Posts Tagged ‘sol’

Erkek Şiddeti ve Feminist Tutum

tesadf_deil_erkek_iddeti_150Gerek Özgecan’ın katli, gerekse bu vahşetin sonrasında ortaya çıkan toplumsal hareketlenme, birçok tartışmayı beraberinde getirdi. Bir yandan “idam, hadım, linç” sesleri yükseledursun, bir diğer yandan da bu olaya dönük tepkilerin içinden eril zihniyetin yeniden ve yeniden fışkırdığını görmek durumunda kaldık. Katilin anasına, bacısına küfredenlerden tutun da, yedi sülalesinin bir yerlerine koyan insanlara bazen meram anlatmaya çalıştık, bazen öfkemizden ne yapacağımızı bilemedik.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir diğer ses, koroya eklenmekte gecikmedi: “ Bu kadın-erkek meselesi değil, bu bir insaniyet meselesi.” “Olayı politikleştirmeyin, burada çok insani, çok vicdani bir durum var.” Bu sesin nasıl “üretildiğini” yani münferit olmayıp bizatihi ideolojik bir alt yapısı olduğunu görmek zor değil. AKP’nin eşitlik mücadelesini bile zoraki bir “eş değerlik” kabulüne indirgemek adına kurdurduğu bir STK (?) olan KADEM, televizyonlarda günlerdir bu söylemi yaygınlaştırmaya çalışıyor. Hülya Gülbahar başta olmak üzere feministler bu algı yönetiminin söylem mekanizmasına ne kadar çomak sokarsa soksun, söz yayılıyor: “Mesele kadın-erkek meselesi değil.”

KADEM’i, kadın meselesine dair hassasiyeti ancak genç bir kadının hunharca katledilip yakılmasıyla ortaya çıkan güruhu bir kenara koyalım (şimdilik). Kadınlar bu ve benzeri tepkilerle Kadıköy Boğa’da -kadınların çağrısıyla- gerçekleştirilen eylemde de karşılaştılar. Feministler, yıllardır tüm yayın organlarında, kitaplarda, röportajlarda yeterince net şekilde ifade ettikleri şeyi, yani kadının özne olduğu eylemin katılımcısının kadınlar olması gerektiğini bir kez daha anlatmaya mecbur bırakıldılar. Mecbur bırakıldılar çünkü böyle acılı ve öfkeli olduğumuz bir günde dahi erkeklere laf anlatmaya çalışmak, tercih değil ancak bir zorunluluk olabilir.

Kısaca özetlersek, bir yandan kadın konusundaki duyarlılığı son derece güdük bir kesimin, diğer yandan AKP’nin “bu kadın-erkek meselesi değil” demesiyle uğraşırken, bir diğer yandan bazı sol grupların da farklı argümanlara dayanarak aynı söylemi yinelediğine şahit olduk. O söylem, bugün İleri Haber’de yayımlanan bir yazıda vücut buldu. *

Yazının başlığı “Kapitalist Şiddet ve Feminist Tutum”. İlk olarak IŞİD vahşetinin kurbanı olmuş bir kadınla giriş yapılıyor yazıya, ardından Ukrayna’daki tecavüz ile devam ediyor. Bir sonraki örnekte, Özgecan’ın katillerinin “ülkücü” oluşundan bahsediliyor.

Milliyetçiliğin, milliyetçi-muhafazakarlığın, köktendinciliğin kendini var ediş biçimi tamamen erildir. Bu ideolojiler, kendilerini ve kurumlarını inşa ederken, kadını ancak bir araç olarak görür ve şekillendirirler. Dolayısıyla, bu düşünce yapılarının iktidar olduğu alanlarda tecavüzün, kadına yönelik şiddetin, kadını erkek ile eşit görmeyen bir “eksik cins” olarak tanımlamanın ve buna bağlı sonuçların oluşumu kaçınılmazdır. Ancak bu mantıktan yola çıkarak, tersi ideolojilerde kadınları dikensiz gül bahçesinin beklediği yönünde bir atmosfer yaratmaya çalışmak abesle iştigaldir. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin ideolojilere göre istatistiki tutulmuş değil. Ancak senelerdir sığınma evlerinin, kadın hareketlerinin çalışmalarından biliyoruz ki, kadına yönelik şiddet, eğitim, statü, ideoloji, demografik profil vb. kriterleri tanımaksızın uygulanıp devam ettiriliyor. Katillerin ülkücü kimliği, bu ülkede kontrgerillanın ülkücülerle kurduğu politik ilişkiyi refere etmektedir ve bu ilişki, her tür şiddet biçimiyle birlikte tecavüzü de içeren yapıdadır. Bunu inkâr etmek mümkün olmamakla beraber, Özgecan gibi katledilen onlarca kız kardeşimizin katilinin ortak noktası ne ülkücülük, ne dindarlık, ne de eğitimsizliktir. Bu korkunç ortaklık, katillerin erkek oluşundan başka bir şey değildir.

