…Bir Anadolu efsanesine göre bir kadının çocuğu hastalanır, hekimlere başvurur bir çare bulamaz. Hekimlerden biri vahşi ve evcil hayvanların sütlerinin karışımını çocuğa içirmesini söyler. Kadın dağ dağ, diyar diyar gezer ve süt karışımını bulur ama geç kalmıştır. Çocuğunu kaybeden kadın süt karışımını bahçeye döker. Bahar vakti ekinlikten şimdiye kadar görmediği bir bitki çıkar. Kadın bu fidana çocuğunun hatırası olarak bakıp büyütür. Birkaç yıl sonra bitki kol atar meyve verir. Kadın meyvenin tadına bakar çok beğenir. Bir kısmının suyunu çıkarır, şişelere koyup tavan arasına kaldırır. Birkaç yıl sonra tavan arasına çıktığında unuttuğu şişeler gözüne takılır ve onu içince neşelenip oynar, nara atıp şarkı söyler. Sesi duyan eşi, komşuları da şişede kalmış üzüm şırasından içip aynı şekilde davranırlar…
0n üç kadın, bir çocuk, bir de adam.Bir açık kasa kamyonet…. Manisa Hacıveliler. Asma yaprağı toplamaya gidiyorlar Ayşe ve kocası Seydi. Seydi kamyoneti sürüyor. Şoförlüğü nasıldı acaba Seydi’nin. Ayşe’nin de ehliyeti var mıydı? Seydi öğretmiş miydi acaba Ayşe’ye kamyoneti kullanmayı? Başka nerelere götürmüştü Ayşe’yi o kamyonetle? Ayşe’nin annesi Kezban da arkada, kız kardeşleri Zeynep ile Ümmühan da. Onların soyadları Uysal. Uysal kadınlar hep Ayşe’nin kız kardeşleri. Ayşe de Uysal’mış eskiden, evlenince Aydın olmuş soyadı. Asma yaprağı toplamaya gidiyorlar. Yaprak sarmasını nasıl yaparlar, kalem gibi incecik sarılanı makbulmüş. Ne olacak ki sanki kalın sarılsa, yok hep zorluk hep zorluk.Gelinleri Nesrin de arkada. Nesrin severek mi evlenmiş acaba kocasıyla? Ayşe ile iyi miydi arası Nesrin’in? Nesrin hamile, istedi mi acaba çocuğu yoksa 8 ay olmuş evleneli “e artık zamanı gelmişti” mi dedi(ler)? Biliyor muydu acaba hamile olduğunu, anlamış mıydı? Doğsaydı meme alacak mıydı acaba Nesrin’in bebeği, yoksa mama da mı verecekti takviye? Anne sütü en iyisi deniyor ya… Nurdane’nin oğlu Murat gibi belki büyüyünce onu da getirecekti yanında asma yaprağı toplamaya. Kime bırakacaktı ki çocuğu Nurdane? Yanında gelsin hiç olmazsa o da yaprak toplardı. Fadime, Ümmü, Zeynep, Azize, diğer Ayşe, Zekiye, Yıldız onlar da arkada. Asma yaprağı toplamaya gidiyorlar. Üstlerinde birer etek, başlarında birer yazma, belki bir eski erkek gömleği üste geçirilmiş öylesine. Önümüz bayram, günlük 30 – 40 lira, bir eksik kapatır. Eksik öyle çok ki… Yapraklar kadar. Her bir yaprak kapatsa keşke eksikleri, büyük yapraklar büyük eksikleri, küçük yapraklar daha küçük eksikleri kapatsa, bir günün sonunda…. Bir çuval asma yaprağı kapatsa bütün eksik gediği…
Kimbilir ne yediler köyden çıkmadan evvel. Süt içtiler mi mesela gece sahurda ertesi gün tok tutsun diye… Oruç tutuyorlar mıydı? Bu bunaltıcı sıcakta, çalışmaya giderken. İftarı bağda mı yapacaklardı yanlarında götürdükleri iftarlıklarıyla? Nesrin belki anlamıştı hamile olduğunu, tutmuyordu oruç. 03.43 de çıkmışlardı köyden, sahurdan hemen sonra. Asma yaprakları çok hassas, ya sabah ya da akşamüzeri toplanmalı güneşten solmasın diye. Ya o kadınların elleri… Bebeğin ateşini ölçmek, süte maya çalma ısısını kaçırmamak için bir termometre gibi hassas olmalı, akan gözyaşını silmek içinse pamuk gibi yumuşak…. Ama çapa sallamak, dağ gibi bulaşıkları yıkamak içinde demir gibi sağlam, taş gibi sert olmalı… O taşları basmalı sonra bağrına evladına yok yere kıydıklarında… Oysa asma yaprağı kadar değeri yok ellerinin… O eller ki solması, üşümesi, çatlayıp kanaması kimsenin umurunda değil.Ama asma yaprakları hassas. Kilosu 1,5 liradan çünkü.Pazarda, markette kat be kat daha fazlaya. O yaprakları toplayan ellerin değeri ise ne bilinir ne de görülür…
İki saat yol gitmişler kamyonetin arkasında hoplaya zıplaya, sağa sola devrile dura, belki gülerek kamyonet zıpladıkça… Az biraz daha da gideceklerdi belli ki. Belki uyuyorlardı, kafaları birbirlerine düşmüş, yazmaları biraz kaymış.Yolun girinti çıkıntıları asma yaprağının girinti çıkıntıları gibi ise uyumak zor… Bir de evdeki iş güç takıldıysa aklına, ya da bir densizin lafı… Ama yorgunsan eğer ninni gibi gelir o sallantılar, uyutur insanı,sabah efil efil eserken rüzgar,bir de başını yasladıysan yanındakine…
Saat 05.30 civarları gün doğmak üzere.
