9 gün süren sokağa çıkma yasağı, evlerin aşırı sıcak banyolarında sadece alt bezleriyle yatırılan bebekler, kuyuların diplerindeki çamurlu suları tülbentlerle süzerek içen ve tek odaya sıkışmış onlarca insan, bahçede abdest alırken keskin nişancılarca vurulan yaşlı kadın, annesiyle babaannesinin ölülerinin arasında saatlerce yaralı yatan bebek… Daha niceleri… Hepsini okumuştuk gitmeden önce ama yaşayanlardan dinlemek bir başka ağırlık yarattı yüreklerimizde.
Barış için Kadın Girişimi’nin politik dayanışmanın yanı sıra duygu paylaşımını da olanaklı kılan ve hepimize “ne iyi oldu” dedirten örgütlenmesiyle 150 kadın Cizre’ye gittik. Yukarıda yazdıklarımdan çok daha fazlasını hem Cizre kuşatması süresince özgür medya hem de birlikte Cizre’ye gittiğimiz kadın arkadaşlar yazdı/yazıyor. Biraz gördüklerimden ne anladığımı/hissettiğimi paylaşmak istiyorum…
Yeniden başlayan savaş İstanbul, Antalya, Muğla gibi Kürt nüfusun yoğun olduğu kentler başta olmak üzere ak-faşist saldırganlığın sokağa dökülmesine neden oldu. HDP binaları yakıldı, Kürtlere ait işyerleri harabeye döndü, sadece Kürtçe konuştuğu için insanlar katledildi. Diğer yandan ölen asker ve polislerin yoksul ve acılı aileleri “vatan sağolsun” demeye zorlanırken otuz yıldır süren bu savaşta devlet meşruiyet zeminini hiç olmadığı kadar kaybetmiş görünüyor. Sarayın savaşına karşı [pasif de olsa] oluşan toplumsal tepki İstanbul’dan bakınca tek taraflı da olsa PKK’nin ateşkes ilan etmesinin zemini olduğu kanısı yaratıyor(du). Ancak Cizre’de gördüklerimiz ve dinlediklerimiz Kürt halkının yaşananları bir savaş ve ateşkes ikileminde yaşamadığını gösterdi. İlan edilecek “tek taraflı bir ateşkes” aynı zamanda halkın güvenliğini alan barikatların kalkması demekse, evlere, mahallelere dalacak (IŞİD kılıklı) özel timlerden bu halk kendini nasıl koruyacak? Yaşananlara bakınca Cizre için tek taraflı ateşkesin anlamını kavramak pek mümkün olmuyor…
Nur mahallesinde bir akşam, yemek vakti yaklaşırken sokağa çıkma yasağının anonsları duyulmuş, panzerler mahallenin üst kısmındaki sokaklara girmiş ve her şey yarım saat içinde olmuş. Birkaç el silah sesinin ardından polis ilk girilen sokağı taramaya başlamış. Diğer sokaklarda hızla kurulan barikatlar polisin daha fazla ilerlemesini ve katliam yapmasını engellemiş. Polisin ilk girdiği sokakta evi olanlar arka bahçelerden ve komşu evlerle aralarındaki duvarları delerek kaçmışlar. Polis daha fazla ilerleyememiş ama mahallenin üst girişindeki kültür merkezine ve bilhassa camiye yerleşen keskin nişancılar kadın, çocuk, yaşlı demeden görüş alanına giren herkese ateş açmış. Tayyip Erdoğan yıllar önce verdiği sözü Cizre’de tutmuş, minareleri süngü kubbeleri miğfer haline getirmiş. Cizre’de ölenlerin hemen hepsinin sivil halktan olması bir çatışmanın değil katliam girişimine karşı gerçekleştirilen bir “öz”savunmanın söz konusu olduğunu gösteriyordu. Nur mahallesine yapılan saldırı Yafes ve Cudi mahallelerinde hızla barikatların kurulmasına neden olmuş. Yafes mahallesindeki kadınlar da saldırı süresince nasıl bahçelerindeki sebzeleri paylaştıklarını, barikatta bekleyen gençlere yemek, su taşındığını ve bu paylaşımları nedeniyle ilçe merkezindeki apartmanlarda oturanlara nazaran yaşamlarını daha kolay idame ettirdiklerini anlattılar.