Yazının devamından aynen alıntılıyorum: “Özgecan için oluşan toplumsal tepki, hem kadına yönelik bireysel (eril) şiddet hem de iktidar (siyasal hegemonya) şiddeti açısından birlikte ortaya konmak durumundadır. Bu bakımdan Feminist ve/veya sol-sosyalist olduğunu iddia eden kimi çevrelerce gerek eylemlerde gerek sosyal medyada ortaya konan erkek karşıtlığı üzerinden gelişen seksüel analiz son derece sorunludur. ”

Burada yazarın söylemek istediği şeyi kabaca AKP karşıtı kitle hareketinin, bu cinayet karşısında karma bir şekilde tepki vermesini engellememek gerekir, şeklinde okuyabiliriz. Sol partilerin birçoğunun, AKP karşıtı toplamı nitelikli hale getirmek, bu toplamı mümkün olduğunca sola çekmek gibi bir programı olduğunu, bu heterojen, savruk hareketi gerçek bir kitle muhalefetine dönüştürme amacı güttüğünü biliyoruz. Şahsi olarak, bu amaçla hiçbir sorunum olmadığını belirtmek isterim. Ancak çok iyi biliyoruz ki, bu kitle ile bir gelecek tahayyüllerinin olması, bu kitlenin her dediğini uygulayan bir parti modelini gerekli kılmıyor. Yani kendi ilkeleri söz konusu olunca bu kitle ile yer yer pazarlığa giren, yer yer anlaşmazlığa düşen ve hatta yer yer onu kaybetmeyi dahi göze alan yapıların, feministlerin bu toplamın tüm talep ve enerjilerini karşılıksız kabul etmelerini beklemeleri ve daha ötesine geçerek hareketi böldürmeyiz şerhi düşmeleri tek kelimeyle yersizdir.

Devam ediyoruz: “Bu bakımdan Feminist ve/veya sol-sosyalist olduğunu iddia eden kimi çevrelerce gerek eylemlerde gerek sosyal medyada ortaya konan erkek karşıtlığı üzerinden gelişen seksüel analiz son derece sorunludur. Bir tek AKP ve düzen karşıtı sloganın atılmaması, içeriğin bütünsel olarak ortaya konmamasının yanı sıra, aynı hassasiyeti gösteren; tümüyle insani bir yaklaşımla eyleme katılan erkek bireylerin dışlanması; tüm bu şiddetin sorumlusu sayılırcasına, adeta potansiyel tecavüzcü ilan edilircesine kortej dışına atılmaları ciddi bir akıl tutulmasıdır.”

Burada eleştiriye katılma-katılmamaktan çıkıp aleni yanlışları düzeltmek gerekiyor. “Bir tek AKP ve düzen karşıtı slogan atılmaması” ifadesi, sabrı zorlamaktadır. Burada, kendini ispat etme yükümlülüğü feministlere ait değildir, bu asılsız iddiayı ortaya atanlarındır.

Yazının devamında öyle cümleler var ki, her birini tek tek alıntılayıp cevap verme isteği duymamak mümkün değil. “İçi boş feminist söylem” lafından tutun da, feminizmin patriyarkayla kapitalizmin birlikte işleyişine değinmediğini iddia etmeye ve feminizmi “metafizik” bir ideoloji olarak adlandırmaya giden analizlere ve finalde feminizmi emek mücadelesini bölmekle suçlamaya kadar bir dizi temellendirilemeyecek ve en önemlisi tarih tarafından, kadın hareketinin tarihi ve bu tarihten damıtılan teori ile çürütülecek iddiayla (hakaret demek de mümkün) karşı karşıyayız.

