S.Dilek Şentürk
Aşkın gözü kör değildir.
Aşkın doğal, saf, toplumsal hiçbir katkı ve etkiye maruz kalmayan bir hali var mıdır? Hani, görürsünüz, içinizden ılık ılık bir şeyler akar, yüreğinizin atışı değişir. Bir anda dünya vız gelir de uçmak, koşmak, doğayı sımsıkı kucaklamak istersiniz.Hava, ne kadar sıcaktır kış bile olsa. Ne kadar aydınlıktır dışarısı, sisli havalarda bile. Asfalt eriyordur dışarıda sıcaktan ya da, ama sizin yüreğinizde tatlı bir rüzgâr esmektedir. Kar, yağmur, çamur, sıcak, soğuk, parasızlık, işsizlik, ne kadar anlaşılır, ne kadar gelip geçer şeyler olur bir anda.”İki gönül bir olunca samanlık seyran olur” gibisinden tüm kimliklerden arınmış hissedersiniz kendinizi..Bu, aşkın saf, toplum değmemiş halidir.Bu ,aşk meleğinin fırlattığı aşk okunun, yeryüzüne düşmezden önce, havadaki son saniyelerinde olan bitendir.
Aşk oku yeryüzüne düştüğünde işler değişir ama. Sistem, hangi okun hangi gönül telini titreteceğini, davulunu nasıl dengi dengine çalacağını öyle güzel kurgular ki.
Davuldaki denklik, erkeğin her durumda kadından bir adım önde olmasını gerektiren, olmaz ya, hani olursa da nadiren eşit olmasına izin verebileceği ama asla kadının önde olmayacağı zeminde kurulmuş bir denkliktir. ”Davul dengi dengine çalar” deyişindeki “denklik” böyle bir anlam içermektedir aslında. ”Boyu boyuma, huyu huyuma uygun” derken eşit midir boylar, aynı mıdır huylar?
Tesadüf müdür kadın erkek ilişkilerinde, yaşanan “aşk”larda, genellikle erkeğin daha uzun boylu olması. Çevrenize bir baktığınızda bunu görecek ve “gerçekten bu tesadüf mü?” diye düşüneceksiniz.”Boyu boyuma uygun” derken kadının erkekten biraz kısa boylu, ya da en azından olsa olsa aynı boyda olması gerektiği kastedilmektedir..Nadir de olsa kadının uzun boylu olduğu durumlarda “gelinin de boyu uzunmuş” gibisine sözlerin havada uçuştuğu düğünlerde hiç mi bulunmadınız? “Damadın boyu uzunmuş!” diyene hiç rastlamadım ben. Aşk oku gönül telimizi titretse de, boyu uygun değilse boyumuza, titreyen gönül telimizle kalır, açık etmeyiz yürek kıpırtımızı. Mutlak surette uygun olmalıdır boyu boyumuza.
Huylar da aynı olamaz tabi ki. Huyların uygunluğunda, huylarını hoş görecek, karşı çıkmayacak, itiraz etmeyecek, hatta huyunu huy edinip, kendi doğrularından vazgeçmek suretiyle, yörüngesinde uydu olabilecek birinin varlığı söz konusu. Şüphesiz yörünge erkeğin yörüngesidir ve bu çizgide yürümesi gereken de elbette kadındır.
Böyle bir “boyu boyuma, huyu huyuma uygun” luk vardır işte yaşadığımız “aşk”larda. Saf aşkı yüreğimize saplayan aşk okunun yönünü değiştirip, sistemin bize uygun gördüğü gurup içinde var olanlardan, en beğendiğimize fırlatıyoruz. Hepsi bu işte!
Sadece boy mu, huy mu? Elbette hayır.Güç vardır, para vardır, itibar vardır..Aşk oku yeryüzüne düşer düşmez, yönünü belirleyecek olan bunun gibi katkı ve etki maddeleri ile de karşılaşır her şeyden önce.Tabaka tabaka sınıflanmış guruplardan birinde olan herhangi bir erkek, kaptığı oku daha alt tabakalara, kimi zamanda bulunduğu katmana fırlatabilir.Çünkü âşık olacağı kadının kendisinden daha “üst” bir yerlerde olması hiç de hoş değildir.Bu ok fırlatma eyleminde, erkek okların yönü genellikle aşağıyı, kadın oklarının yönü ise yukarıyı göstermektedir.Aynı tabakada gidip gelen oklar da vardır tabi ki.
