Posts Tagged ‘tecavüz’

Bir Sevgililer Günü Fantezisi

anatomica-red-heartElif Can

Bugün en sevildiğimiz, çok sevildiğimiz gün! Bugün kalpli yastıkların, pelüş ayıcıkların – bazen de pelüş olmayanların –, kurutulmuş ve henüz ölmüş güllerin, simlerin, pembe ve kırmızı ambalajların, yürüyen merdivenlerine felç inmiş AVM’lerin günü!

“Acaba herhangi bir şey değişmiş midir?” diye erkenden kalkıp üç yıl önce bugün bana bahşedilen kahve makinesinden kahveler içtim kana kana. Ardından yine iki yıl önce bugün teslim aldığım tost makinesinde birkaç minik tostik yaptım kendime. Tost makinesi de kahve makinesi de kırmızı. Belli ki çok seviliyormuşum, ortada en az bir adet aşk varmış. Fakat kadir kıymet bilmemişim ve bugün elimde kala kala bu kırmızı, sıcak makineler kalmış.

Devamını Oku…

Kadının Beyanı Esastır, Çünkü…

unnamedMehtap Doğan

Hayatın erkek bakışına ve erkek egemenliğine göre biçimlendirildiği, hane içinde kocanın üstünlüğünün kabul edildiği patriyarkal düzende, koşullarımızın erkeklerle eşit olmadığını biz kadınlar çok iyi biliyoruz. Ataerkil toplumun yarattığı korkunç sonuçları hafifletmek amacıyla, “taciz ve tecavüz suçlarında kadının beyanı esastır; aksini ispat erkeğin yükümlülüğündedir” ilkesini benimsiyoruz.

Devamını Oku…

Uçurumda Ruh İntiharı Sayıklamaları

gocmen1

Ortadoğulu göçmen bir ailenin tek kızı olarak Türkiye’de büyüdüm. Çocukluğum ve ilk gençliğim ailemle birlikte geride bırakılanlara bakarak geçti. Yedi-sekiz yaşlarımdayken yalnız başıma odamın penceresinden, evin yakınlarındaki havaalanından kalkan uçaklara iyice ufalıp gözden kayboluncaya dek bakar, ülkeme döndüklerini ve beni de götüreceklerini hayal ederdim.

Devamını Oku…

Rıza

childbride2Özgür Can

Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi konumuz. Aslında bu konunun varlığı bile insanı insan olmaktan utandırmaya yetmeli. Ama malesef öyle olmuyor.

Ne oluyor? Görüyoruz işte, “zorlama yok” deniyor, “adamlar pedofoli (hasta)” deniyor, “geleneklerimiz, göreneklerimiz” deniyor… Psikoloji ve geleneksel kodlarla durumu hoş karşılamasak da, anlamamız bekleniyor. Oysa yok bunun anlaşılacak bir tarafı.

Mesele sadece psikoloji alanına devredilemeyecek kadar kapsamlı. Düğünü yapanlar, anneler, babalar.  Çil çil altın takanlar hala, dayı, teyzeler. Şıkır şıkır göbecikler atanlarsa karşı komşular olunca, öyle “adam pedafoliymiş” demekle yırtamıyoruz malesef…

Mahallenin, köyün, yörenin, her neresiyse imamı da hazır. 3 kulvuallah, 1 elham, dinimiz, amin. Olay anında görünmeseler de, ne dolaplar döndüğünü çok iyi bilen koca koca savcılar, ailenin birlik ve bütünlüğü için özel tahsis  edilmiş akla zarar bakanlar… Hepsi ortağı bu törenle tecavüzün.

Kimse “yok bu iş olmaz, izin vermem”  demiyorsa,  meselenin hastalık olarak lanse edilmesi saçma. Herşey hazır; etimolojik, antropolojik, otantik ortamlar.  Öyle bir hava var ki, kız çocuklar “koca, koca” diye yanıp tutuşuyor… Ee ne yapsın erkek de dahil zavallı köy halkı kızı memnun etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ayol koskoca bilmem ne abi savuruyor orta yerde göbecikleri, biz hala vır vır…

Biz feministler kızın bu hakkını gasp ediyoruz…

Pardon ama, küçük kız çocuklarının rızasını ne zamandan beri başınızın üstünde tutuyordunuz? Kız çocukları hastalansa, okumak istese, yapmadığınızı bırakmazsınız; ama evlenecekse  telli duvaklısınız. Ne de olsa iyi niyet taşlarıyla döşenmiş insanlığınız bu hususta, insanın anası-babası ona kötülük yapmaz değil mi?