Yazının geri kalanında ise, kapitalizmin ve emperyalizmin şiddetle göbek bağına değiniliyor. Buradaki üslubun altını çizmek gerek. Yazı, Türkiye’de gerçekleşen bir kadın cinayeti ve ona verilen toplumsal tepkiden yola çıkıyor, devamında feminizm eleştirisi yapıyor ve ardından birtakım açıklamalara girişiyor. Burada gizlenen alt metin, feminizmin, şiddete, onu üreten yapılara, şiddetin dayanağını oluşturan ekonomik, tarihsel, kültürel nedenlere dair hiçbir söz söylemediğini, hiçbir toplumsal eylemlilik oluşturmadığını savlamaktadır. Birkaç paragraf sonrasında ise, yazar “Amerika’yı yeniden keşfetme” çabasına giriyor. Diyor ki, anneler de çocuklarına şiddet uygulamaktadır. Buradan da şiddetin yalnızca erkekler tarafından değil, bizzat kadınlar tarafından erken yaşlarda bireylere dayatıldığını, dolayısıyla şiddetin müsebbibi olarak erkekleri gösteremeyeceğimiz sonucuna varmamız bekleniyor. Yazıda okuru canevinden vuracak “Tansu Çiller” örneği de verilmiş. Sanki feministler, patriyarkanın kendi devamını sağlamak adına kadınları da erkekleştirdiğini, bu erkekleştirme sürecinde evlilik, annelik gibi kurumların ve rollerin başat rol oynadığını söylemezmiş gibi, kadınların eksik cins olarak algılanmaları sebebiyle iktidar olma şansı elde ettiklerinde, kendilerini ispat edebilmek adına erkekleşmeyi tercih edebildiklerini hiç yazmamışız, çizmemişiz gibi… Yazar, bir bakıma feminizmle, feminist teori ile değil, kendi kafasındaki “feminizmler” ile kavga ediyor. Zira onlarca farklı yoruma sahip, onlarca farklı akımdan oluşan feminist teorilerden hiçbirinin kadınların şiddet uygulamadığı yönünde bir iddiası yoktur.

Yazı kadın meselesi dışında o kadar çok şeye dayanıyor ve bunun yükünü feminizme yüklüyor ki, cevap verirken bile savrulmamak mümkün değil. Tekrar olduğu gibi alıntılıyoruz: “Ayrıca tüm antropolojik, tarihsel bulgular ve bugünkü ilkellerin arasında yapılan araştırmalar, ilkel komünal toplumlarda eril bir tecavüzün olmadığını gösterdi.”

Kısa ve net bir cevap: Hayır, hiçbir sosyal bilim –hele de bu konularda metodolojisi ve söylemiyle kılı kırk yaran antropoloji- böyle bir şey söylemedi. Burada iki yanlış var. “Bugünkü ilkel” söylemi güncel antropoloji söylemi açısından tamamen yanlıştır. Hadi işi zorlaştırmayalım. Bugün yaşamını farklı coğrafyalarda devam ettiren medeniyet dışı toplumlardan söz ediyorsak, onların yaşamları ile ilk avcı-toplayıcılara dair fikir edinmek, sosyal bilimler açısından hatalı bir çıkarım yapma yoludur. Diğer hata ise, bugünün ya da geçmişin “ilkel”lerinde tecavüze (eril tecavüz denmiş, bu lafa dokunmayacağım bile) dair bulguya rastlanmadığı iddiasıdır. Bu yönde belli tezler olsa dahi, bunlar kanıtlanmış ya da yaygın kabul görmüş değildir. Bugün söz konusu tarihte yaşayan toplumlarla ilgili en genel kabul gören tez, elimizdeki sınırlı kanıta dayanarak söylediklerimizin çoğunun birer varsayım olduğudur. Tecavüzle ilgili M.Ö 9000 gibi bir tarihsel aralığa denk gelen zaman dilimine dair elimizde nasıl bir kanıt olabilir sorusunu bir kez daha soralım. Zaten derdimiz bu değil, olmamalı. Velhasıl bilim bize o dönemde tecavüzün (ve hatta eril tecavüzün!) uygulandığına dair kanıtlar sunsun, bu bizim tecavüze karşı tavrımızda bir değişikliğe yol açmalı mıdır? Elbette hayır! Devam ediyoruz: “Şiddet tamamıyla kapitalizmin sömürü, yabancılaştırma ve hiçleştirme sarmalının ürettiği bir yıkıcılıktır. İnsanın doğasını tarihsel, sınıfsal, diyalektik anlayıştan kopartarak, şiddet ve tecavüzün erkek doğasının ve cinsel kimliğinin bir sonucu olduğunu söylemek, erkeği karşısına alan bir kadın mücadelesi tarif etmek ve bunu erkek düşmanlığına vardırmak düpedüz liberal burjuva taraftarlığıdır. Sol ve sosyalist yapıların, bu feminist pratiğin ve söylemin karşısında durması, ideolojik bir eleştiriyi ve tutumu süreklileştirmesi, sınıf mücadelesinin saflarının sıklaştırılması ve bilimsel tutumdan kaymama noktasında elzemdir.”