Romantizmin öne geçirildiği eski Türk filmlerinde arada bir gördüğümüz bir sahne vardır. Zengin, “itibarlı” adam, evinde hizmetçi olarak çalışan kadına âşık olur, mest oluruz izlerken, tepki göstermeyiz. Hatta dudağımızın kenarında kendiliğinden oluşan bir kıvrım, bu olaya sevindiğimizi açık eder. Ama o zengin adamın, kızı, kız kardeşi, kısaca aynı aileden bir kadın, yine evde çalışan şoföre, bahçıvana âşık olduğunda oturduğumuz koltuklardan fırlayacak oluruz. Zengin adamın itirazlarına, öfkesine hak veririz. Sınıfların farklılığı, zengin kadının şoföre, bahçıvana âşık olmasıyla kendini belli eder. Zengin adamın hizmetçisine âşık olması doğallığını hala koruyordur. Zengin kadının babasına, abisine, “sen de hizmetçinle evlendin ama!” dediğini duymayız bile. O cümle arada öyle kaynar, gider. Kaldı ki bu sonuçta bir filmdir, kurgudur.
Küçük yerleşim birimlerinde, âşık olunacak erkeğin para kazanıyor olması gerekirken, kadında bu şart pek aranmaz. Ama, erkeğin her daim iş güç sahibi olmasını gerektiren “aşk” ilişkilerinde, köyden kente yol alırken, erkeğin fırlattığı okların, çalışan kadınlara isabet ettiğini görürüz bu kez de. Kırsaldaki tercihi ve okun yönünü değiştirmiştir yaşam şartları.Ama yine de erkeğin oklarının yönü aşağıyı, kadınınkilerin yukarıyı göstermesi şartıyla.
Yaşanan “aşk”larda, aynı parayı kazanıyor olsalar da geçimi sağlayan erkek, bütçeye katkıda bulunan kişinin ise kadın olduğu kabulü vardır. Genellikle, kadına sevgilisinin mesleği sorulurken, erkeğe sorulan soruların güzellik, sadakat, ev içi emekle ilgili oluşu da bir tesadüf olmamalı.
Aşk oku yeryüzüne düşer düşmez, belirlenen sorularla da muhatap olmuştur. Çalışan bir erkeğin işsiz bir kadınla yaşadığı “aşk” haberi kulağa ne kadar “normal” geliyorsa, bunun tam tersi olduğunda gösterilen tepkiler, itirazlar, yok sayışlar da o kadar korumaktadır “normal”liğini. “Ev kadını” diye bir tanımlama vardır ama “Ev Erkeği” ne demek diye sorsam şaşırıp kalırsınız değil mi?
”İç güveysinden hallice” diye bir söz de vardır. Berbat bir durumla karşılaştığımızda “nasılsın” diye soranlara söyleriz. O berbat durum bile daha iyidir iç güveysi olmaktan.”İç gelini” diye bir şey duydunuz mu peki, yığınla kadının halen “iç gelini” olarak “aşk”larını yaşıyor olduğu gerçeği varken?
Erkek doktorun, hemşireye “aşkı” kabuldür, kadın doktorun sağlık memuru erkeğe “aşkı” ise iğrenç. Zengin adamın fakir kıza olan “aşkıyla”, gözlerimizden akan mutluluk yaşları sele dönerken, tam tersinde ise öfkeden kudururuz. Kabul edemeyiz bu düzenin kriterlerine göre erkeğin kadından “güçsüz” olmasını. İşte, tam da bu yüzden, yeryüzüne inen aşk oklarının yönlerini, istediğimiz gibi çevirir, “boyumuza, huyumuza uygun, dengimiz” olan yüreklere saplarız.
İşte “aşk” bu!
Peki, “Hiç mi yaşanmamıştır toplumdaki egemen ellerin değmediği, saf, katıksız aşk?” diye soracak olursanız, masaldır derim, efsanedir, düştür derim. Dilden dile, kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa bir masal lezzetiyle anlatılıyor, ninnisinde insanlar uyutuluyor derim. Aşkın gözü kör değildir derim.