İşte bizim tüm bu iyi niyetten ve hatta destekten hiç haberimiz yok, haksızlık ediyoruz değil mi? Sonuçta evlilik bir halı, ver altına tüm pislikleri gizlesin… Hakikaten de evlenecek o küçük kıza sorsan, “rızam yok” demez. Zorlasan dahi demez… Neden demez?  Çünkü bunu demesinin bedeli var. Dayak var, ceza var, öldürülmek var, dışlanmak – kovulmak var. Bu mu rıza? Erkek egemen sistem mi rıza? Kim bu Rıza… Ah ulan Rıza…

Lay lay lom, nenem dedemle, annem babamla örnekleri bitmez. Kime sorsan var böyle yakınları… Tabi hikaye yıllarca sonra dinlenirken, kimse kendi hayatının acılarını söylemek istemiyor. Hani o ailenin birlik bütünlük, birbirine bağlı, birbirine zarar vermek istemez görüntüsüne zeval vermek istemiyor. Ton ton ninenizin, minnoş dedenizden çektiğini, babanızın, annenize neler yapmış olabileceğini aklınıza getirmek istemezsiniz. Kim ister ki? Bildiğimiz şu ki; bir kadın mutlu bir aile tablosu verdirmek için yetiştiriliyor.

Kimin tarihi, kimin geleneği, yazılan tarihin erkek olduğu, kültürlerin belirleyicisinin erkekler olduğu yalan mı? Bunu bilmeyelim mi?

Küçük bir kız çocuğu istediği için veya  istemek zorunda bırakıldığı için, onunla birlikte olmanın adı da tecavüzdür beyler. Bunu isteyen kıza “lapin” atlarsanız siz de tecavüzcü olursunuz. Aklıselim düşünen, olgun, deneyimli ve büyük olansanız; küçük kız çocuklarının bu konudaki isteklerini suistimal etmeye, pişmalığa çevirmeye hakkınız olamaz.

Muğlalı Kadınlar: Muğla Belediyesi’nde Tecavüz Sanığı İstemiyoruz/29 Aralık 2012

“Fethiye davası” olarak bilinen toplu tecavüz davası sanıklarından Vahdet Kadıoğlu, Muğla Belediyesi’nde resim dersi veriyor. Vahdet Kadıoğlu’nun Muğla Belediyesi Muğla Kültür Şenliği kapsamında Konakaltı Kültür Merkezi’nde resim sergisi açması Muğlalı kadınlarca protesto edildi. Ayrıca Vahdet Kadıoğlu’nun, yani bir toplu tecavüz olayında sanık olmuş bir kişinin Muğla Belediyesi bünyesinde kurs vermesini istemeyen kadınlar bir imza kampanyası açtılar. Davanın henüz bitmediği ve Yargıtay’da devam ettiği hatırlatılan imza metninde ‘kadının beyanı esastır’ ilkesi önemle vurgulanıyor

http://imza.la/mugla-belediyesinde-tecavuz-sanigi-istemiyoruzz Devamını Oku…

Kadının Beyanı Esastır, Tersini İspat Yükümlülüğü Erkeğe Aittir…

kadnn-beyan-esasKadınlara yönelik tacizin, cinsel saldırının, tecavüzün, şiddetin ve hatta kadın cinayetlerinin adeta sıradanlaştığı bir toplumda yaşıyoruz. Bunların sürekli gündemde olmasına rağmen, ne devletin önleyici önlemler almaya niyeti var ne de yargının erkekleri cezalandırmaya. Üstüne bir de ceza almadan salıverilen erkeklerin, patriyarkal bir dayanışma içinde diğer erkekler tarafından kadına haddini bildirmiş, şiddetinin haklılığı anlaşılmış, zafer kazanmış kahramanlar olarak el üstünde karşılanması var.