Yazar, iddiasını sürdürüyor. Şiddetin mevcudiyetini ve bütün biçimlerini kapitalizme daha da genelleştirelim, sınıflı topluma bağlıyor. Sınıflı toplum düzeninin, şiddetin yaygınlaşması, çeşitlenmesi ve hayatın her alanında bir araç hale gelmesinde şüphesiz çok büyük bir rolü var. Ancak şiddeti salt bununla açıklayabilir miyiz? Bu sosyal bilimlerin (itirazları duyuyorum, egemen sosyal bilim anlayışının değil, pek çok Marksist sosyal bilimcinin de dahil olduğu bir tartışma bu) hâlâ tartıştığı ancak net şekilde cevap veremediği bir soru. Bu sorunun net bir cevabının olmayışı, bize bir tarihsel sorumluluk yüklüyor. Şiddetin önlenebilmesi ve bir araç olarak toplumsal kabulünün ortadan kalkması için, bugünden mücadele etme zorunluluğu. Feminist hareket, tam da bundan bahsediyor, kendini tam da buraya konumluyor. Ancak feministler, bunu yaptıkları için şiddeti erkek doğasına yükleyen liberal bir burjuva taraftarı konumuna indirgeniyor! İnsaf. Daha önce de değindik, birçok feminizm var. Bu yazının hepsi adına konuşmak gibi bir iddiası olamaz. Ancak benim de aralarında bulunduğum birçok kadının, Türk ve Kürt feminist hareketinin sayısız öznesinin “özcü” bir yaklaşıma sahip olduğunu söyleyecek ne var ellerinde? Erkeklerin, kadının özne olduğu eylemde yürümemesi gerektiği iddiası. Bu kadar indirgemeci bir yaklaşım olabilir mi? Derdimizin erkeklikle, patriyarkal sistemin erkeği ile olduğunu, cinsiyet dışında “toplumsal cinsiyet” diye ayrı bir kategori olduğunu bas bas bağırmamıza rağmen, sokaktaki adam ağzıyla “feminizm erkek düşmanlığıdır” demek için bu kadar uzatmaya gerek yok. Zaten niyet kendini giderek daha net ortaya koyuyor. Sol, bu feministlerle yollarını ayırmalı, sınıf mücadelesinin saflarını sıklaştırmalı, bilimselleşmeli.

Sol, bu feministlerle yollarını zaten ayırıyor. Bunu pek de çaba sarf etmeden, tacizcileri, tecavüzcüleri parti-dernek bünyesinde barındırarak, şef tacizlerini görmezden gelerek, yönetim kademesinden kadınları dışlayarak, ayak işlerini kadınların üstüne yıkarak yapıyor. Sene boyunca kadın politikası üretmeyip her 8 Mart’ta kadınlara üstünlük taslayarak, eril diliyle “halk siyaseti yapıyorum” diye övünerek yapıyor. Siz, bu söyleminizi devam ettirerek buyurun sınıfla yakınlaşın, eşit işe eşit ücret diye bağıran, hem fabrikada patron tarafından, hem evde kocası tarafından sömürülen milyonların gerçek taleplerinize kulaklarınızı tıkayın; siz Ankara’da “ne patrona ne kocaya kendimizi gayrı sömürtmeyiz” diyerek çadırlarda direnen Tekel işçisi kadınları “burjuvalıkla” itham ededurun. Siz bilimsellikle yakınlaşıp “ilkel toplumda eril tecavüz yoktur” deyin. Haydi devam edin, yalnız bir kez daha söylüyoruz, yolumuzdan çekilin.

* İlgili yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz: http://ilerihaber.org/kapitalist-siddet-ve-feminist-tutum/10565/