Ama şu tır… Arkasında kocaman tankları, gür gür çalışan motoru… 2012 modelmiş, yeni yani… Manisa’nın köylerinden toplanan sütleri Bursa’ya fabrikaya taşıyan tır… Sütleri topla Bursa’ya götür, geri dön, sütleri topla Bursa’ya. Fabrikada ağızlarında maske, kafalarında boneyle çalışanlar. Büyük makineler, ışıklar, düğmeler, gürültü…Tır şoförü uykusuz, on dakika önce başka bir minibüsle geçişmiş. Minibüsün de kamyonetin de dolmuşun da modelleri eskitırdan. O minibüs de dolu tıka basa. Onlar nereye gidiyorlar? Bursa Karacabey’e mi? Karadeniz’e fındık toplamaya mı? Belki bir maden ocağına…Belki geçen yıl… Isparta’nın Yalvaç ilçesinden Gelendost ilçesine elma toplamaya gidiyorlar. Havva, Arife, Ceylan, Reyhan, Leyla’nın oğlu Veli Can, Gülseren, Maksude, Havva, Ayşegül, Mihri, Ayşe, Şerife, Muazzez, Elmas, Emel, Esme, Buket… Isparta Yalvaç’tan. Nevin’i tanıyorlar mıdır? Dolmuşu Metin sürüyor. Bu açık kasa kamyonet değil, dolmuş ama 24 kişilik dolmuşta 46 kişi var. Kadın kadına ne olacak ki, sıkış tıkış gidiverirler. Veli Can var bir tek, Leyla’nın oğlu. Veli dedesinin ismi olmalı. Veli Dede Hacı mıydı acaba? Hacıveliler… Okula gitmişler miydi Gelendost’a giden kadınlar. En son okudukları şey neydi, bir gazete haberi mi, bir telefon mesajı mı, bir doktor reçetesi mi, bir dua mı yoksa bir duvar yazısı mı. Elma toplarken bir tane de koparıp kendileri yemişler miydi?
Saat 05.30 civarları gün doğdu doğacak.
Ama şu tır… Bir başka dolmuşun şoförü kenara çekmiş, tırın geçmesini beklemiş. Sabah herkes çalışmaya gidiyor erkenden, köy yolları, ilçe yolları, yollarda işaretler var, işaretçi pek yok. Elektrik direkleri, direklerde teller, aşağı iniyorlar önce, sonra tekrar yükseliyorlar… İnişleri çıkışları gibi dünyanın… Uzayıp giden yollara sabah güneşin ilk ışıkları vuruyor önce. Sonra sabah erkenden tarlaya, ocağa, bağa, bahçeye, elma toplamaya, yaprak toplamaya, toprakları bellemeye, sütleri sağmaya, arıların ballarını toplamaya… Manisa’nın köylerinden, Isparta’dan, Diyarbakır’dan, heryerden kadınlar.Uyanıp yollara düşenler. Yaprakları toplayan, elmaları toplayan, masaları toplayan, çocukları toplayan, ortalığı toplayan, elleri su toplayan, en son kertede ise toplama katılmayan kadınlar… Mevsimlik gezici tarım işçisi kadınlar…
Neden tır şöförü bu kadar uykusuz, yollar bu kadar kötü, koşullar bu kadar ağır, havalar bu kadar sıcak? Neden herşey bu kadar hızlı olmak zorunda? Bir de neden Manisa Hacıveliler’de bir damla bile süt dökülmemiş yere… Neden sütler bu kadar güvenle taşınırken, çalışanlar bu kadar eğreti gidiyor tarlaya? Neden asma yapraklarının solmaması önemli de asmaları toplayan ellerin değeri yok bir yaprak kadar? Yoktan yonca yaratan kadınlar bakıp büyüttüklerinin karşılığını neden efsanedeki gibi mutlu, özgür, şarkılarsöyleyerek alamıyorlar hayattan? Neden o güzelim sabahların eve dönüşü olmuyor artık…