Devamını Oku…

Adli Tıp Kurumu’na Suç Duyurusu Yaptık !

7_aral4Adana, Ankara, Eskişehir ve İstanbul’da eş zamanlı olarak,  eksik ve yanlış yöntemleriyle, adaleti rapora indirgeyen anlayışıyla, tecavüzcülerin beraatının en büyük sorumlusu olan Adli Tıp Kurumu hakkında suç duyurusunda bulunduk. Kadın örgütleri olarak ortak basın bildirimiz aşağıdadır.

Devamını Oku…

Bakmayacağım Çocuğa Bakacak mı Devlet?

annelikbabalikKürtaj yasağının gündeme oturduğu bu günlerde medyada feministlerin söylemleri üzerine çok tartışıldı, çok konuşuldu. Kadın bedeninde can bulacak  ceninin yaşam hakkı,  müdahalede kadının söz sahibi olup olmaması üzerine günlerce söylendi, yazıldı, çizildi. Özellikle özürlü bebek doğumları  ve tecavüz bebekleri üzerine yapılan yorumlar tüyler ürperten cinstendi.

Devamını Oku…

Erkeklere Tecavüz Etmemeyi “Öğretin”…

tecavzclere-seslenSanırım 5 yaşındaydım. Bir gün sokakta kayboldum. Belediye binasına götürdüler beni. Annem “Yabancı erkeklere yaklaşma; seni iğneli beşiğe koyarlar!” derdi. Belediye binasında aklımda hep iğneli beşik vardı. Etrafa bakındım göremedim. Sonra evi tarif ettim.

Devamını Oku…

Kadın Avukatlardan Barolar Birliği’ne Çağrı…

img_2834

250 kadın avukattan Türkiye Barolar Birliği’ne çağrı var…

“Fethiye davası karar duruşması öncesinde yaptıkları açıklamaları düzeltmeye ve/veya geri çekmeye çağırıyoruz. “

Türkiye Barolar Birliği

18.04.2012 tarihinde Muğla Baro Başkanı Mustafa İlker Gürkan’ı sahiplenen ve uğradığı “saldırı” ve ithamlara karşı Mustafa İlker Gürkan’ın yanında olacağınızı belirten bir yazı yayınladınız. Ardınızdan Afyon, Aydın, Balıkesir, Bilecik, Bursa, Çanakkale, Denizli, Edirne, Kırklareli, Kocaeli, Kütahya, Manisa, Sakarya, Tekirdağ, Uşak, Yalova, İstanbul Baro Başkanları da, hem de davanın karar duruşmasından bir gün önce aynı içerikte bir açıklama yaptılar. Dolayısıyla sözümüz sizin nezdinizde bu açıklamaları yapan herkesedir.

Devamını Oku…

Öznur İçin…

oznur_mor_nokta_2Çocukken günler bitmeyecek gibidir, her an heyecanlı ve anlamlıdır sanki. Okulu, ailesi, arkadaşları, köyü/mahallesi olan bir çocuksunuzdur işte…

Günler çoktur, insanlar iyidir. Herkes dosttur, hemen akraba sıfatları eklersiniz yenice tanıştığınız birinin adının önüne. Her yetişkin kadın teyze, yetişkin adam amcadır. Geçen uçaklara el sallarsınız ne taşıdıklarını düşünmezsiniz pek.

Ama tüm çocuklar için değil maalesef; göğe gözlerini dikip bir uçağın geçişini seyretmesine kalmadan bombalar iner bir çocuğun bedenine, ya da bir diğeri bedeninde 13 kurşun bulur çocukluğun bitmeyecekmiş gibi gelen günlerini göremez… Devamını Oku…

Şiddet Kimin Suçu, Neyin Utancı?

mor-nokta_3_ebru_sorgunBirçok kadın gördüğü şiddetin adını koyamamaktadır ve adını koyduğunda da kendisine yapılanın, kendisinin bir suçu karşılığında olduğuna inanma eğilimindedir. “Kesinlikle dayağı, azarlanmayı hak edecek bir şey yapmışımdır, benim suçumdur, erkektir ne de olsa” fikri maalesef son derece içselleşmiştir. Halbuki şiddet ne şiddet görenin suçudur, ne tanrı kelamıdır, ne de kader olarak görülmelidir.

