Hülya Sur / Pembsiyah Üçgen Aktivisti
Nefret suçları, bir kişinin, cinsel yöneliminden, cinsiyetinden, ırkından, dininden, dilinden, renginden, bedensel sakatlığından, yaşından ya da fiziksel görünümden dolayı, ona karşı duyulan önyargı ve nefret duygusu ile işlenen suçlardır. Nefret suçları, nefret söylemlerinin yarattığı düşmanlık atmosferinde gerçekleştirilir. Nefret söylemlerinin zeminiyse, kuşkusuz ayrımcılık ideolojileridir.
Üstünlük savlı ayrımcılık ve egemenlik ideolojileri (milliyetçilik, ırkçılık, hak dincilik, hak mezhepçilik, feodal (dindar) cinsiyetçilik, laik (seküler) cinsiyetçilik, heteroseksizm) vatandaş ve insan olmaktan doğan temel hakları, tüm insanlara aynı biçimde tanımaz. Üstün olan, olumlu sıfatları kendinde toplayan (!) egemenlik araçlarının da sahibidir ve bunlarla kendisi dışındakilere sürekli baskı uygulayarak onları zayıflatır. “Kimlik temelli üstünlük” iddiasının sahici olabilmesi, kimlik temelli zayıflatılmış grupların varlığını öfke içinde hatırla(t)makla mümkündür. Üstün grubu birleştiren esas duygu, bu öfkedir. Basılı ve elektronik iletişim yayınlarında, egemen kimlik değerlerini taşımayan bireylere yönelik olumsuz fikirler sıklıkla yinelenir, önyargı pekiştirmesi yapılır. Hakkında olumsuz önyargılar geliştirilmiş kişi ve gruplar, yaşamlarını eşit vatandaşlar olarak sürdüremez, kamusal alanlarda ayrımcı tutum ve davranışlara maruz kalırlar. Varoluşlarını geliştirmek için gereksindikleri imkânlar kısıtlanmıştır. Can güvenliklerinden emin olamazlar, paylarına düşen, “bir güvercinin tedirgin ruh hali”dir.[1]
“Söylediniz, yaptım… hani alkış?”
“…05 Haziran 2008 tarihli Radikal Gazetesinde yer alan haber, tipik bir nefret cinayetine işaret ediyordu. Sisi isimli trans birey 04.06.2008 tarihinde, 02.30 sıralarında Kuşadası’nda markete alışverişe gittiği sırada arkasından yaklaşan kişi tarafından 4 kez sırtından bıçaklandı ve hastanede yaşamını yitirdi. Fail, elindeki bıçakla yakalanırken etrafındakilere ve polislere “Nasıl, iyi etmişim değil mi?” dedi.”[2]
Bu ünleniş, Hrant Dink’in katilinin de “Ermeni’yi öldürdüm!” diye bağırmasını hatırlatıyor. İkisinde de katiller, öldürmüş olmaktan ötürü gururlular ve cinayetlerine alkış tutulacağına inanıyorlar, bu yüzden haberi müjdelemeyi (!) dahi başkalarına bırakmıyorlar. Onları böyle fütursuz davranmaya itense, kendi sosyal çevrelerinin nefret söylemlerinin etkisinde kalarak ve onlar tarafından teşvik edilerek, cinayet işlemiş olmalarıdır herhalde…
Nefret suçlarını meşrulaştıran nefret söyleminin bariz örneklerinden biri Bursa Gökkuşağı Derneği’nin 2008’de gerçekleştirmek istediği yürüyüşü engelleyeceklerini alenen duyuran Bursasporlu Esnaflar Derneği Başkanı Fevzinur Dündar’ın şu sözleri: “Bursa evliyalar ve padişahlar şehridir. Böyle toplum dışı insanların yürüyüşlerine sahne olacak kadar adının kirleneceği ve kirlenmeyi hak ettiği bir şehir değildir. Kesinlikle engel olacağız. Bu yürüyüş için kanuni yönden belki bir şey yapılamamıştır. Ama toplumsal açıdan bizler bunun karşısında olacağız ve gerçekleşmesini engelleyeceğiz. Bursa böyle kimliği belirsiz lanet insanların cirit atacağı bir şehir değildir. Emniyet yetkililerine, valiliğe ve siyasilere sesleniyorum; bu insanların linç edilmesini istemiyorlarsa tutum ve hareketlerini netleştirsinler…”
Bu kişinin devlet kurumlarına meydan okuması ve tehditleri ertesinde, Bursa’da eşcinsel ve transseksüeller kuşatıldılar, taşlandılar ve izinli yürüyüşleri engellendi. Dernek binasını kuşatanlar “Trolara ölüm”, “Ölecek ölecek öleceksiniz / ananızın… göreceksiniz” sloganları atıyorlardı. Saatlerce süren linç amaçlı kuşatmada, polis saldırgan gruba herhangi bir müdahalede bulunmadı.