Biz ayrılırken mahallelerdeki barikatlar duruyordu, durmak zorunda zaten. Bayramdan sonra yeni ve daha ağır bir saldırı bekleniyor. Polisin/AKP’nin geri çekilişi ise belli ki bayramdan ziyade uğradıkları yenilgiyi hazmetme molası niteliğinde. Sokaklarda konuştuğumuz bütün kadınlar önce devletin katliamını sonra da nasıl direnip kazandıklarını anlatıyor. AKP Cizre’ye saldırırken aslında inşa etmeye çalıştığı faşizan dönüşüme karşı çıkan herkese saldırıyor. Tayyip Erdoğan’ın şahsında cisimleşen başkanlık rejimi, otoriterlik ve “yeni Türkiye” inşası kendine engel olarak gördüğü en güçlü toplumsal kesimden, Kürt halkından, başladı saldırılarına. Feminist bir algıda seçicilik ile ilk gözümüze çarpanlar; Kürt halkının örgütlenmesinin tamamlandığı yerlerde* ikinci evliliklerin yasaklanması; şiddet uygulayan erkeklerin, evden [hakiki!] uzaklaştırma cezalarıyla, engellenmesi; örgütlenmenin her aşamasında kadın temsilinin yüzde elli olması; parti eylem ve etkinliklerinde kadınların çarşaf giymemesi; AKP’nin “yeni Türkiye” hedeflerine Kürt halkının kadınlar açısından nasıl bir cevap verdiğini anlatıyor.
AKP’nin IŞİD’le, Rojava ve Cizre’nin de İstanbul’la birleşen kaderleri…
Ortadoğu’da savaş sürüyor ve belli ki on yıllar boyunca da sürmeye devam edecek. Arap Baharı olarak başlayan süreç emperyalist müdahalelerle toplu katliamların yaşandığı bir dönemin kapısını açtı. Bundan 50-60 yıl önce reel sosyalizmin rüzgârıyla BAAS rejimlerinin kurduğu -görece laik- bürokratik askeri diktatörlükler, yerlerini demokratik örgütlenmelere değil çalınan Arap Baharı ile siyasal İslam’ın en gaddar örgütlerine bırakıyor. Mısır’da Mursi’nin askeri darbe ile devrilmesi, Tunus’ta AKP türevi El-Nahda karşıtı koalisyon, Libya’daki ve Suriye’deki IŞİD ve türevleriyle yürüyen taşeron usulü iç savaşlar siyasal İslam’ın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da daha uzun yıllar boy göstereceğinin işareti. Ortadoğu’daki tüm siyasal İslam eksenli hareketler “seçimle” gitmeyi kabul etmeyeceklerini göstererek iktidarlarını kurmaya çalışıyorlar. Tayyip Erdoğan da, (tıpkı 1960 askeri darbesinin çeperindeki Baas darbelerinden etkilenmesi gibi) hem Arap Baharı ile Ortadoğu’da yükselişe geçen Sünni siyasal İslam’ın hem de hem 2010 referandumunun rüzgârını arkasına alarak geri dönülemez bir yola girdi. İktidarını kaybetmemek için silahlı mücadeleye girmekten imtina etmiyor/etmeyecek. Seçim sonuçlarıyla başkanlık sisteminden vazgeçmeyi ya da koalisyon kurmayı kabul etmeyeceğini ilan etti aslında. İlk elde, en güçlü bulduğu Kürt halkına saldırırken [doğal olarak!] MHP’den ve zımnen de olsa CHP ile ulusalcı çevrelerden gördüğü destekle muhaliflerini sırası geldikçe susturmanın hesabını yapıyor. Gazi mahallesinde Cemevi’ne saldırırken de, İstiklal caddesini tüm toplumsal muhalefete kapatırken de, erkek şiddetini- kadınlara yönelik cinsel tacizi para cezasına çevirme hesapları yaparken de, baskıcı iktidarını daimi kılmak üzere en örgütlü toplumsal kesim olarak Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşı kazanması gerektiğinin farkında. CHP ise hâlâ TÜSİAD ile MÜSİAD ayrışmasında saf tutarak, ezilen toplumsal kesimlerin örgütlülükleriyle doğrudan yan yana gelmeden seçim sandıklarında ana muhalefet olmakla yetinmenin peşinde.