Devamını Oku…

Kadının Beyanı Esastır!

keskAksi İspatlanıncaya Kadar, Kadının Beyanı Esastır! Tecavüzcü, Suçsuz Olduğunu Kanıtlamalıdır.

Bu konuda kısa yazmak çok zor… Nereden başlasam, başlamadığım yerde eksik kalıyor…

Bir kadın size “tecavüze uğradım“ diye gelebilirse, ilk sözünüz ne olur? “Ama, sen de, keşke!”diye kadını suçlamadan, yargılamadan elinden tutup karakola gider misiniz? Hanginiz ilk önce tacizciyi suçlar, “Ne olursa olsun tecavüz etmeye hakkı yoktur.” dersiniz? Devamını Oku…

Dayak, Aşağılama, Tecavüz ‘Haksız Tahrik’tir!

Fatoş Hacıvelioğlu

Sevişmeye “hayır” demenin neresi haksız tahriktir? Çantada doğum kontrol hapı bulunmasının neresi haksız tahriktir? Çok sık banyo yapmanın neresi haksız tahriktir? Oysa dayak yemek haksız tahriktir, tecavüze uğramak haksız tahriktir, aşağılanmak, işkence görmek haksız tahriktir.

Erkek egemen yargı sistemi “kot pantolon giydi”, “sevişmeyi reddetti”, “cilveli biçimde saat sordu”, “piercing takıyor”, “beyaz tayt giydi”, “çantasında doğum kontrol hapları gördüm gibi gerekçeleri, erkekleri tahrik eden davranışlar olarak değerlendirip, nerede ise erkeğe “mağdur” muamelesi yapıyor. Bu davranışların hiçbirisi hukuken haksız bir fiili teşkil etmediği halde, ataerkil değerlere yaslanan bir mantıkla bu tür davranışlar kanun uygulayıcılar tarafından “haksız tahrik” olarak değerlendiriyor. Oysa kanunda belirtilen haksız tahrik için şart olan  “haksız fiil”, hukuki anlamda gerçek bir haksız fiil olmalıdır. Yoksa kadının “namus”u ve kadını kendi malı gibi gören erkek zihniyetinin uydurduğu saçma ve akıldışı gerekçelerin kendisi bir haksız fiil olarak değerlendirilemez.

Sevişmeye “hayır” demenin neresi haksız tahriktir? Çantada doğum kontrol hapı bulunmasının neresi haksız tahriktir? Çok sık banyo yapmanın neresi haksız tahriktir? Oysa dayak yemek haksız tahriktir, tecavüze uğramak haksız tahriktir, aşağılanmak, işkence görmek haksız tahriktir. Hatta bundan da öte, çoğu vakada bu davranışlar karşısında gösterilen tepkiler meşru müdafaadır

Haksız tahrik konusunda erkeklere oldukça cömert davranan mahkemeler, söz konusu olan dayak yiyip, ölümle tehdit edilip, tecavüz edilip ve nihayet ölmemek için saldırganını (koca, baba vs.) öldüren kadınlar olduğunda “haksız tahrik” maddesini uygulamamak için ellerinden geleni yapıyor.

“Hakikat Anı”: Ya kurban olacaksın ya da “katil”  