“İnsansanız, öpüşmezsiniz…”
Bu kadar açık şiddet çağrısı içermeyen önyargı ve ayrımcılık söylemleri, gündelik hayatta daha yaygındır. Eşcinsel ve transseksüel kimliğe ilişkin önyargı ve korkular; aşağılayıcı sözler, şakalar, imalar, film sözleri, fıkralar, karikatür tiplemeleri, dizilerdeki şablon gey karakterler vs olarak karşımıza çıkmakta. Yakın tarihli bir örnek; “Çok Güzel Hareketler Bunlar” programında yaşanan şu diyalog: Yılmaz Erdoğan, skeçte öpüşen iki erkek oyuncuya dönerek: “Sahiden öpüştünüz mü?” der. Oyuncular gülerek “Sizce öpüşmüş olabilir miyiz?” derler. Bunun üzerine Yılmaz Erdoğan: “İnsansanız öpüşmezsiniz” der. Homofobik söylem, mesajını sadece tutucu sağcılarla değil, kendilerini özgürlükçü kabul ettiğimiz kişiler aracılığıyla da topluma bu şekilde iletebiliyor. Kıstırdıkları savunmasız lgbtt bireyleri “vicdan engeli”ne takılmadan döven, canice öldürenler de, kuşkusuz, Yılmaz Erdoğan gibi, onların insan sayılamayacağına inananlar…
İnsan ve Transformasyon
Kısa süre öncesinde Bursa’da çöp konteynırında bulunan ve bir transseksüele ait olduğu tespit edilen başsız cesedin, cinsel uzvunun kesilmiş, silikonlarının patlatılmış olması, katilin transseksüel varoluşa duyduğu öfke ve nefreti yansıtması açısından tipik bir nefret cinayetiydi.
İnsan, bedeniyle çoğu zaman özdeşleşemiyor. Yehova şahitleri gibi kan nakline bile karşı olan dinî gruplar dışında, kendilerini tahayyüllerindeki biçime kavuşturmak için insanların pek çok maddi, bedensel sıkıntıya katlandıklarını biliyoruz. Sağlığa kavuşmak için yapılan kalp, karaciğer, böbrek, akciğer organ nakilleri, biyolojik yapımıza eklemlenen mekanik elektronik protezler, kulaklara, ses tellerine, kemiklere… müdahale yanında, güzelleşmek amacıyla yağ dokunun alınması, yüzdeki deri çizgilerinin yok edilmesi, burun şeklinin değiştirilmesi, gıdık düzeltme, kelleşmiş bölgeye saç ektirme ve güçlenmek amacıyla -egzersizle ya da hormon ilaçlarıyla- kasları belirginleştirmek, tırnakları törpülemek, saçları kestirmek, cilt tüylerini türlü yöntemlerle yok etmek… Tüm bunlar zihnin bedene müdahaleleri; tıbbi ya da sosyal gerekçelerle -iyileşmek, gençleşmek, güçlenmek, güzelleşmek- gerçekleştiriliyor. Bunların yanı sıra, transseksüel olmayan erkeklerin penis, kadınlarınsa meme büyütme operasyonları da var. Görülüyor ki bedenin transformasyonu, dönüştürülmesi; insanın yapmaktan geri durmadığı edimlerden. O halde transseksüellere yönelik bu rahatsızlık neden? Trans kadının bedenine ait hissetmediği cinsel uzvu kestirmesi ve silikonla, arzuladığı memelere kavuşması neden böylesi korkunç kabul edilsin? Ya da trans erkeğin meme dokusunu aldırması, göbekteki yağ dokunun aldırılmasından neden farklı sayılsın? Bu heteroseksist şartlanmışlık yüzünden “Cinsiyet Belası”ndan kurtulamayacağımıza mı inanalım? Kendini mevcut bedende sıkışmış hisseden erkek ya da kadının, cinsiyet düzeltme operasyonu geçirip, ruhsal bedensel bütünlüğe kavuşma arzusu; diğerlerinin –kalbin ritmik atması, ideal (!) ölçülere ulaşma, fiziksel açıdan güçlü olma- arzularından farklı mıdır? Translaşmak öteki uzuvlara serbestken, cinsel uzuvlara ilişkin olduğunda toplumun açığa çıkardığı baskıcı, yok edici, riyakâr tepkiler kabul edilemez.
Bu yazı Feminist Politika’nın 2. sayısında yayınlanmıştır.