Cemre Baytok
Münevver Karabulut’un öldürüldüğü 3 Mart 2009’dan, Cem Garipoğlu’nun 17 Eylül’de yakalanmasına kadar geçen uzun süre boyunca kamuoyu uzun zamandır olmadığı kadar genç bir kadının öldürülmesiyle ilgilendi. Feministler olarak kadına yönelik şiddeti ve cinayetleri kamuoyuna bu kadar duyurduğumuz bir dönemde, nasıl oldu da bu sefer, Münevver’in öldürülmesi tekil bir olaymış gibi öne çıkabildi ve birçoklarının kendilerini söz sahibi hissettikleri bir hâl aldı? Münevver üzerinden nasıl oldu da farklı egemenlik konumlarından beliriveren “babalar” Münevver’i “sahiplendiler”?
Türkiye’de birçok genç kadın benzer şiddet yöntemleriyle öldürüyor fakat babalar ortalığa dökülmüyor. Ne peki burada istisnai olan? Münevver Bahçeşehir’de öldürüldü, bedeni Etiler’de bulundu. Karabulut ailesi orta sınıf, Garipoğlu ailesi ise üst sınıf bir aileydi. Münevver ve Cem sevgililerdi. Bu durumun kendisi, sıradanlaştırılmış kadın cinayeti haberlerinin aksine bu genç kadının öldürülmesine öncelikle pornografik bir değer kattı. Pornografik değer, haber değeri demekti, yani takip edilebilir, izi sürülebilir haber. Bazı şiddet yöntemlerini bulunduğumuz toplumun dinamikleri içerisinde kanıksarız. Münevver’in öldürülmesi, medya aracılığıyla kanıksanma olanağını sunmadı. Münevver’in veya tüm kadınların mücadelesi adına değil ama. 3.sayfalarda yer alması ve göz ardı edilmesi alışılagelmiş olayların aksine, Münevver’in öldürülmesi görünür bir söz alanı açtı. Kadına yönelik şiddeti takip etme yolunun kadına bir kez daha şiddet uygulamaktan geçtiği bir söz alanı.
İşte böylece babalar meydana döküldü. Münevver’in öldürülmesinin üzerinden aile ve ahlâk algıları konuşulmaya başlandı. Başbakan ahlâki erozyon sebebiyle ya davulcuya ya zurnacıya kaçacak olan kızların başlarına böyle şeylerin gelebileceğini söyledi. Emniyet müdürü, Karabulut ailesinin kızlarına sahip çıkmadığını (yani sahip olmadığını) bildirdi. Bir gazeteci, “insanlara dokunan gazeteciliğin” unutulduğunu, bulunduğu medya grubunun baba Süreyya Karabulut’un yerine bu işi takip edeceğini ilan etti. Bir başka gazeteci, köy kızının aşırı serbestleşmesini olaydaki asıl felaket olarak yorumladı. Cem Garipoğlu’nun amcası, Cem’in babası olmadığı için cinayetle alakasının kurulamayacağını açıkladı. Tüm bunların yanında, Süreyya Karabulut da birçok yerde hem bunlara karşı çıktı, hem de kendisinin nasıl bir baba, kızının da nasıl “öyle” olmadığını anlatmaya çalıştı. Eksik baba Süreyya Karabulut, nihayet, takipçi medya grubunun başkanı tarafından saçmaladığı gerekçesiyle babalıktan çıkarıldı ve yerine Fatih Altaylı geçti, artık Münevver’in babası oydu.
Yine o dönemde, aylar sonra hâlâ katili yakalayamamış olan polis, cinayeti çözmeyi namus meselesi yaptığını duyurdu. Kamuoyu bir yandan erkeklerin kadın cinayeti vesilesiyle aile ve ahlâk üzerine birbirlerine konuşmalarına maruz kalırken, cinayetin sebebini merak etmeyi de ihmal etmedi. Pornografik değer bir kez daha üredi: Münevver, Garipoğlu ailesine dair bir sır mı biliyordu, Cem’in alkol sorunu mu vardı, olay bir cinnet cinayeti miydi? Günlükler, MSN yazışmaları ortaya saçıldı. Neticede, Cem yakalandıktan sonra gazetelerde iddianamede cinayetin nedenine dair tek bir kelime geçmedi, bu sefer de nedeni değil cinayetin nasıl işlendiği değer etti. Zira Cem Garipoğlu’nun Münevver’den başkaca da haber değeri vardı ve bu, yakalandıktan sonra an an görüntülenmesiyle çeşitlendi. Fakat bu, başka bir yazının konusu ve ben babaların sözüne geri dönmek istiyorum.
Cem Garipoğlu yargılanıyor, ama ondan önce babası cinayeti beraber işledikleri gerekçesiyle tutuklandı. Mehmet Nida Garipoğlu nedense tüm bu babalık tartışmasından nasiplenmedi, aile ahlâkıyla bağlantılandırılmadı. Süreyya Karabulut ise, eksik babadan, psikologlara havale edilen, kızının ölümünden para hesapları yapan ahlâkı noksan babaya dönüştü.
Bu olaydan geriye kalan, yine kadın cinayetlerine yönelik bir tepki olmadı. Genç bir kadının bu şekilde öldürülmesinin aslında hiç de münferit bir olay olmadığı konuşulmadı. Kadına yönelik şiddetin gündeme gelmesi, bazıları için kadını bir kez daha aile içinde tanımlamaya ve ikincilleştirmeye yaradı. 7 aya yakın süren yakalanma sürecinde, aile söyleminin farklı konumlardan erkekler tarafından tekrar üretilmesi erkek şiddetini olağanlaştırırken kadınları yine evlerine, babalarının veya kocalarının yanına çağırdı.
Feministler ise, Münevver’den sonra olduğu gibi, erkek egemenliğine her kesimden kadının maruz kaldığını iddia ederek kadın cinayetlerine ve babaların sözlerine karşı çıkmayı sürdürüyor. Kadın cinayetlerinde dahi, babaların yani erkeklerin sahiplendikleri kamuoyunu reddederek kadınların sesini yükseltmeye devam ediyor.