Size aktaracağım birinci olay, tam da mahkemelerin bu “cimriliği”ne en uç örnek olacak kararın ardındaki bir hikaye, Rabia’nın hikayesi. Rabia Aksın, önce gönüllü avukatı, sonra bundan da öte arkadaşı olduğum, varlığından güç aldığım, kendi ezilmişliğiyle kadın bilincine sahip olan bir kadın. Rabia’nın yaşamındaki korkunç olaylar, 13 yaşında iken Adana’da okuduğu okuldan kaçırılması ve tecavüze uğramasıyla başlıyor. Rabia’nın annesi bu olay üzerine kendini asarak hayatına son veriyor. Bu arada Rabia babası tarafından sürekli dövülüyor ve tecavüzcüsü ile evlenmeye zorlanıyor. Yediği dayaklara dayanamayan Rabia sonunda tecavüzcüsüyle evleniyor. Evlendiği ilk günden itibaren kocası-tecavüzcüsü tarafından sürekli işkenceye tabi tutuluyor. Demir çubuklarla dövülen, ayağı kırılan, vücuduna çatal batırılan, çırılçıplak soyulan, kafasına silah dayanarak intihar mektupları yazdırılan ve sürekli sokağa atılmakla tehdit edilen Rabia, bütün bu hengâme içinde iki çocuk sahibi olarak, yaşama bir şekilde tutunmaya çalışıyor.

Rabia, 13 yıl süren evliliğinde iki defa boşanma davası açıyor, fakat tehditler nedeniyle vazgeçiyor. Bu arada dayaktan ve işkenceden bunaldığı bir gün, adını nereden duyduğunu bile hatırlamadığı Mor Çatı Kadın Sığınma Evi’ne gitmek üzere çocuklarını da yanına alarak evden kaçıyor. Ancak bu yolculuk bilgisizlikten ve parasızlıktan dolayı sadece bir gün sürüyor.  Olay gününden yalnızca birkaç gün önce, yine çok kötü bir biçimde dayak yedikten sonra iki çocuğunu da alarak babasının evine gidiyor ve boşanma davası açıyor. Bu günlerde koca sürekli evi arayarak ölümle tehdit ediyor. Ve nihayet koca olay günü de, gündüz vakti Rabia’nın babasının evine evde kimse yokken gizlice giriyor ve Rabia’yı öldüresiye dövmeye başlıyor. Artık canına tak eden Rabia da  “hakikat anı”nda, kurban olmamak için silahı alıp kocasını öldürüyor ve “katil” oluyor.

Kadın hukukçular olarak, olayda öncelikle “meşru müdafaa” nedeniyle Rabia’nın beraat etmesi gerektiğini, olmadığı taktirde, olay öncesinde Rabia tarafından açılan darp davaları, raporları ve tanıklar göz önüne alınıp “ağır tahrik” indirimi yapılması gerektiğini belirttik. Bütün uğraşlarımıza rağmen Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, yaşananların, sanık lehine “hafif haksız tahrik” olarak değerlendirilmesi gerektiğini, öldürmeyi gerektirecek “ağır tahrik” boyutuna ulaşmadığını belirterek, önce ömür boyu, sonra da indirim yaparak 24 yıllık bir ceza verdi. Mücadelemize devam ettik ve dosya Yargıtay’da üç kez bozuldu. En sonunda ceza 19 yıla inebildi. Rabia, cezaevinde kadınlara okuma -yazma öğretmeye çalışıyor, tiyatro oyunları yazıyor, tiyatro oyunlarında yer alıyor, resim yapıyor ve dört gözle cezaevinden çıkıp kadınlarla “özgürce” dayanışacağı günleri bekliyor.

İkinci hikâyemiz ise, “meşru müdafaa”nın uygulanamadığı hallerde bütün mahkemelere örnek olarak sunduğumuz, “haksız tahrik” düzenlemesinin ruhuna uygun nitelikli bir kararın ardındaki hikâye.

Ülkü,  60 yaşında bir öğretmen. 22 yaşındayken, kendisi gibi öğretmen olan Özdemir Bey ile evlendi ve 3 çocuğu oldu. Okulda,  dışarıdaki insanlara, komşulara karşı hep kibar olan kocası, Ülkü’ye ev içinde hep kaba bir davranıyor, sürekli küçümsüyor, özellikle mesleğindeki başarılı faaliyetlerini kıskanıyordu. Bir süre sonra bu kaba davranış yerini hakarete,  tehdide varan bir tavra ve daha sonrada fiziksel şiddete bırakacaktı. 36 yaşında erken menopoza giren Ülkü, menopoz nedeni ile cinsel ilişkiden rahatsız olduğu için eşinin başka kadınlarla birlikte olmasına ses çıkarmıyor, hatta belki kendisini daha az rahatsız eder umuduyla bunu teşvik ediyordu.