AKP iktidarda kaldığı/kalmaya çalıştığı sürece ideolojik harç olarak dini otoriterleşmeyi ve milliyetçi vurguları artırması kaçınılmaz. Bu nedenle Cizre’de, Silopi’de ve başka yerlerde “Allahu Ekber” nidalarıyla göndere bayrak çeken polisleri, IŞİD giyimli özel timleri sokaklara salıyor. Tayyip Erdoğan başkanlık rejimini sağlama almanın Türkiye’de Kürt halkını susturmaktan, güneyde ise IŞİD’in Rojava karşısında tutunabilmesinden geçtiğini görüyor. Cerablus’u PYD/YPJ/YPG güçlerinden korumak için Cizre’ye saldırıyor. Diğer yandan Cizre’yi, Sur’u, Silopi’yi susturamazsa IŞID’i ve Cerablus’u koruyamayacağını, hem 6-8 Ekim’de hem de 7 Haziran seçimlerinde gördü. Kobane düşmeyince AKP düşüşe geçti. Kobane’de tüm Ortadoğu halkları adına ideolojik gücünü siyasal İslam’dan alan IŞİD’e karşı, tüm inançları/halkları seküler ve demokratik bir perspektifle örgütleyen Rojava’nın kazandığı zafer aslında Türkiye’de HDP’nin, AKP’nin dine dayalı otoriterliğinin önünü kesmesinin habercisi olmuştu. Tüm kara çalmalara rağmen 6-8 Ekim eylemleri Türkiye demokrasisi tarihine IŞİD (AKP) barbarlığına yükselen direnç olarak kayıtlara geçti.
Tayyip Erdoğan, Gezi’nin son günlerinden ama özellikle iç güvenlik yasasından sonra batıdaki her muhalif hareketi ne tür bir şiddetle karşılayacağını gösterdi. Gezi’de, Suruç’ta, Gazi’de, 1 Mayıslarda, Soma’da ve Hopa’da, AKP’ye ve sermayeye direnen sosyalist hareketin payına da polis katliamı, ölümler, baskınlar ve mahkemeler düştü. Kadınları aileye hapsetme politikalarına direnen feministler olarak 13 yıldır 8 Martlarda ve 25 Kasımlarda gerçekleştirdiğimiz İstiklal Caddesi yürüyüşlerimizin engellendiğini gördük. Son yılların en kapsayıcı muhalif yürüyüşünü örgütleyen LGBTİ hareket ise 2015 Onur Yürüyüşünde polis saldırısına rağmen Taksim’i ve Beyoğlu’nu gökkuşağı renklerine boyadı. AKP, CHP’lilerin 29 Ekimlerde Anıtkabre gitmesi ya da Bağdat Caddesi’nde düzenledikleri fener alaylarıyla, geriletilemeyeceğini ortaya koydu. AKP’nin ve Erdoğan’ın şahsında cisimleşen otoriterlik, İslamcılık ile sekülarizm, neoliberalizm ile işçi sınıfı, erkek egemen sistem ile kadın özgürlük mücadelesi, diktatörlük ile demokrasi arasındaki savaşta birincilerin tarafından saldırıya geçmiş durumda. Kürt halkı, tüm halkların, inançların, kadınların ve emeğin özgürlük alanlarını genişletmek için ikincilerin safında AKP’yle savaşıyor. Cizre’de direnen kadınlar bizleri batıda sokağa döken kürtaj hakkı için de direniyor zira başkanlık rejimiyle gerçekleşecek faşizan dönüşüm tamamladığında kürtaj hakkı için sokaklara dökülmek de hayal olacak. Cizre’de yaşanan, bu savaşın bir mevziisiydi ve Cizre düşerse Bağdat Caddesi’ndeki (Ermeni soykırımını, Rumlara yönelen etnik temizliği, Kürtleri inkâr ve imha ile asimile etmeyi, işçi sınıfının her türlü hakkını gasp etmeyi temel ilkesi addeden cumhuriyetin 1923’teki kuruluşunu marifet sayarak düzenlenen) fener alaylarının da sonu pek yakında gelecektir.
* Özyönetimler ve kadınlar üzerine barış günlerinde daha fazla tanıklık ve fikir alışverişi yaptıktan sonra analiz yapmak daha yerinde olacak. Bu kısa ziyarette tanıklık ettiklerimiz Kürt hareketinin özyönetimlerin inşa sürecini başlattığını tüm yerel yöneticilerin sahiplendiğini bu konudaki kararlılıklarını gösteriyordu.