaratılabileceği bir yer olarak idealleştiriyor. Her iki bakış açısı da kadınların somut sorunlarına cevap vermiyor ve çocuk üretimi maliyetlerinin toplumun en zayıfları olan kadınların üzerine yıkılması sorunu yanıtsız kalıyor. Feministlerin yıllardır dillendirdiği babaların da annelik etmesi gerektiği fikri, uygulamada birkaç örnekle sınırlı. Bunun nedeni, bu sorunun çiftler arasında bir anlayış sorunu olarak görülerek bireyler arası ve aile içi düzenlemelere bırakılması. Halbuki işin özünde bir çıkar çatışması olduğunu görmek gerekiyor. Erkeklerin sorumlulukları üzerinde ısrarcı olmaya devam etmekle beraber, bu meselenin aile içi ya da eşler arası bir mesele olmaktan çıkarılması da gerekiyor. Çocuğun yetişmesi açısından gerekli olan emek ve duygusal bağ, sadece bir aile çerçevesinde ve sadece biyolojik annenin verebileceği bir şey midir? Her çocuğun onunla ilgilenecek bir yetişkine ihtiyacı vardır, ama her yetişkin, cinsiyeti ne olursa olsun, kendini bir çocuğa vakfetme ihtiyacı hissetmez.
Anne Françoise Praz, Marianne Modak ve Françoise Messant, (2011), “Produire des enfants aujourd’hui: un défi pour l’analyse féministe” NQF Vol. 30 No 1.