Ne yazık ki bu “anlayış ve teşvikler” dahi tecavüzleri önleyemeyecekti. Bulaşıcı hepatit teşhisi konulan koca Ülkü’yü sürekli olarak hastalığını bulaştırmakla tehdit edecekti. Olay gecesi ise, yine aynı şekilde kendisine tecavüz etmeye kalkan kocasına Ülkü bu sefer sert bir biçimde karşı koyunca, kocası bıçakla saldırır. Ülkü göğsüne bir bıçak darbesi yedikten ve bir süre boğuştuktan sonra bıçağı kocasının elinden almayı başarır ve “hakikat anı” gelir. Ya  “kurban” olacaktır, ya da “katil”! Ülkü, kendini kaybederek bıçaklar, bıçaklar, bıçaklar, ta ki tecavüzcü “kocası” 17 darbeyle ölene kadar. Yıllarca süren bu kabus dolu olayları kimseyle paylaşmayan Ülkü’nün “melek gibi adamı” neden öldürdüğünü hiç kimse anlayamamıştır! Soru şudur: hangisi vahşidir? 17 bıçak darbesi mi, yıllarca süren tecavüz ve fiziksel/psikolojik işkence mi?

Yapılan yargılamada mahkeme, eşine az rastlanır biçimde bu soruya doğru yanıtı verdi;  yine “meşru müdafaa” kurgusundan başlayan savunmamızın bir aşamasında, talebimiz üzerine “ağır tahrik” indirimini uygulayarak Ülkü’nün 30 sene olan cezasını 12 seneye indirdi. İşte daha sonra Yargıtay’ın da onadığı bu örnek karar, “ağır tahrik”in doğru yerde uygulanmış olması açısından son derece değerli bir örnektir. Zira Ülkü’nün yaşadığı olayda haksız tahrikin birinci koşulu olan gerçekten haksız bir fiilin varlığı, hatta birden fazla haksız fiilin, yani somut olayda  “dayak”, “tehdit” ve “tecavüz”’ün varlığı mevcuttur.

isimsiz2

İngiltere örneği…

Tam da bu konuya ilişkin olarak, İngiltere’de hazırlanan yeni ceza yasası tasarısı ile, yıllarca şiddet gördükleri kocalarını öldüren kadınların cezalarında “haksız tahrik” nedeniyle indirime gidilmesi yönünde kolaylık sağlanması hedefleniyor. Yeni yasa tasarısı ile erkeğin lehine olan ve cezai indirime yol açan kıskançlık temelindeki “haksız tahrik” unsurunun kaldırılması hedefleniyor. (Görüldüğü gibi erkek şiddet  “bahaneleri” ülke farkı dinlemiyor!) Yani bu düzenlemeyle, eşini öldüren bir erkek, eşi kendisine sadık olmadığı için bu cinayeti işlediğini iddia ettiğinde,  artık cezai indirim alamayacak. Bunun yanı sıra, aile içi şiddete maruz kalarak cinayet işleyen kadınlara ek savunma olanakları getiriliyor ve yıllarca şiddete maruz kalan kadınların, bu temelde savunma yapmasına olanak tanınıyor.

Kadınlar bütün “tahrik”lere rağmen daha az suç işliyor

Türkiye’de Cezaevine giren hükümlülerin yüzde 96.7’sini erkekler, yüzde 3.3’ünü ise kadınlar oluşturuyor. Cinayet suçu işleyen kadınların yüzde 38 gibi büyük bir çoğunluğunun eşlerini maruz kaldıkları şiddet nedeniyle öldürdükleri biliniyor. Bunu sırasıyla baba, akraba bir erkek veya saldırgan başka bir erkek takip ediyor. Kadın mahkûmlarla yapılan bir araştırmada, suçun çok büyük çoğunlukla, kötü muamele gören ya da dayak yiyen kadınlarda aniden şiddetli bir tepki sonucu ortaya çıktığı ve bu tür cinayetlerde, öldürücü bir silah ya da fiziksel güç kullanarak ilk saldıranın, kurbanın kendisi olduğu saptanmış. Kadınlar çoğunlukla kendilerini korumak amacıyla bu suçu işliyorlar. Yani aslında bu “cinayet”lerin çoğu “haksız tahrik” hükümlerinin değil, “meşru müdafaa” hükümlerinin uygulanmasını gerektiren vakalar.

Rabia ve Ülkü, öldürülmenin sınırına gelip kendini ancak saldırganını (kocasını) öldürerek kurtarabilen “şanslı” sayılabilecek kadınlardan ikisi. Çünkü her ikisinin de yaşadıkları, haksız tahrikin gerçekten hukuken uygulanabileceği olaylardır. Yani onlar yaşadıkları sistematik şiddetin sonucu “katil” olmuşlardır.  “Namusumu temizledim” sözcüğünün kendisi bile  “haksız tahrik” olurken, dayak, aşağılama, tecavüzün haksız tahrik olarak değerlendirilmesi daha zaman alacağa benziyor.

Hüseyin Üzmez Olayı

cizim-busra-barutcuAlev Özkazanç

Hüseyin Üzmez olayının ardından aylarca süren siyasal tartışma ve gerilim süreci, Türkiye’de hukuk, devlet ve siyasal süreçlerle ilişkili olarak cinsel suçların mahiyetini anlamak için bulunmaz bir fırsat yaratmış oldu. Olayın genel seyrine dair bilgilerin hâlâ hafızalarda taze olduğunu varsayarak sadece gelinen son noktayı hatırlatalım. 24 Mart 2009’da yapılan 5. duruşmada, BÇ’nin 16 Nisan’da Adli Tıp Kurumunda tekrar muayene edilmesi ve duruşmanın 26 Mayıs’a ertelenmesine karar verildi. Yani bu yazı yazılırken hâlâ yeni rapor bekleniyordu.

Devamını Oku…

Eş veya Eski Eş Cinsel İstismarı

Şahika Yüksel

Üç veya daha çok sayıda çocuğu olan ve çalışmayan, bağımsız bir geliri olmayan kadınlar, şiddet, istismar, koca tecavüzü benzer travmalar yaşasalar da tecavüzcüleri olan eşleri ile aynı yatakta yatarlar; ayrılamazlar.

Bazı cinsel istismar türleri “normal” kabul edilir ve yer yer, onların travmatik olarak tanımlanmayabileceği ileri sürülür. Açıklanması ve ispat edilmesi zor olan evlilikte tecavüz, bu tür “mazeretli” cinsel istismar örneklerinden birisidir. Evlilik içinde cinsel istismar konusunu, istismar eden, edilen ve danışmanlık yapanlar için çelişkiler taşıyan bir cinsel istismar türü olması nedeniyle seçtim. Sevgili tecavüzünü bu yazıda ele almayacağım.

“Randevu tecavüzü”, “yakın ilişkide şiddet” gibi adlar da verilen eş cinsel istismarı; sevgili, eş veya eski sevgilinin zorlaması ile gerçekleşen ilişkilerdir. Evlilikte kadının rızası olmadan eşinin cinsel ilişkide bulunması ve bunu zor ve şiddet kullanarak gerçekleştirmesi, onu istenmeyen cinsel davranışlara zorlaması, fuhşa zorlaması, cinselliği bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılması gibi davranışlar eş cinsel istismarı örnekleri arasında sayılabilir.

Sıklık: Konunun öncüsü, feminist sosyolog Diana Russell’dır (1982). Russell Boston’da (1992) halen evli /yaşamının bir devresinde evlenmiş olan kadınlarda eş tecavüzü öyküsünü araştırmış ve kadınların 1/7 ile 1/10’unun eş tecavüzü yaşadığını ve tecavüzün çoğul olduğunu bildirmiştir. Kadınların yarısı, eş tecavüzünün yirmiden fazla olduğunu bildirmiştir. Eşlerinin fiziksel şiddetine maruz kalan kadınlarda eş tecavüzüne iki kat daha fazla rastlanmaktadır.

Türkiye’de Durum: Savaş (2003), Adana’da evli kadınların % 18’inin cinsel ilişkilerinin sürekli olarak zorla gerçekleştiğini belirtmiştir. Ayrıca, bu kocaların %8’inin aşırı kıskanç olduğunu ve cinsel şiddete maruz kalan kadınların tümünün ileri derecede fiziksel şiddete de maruz kaldığını ekler. Yüksel ve Dişçigil’in (2004) çalışmalarında, İstanbul’da bir psikiyatri polikliniğine başvuran kadınların eşlerinin şiddet kullanıp kullanmadığı ve ne tür şiddet kullandığı araştırılmıştır. Fiziksel şiddet yaşadığını bildiren her beş kadından biri aynı zamanda cinsel ilişkiye zorlandığını bildirmiştir. İlkkaracan (2001), Güneydoğu Anadolu’da yaptığı taramada, evli kadınların yarısının fiziksel şiddet, bunların yarısının da aynı zamanda eş tecavüzü yaşadığını ve eğitim düzeyi yükseldikçe şiddet oranının düştüğünü belirtir.

Kadına Yönelik Şiddet Bir Sağlık Sorunudur. Cinsel saldırılar ruh sağlığını etkiler; travma ile ilişkili ruhsal sorunlara neden olur. Adını koymadığınız bir durumu sorun olarak tanımlayamazsınız:

Kadınlar: Kadınların yaşadıkları cinsel şiddeti uygulayan kişi eşleri olduğunda çoğunlukla kendilerini tecavüz mağduru ve eşlerini “tecavüzcü“ olarak adlandırmadıkları görülmektedir. Tecavüze tecavüz denmemesinin, tecavüzü yaşayanlarda travmatik sorunların gelişmesine karşı koruyucu bir etkisi olmamaktadır.

Cinsel istismar ve tecavüz hakkında o toplumdaki mitler ve tutumlar önemlidir. Tecavüz eylemine katılmayanların, seyircilerin, diğerlerinin konuya hoşgörülü yaklaşması, benzer davranışları besler. Tecavüz ve ilgili önyargılar ve tutumlar üzerine çalışmalarda bu sorunun ipuçları vardır. Bu çalışmaların örneklemini polis, hakim, tıp öğrencisi, doktor gibi, tecavüz sonrası karşılaşılabilecek meslek grubundan kişiler oluşturmaktadır. Yanıtlarda, dereceleri değişerek, erkeklerde daha baskın olarak mağduru az çok sorumlu ve suçlu bulma eğilimi görülmüştür. Bu durum, tecavüzle mücadelede toplumsal haberdarlık çalışmalarının önemine işaret eder (Akvardar, Yüksel 1992, Gölge 2000). Dahası, birçok kadın da eşinin cinsel zorlamalarından utanır ve kendisini sorumlu tutma eğilimindedir.

Uzmanlar: Bir hastalıktan korunmanın ilk basamağı, hastalığın varlığının bilinmesidir. Güvenliğin sağlanamadığı bir ortamda ise hiçbir tedavi etkin olamaz. Güvenliği sağlık çalışanları tek başına sağlayamaz. Sağlık personeli ve doktorlar cinsel saldırı yaşamış kişileri çok farklı koşullarda ve devrelerde görebilirler. Nitekim eş şiddetiyle yaralanan kadınlar, sağlık kuruluşlarında eşlerinin kötü muamelesini gizliyorlardı. Sağlık personeli, eş şiddetinden kuşkulanmıyor/ kuşkulansa da bunu kadınlara belli etmiyordu.

Kadına yönelik şiddetin, özellikle aile içi şiddetin, sağlık sorunları kisvesi altında, doktora başvuran kadınlar arasında gizli kalmasını engellemek amacıyla rutin olarak şiddetin taranması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Genel ve ruh sağlığı acil polikliniklerine başvuran kadınlarda eş şiddeti rutin olarak sorgulanmalıdır.

Bu yazı Feminist Politika’nın 2. sayısında yayınlanmıştır.