Tuğba-Ruşen-Filiz
Barış için Kadın Girişimi’nden kadınlar olarak dağdaki çocuklarının geri gelmesi için Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde 20 Mayıs’tan beri oturma eylemi yapan annelerle görüşmek üzere 8 Haziran’da Diyarbakır’a gitmeye karar verdik. Fakat biz yola çıkmadan önce, 7 Haziran günü Lice’de kalekol yapımını protesto eden halkın üzerine askerin açtığı ateş sonucu Ramazan Baran (26) ve Hacı Baki Akdemir (46)’in hayatını kaybettiği ve biri ağır olmak üzere pek çok yaralının olduğu haberi geldi. Biz de 8 Haziran Pazar gününü Lice’de olanları yakından gözlemlemek ve halkla dayanışmak üzere Lice’de geçirmeye ve Pazartesi gününü eylem yapan aileler ve yetkililerle görüşmek üzere Diyarbakır’da geçirmeye karar verdik.
Lice’ye doğru yola çıkmadan önce Diyarbakır’da defnedilen Ramazan Baran’ın cenaze yürüyüşüne katıldık. Yürüyüş halkın yoğun katılımıyla yapıldı. Ramazan Baran, “kî zava, kî zava” sesleriyle toprağa verildi. Bu slogan bir taraftan Ramazan’ın damat olacak yaştayken öldürülmüş olmasının acısını ortaya koyarken diğer yandan da halkın yılmadığının ve direnişin devam ettiğinin/edeceğinin de sembolü olarak okunabilir. Ramazan Baran’ın Diyarbakır’da kendine bir cay ocagi acmak uzere olduğunu, hafta sonlari Lice’ye direnişe destek vermek için gittiğini öğrendik yakınlarından. Lice’nin Biryas Köyü’nde yalnız yaşayan Baki Akdemir’in cenazesi ise köyünde defnedildi.
Cenazeden sonra DÖKH’ün ayarladığı minibüsle DÖKH’ten Elif’in mihmandarlığında Lice’ye gitmek üzere yola çıktık. Diyarbakır-Lice yolu özel tim tarafından kapatılmış olduğundan Lice’ye Hazro yolundan gittik ve fakat burada da yol kapalıydı ve askerlerin eskortluğu olmadan yola devam edemeyeceğimiz söylendi. Aksi takdirde güvenliğimizden emin olunamayacağı söylendi. Güvensizliği yaratanın askerlerin oradaki varlığının olduğu gerçeğini ise bizi korumak isteyen “askerlerimiz” nedense bilmiyorlardı! Nihayetinde güvenliği başka bir şekilde sağladıklarını söyleyip eskortsuz gitmemize izin verdiler.
Ramazan Baran ve Hacı Baki Akdemir’in çapraz ateşle öldürüldüğü, pek çok insanın yaralandığı yere; Biryas (Yukarı Çalıkbükü) Köyü yakınına gittik. Halkın büyük kısmı burada toplanmıştı; Hacı Baki Akdemir’in taziyesi için gelenler burada kabul ediliyordu ve halk gece çadır kurup orada kalmayı planlıyordu. Biryas Köyü’nde Lice Belediye Başkanı Rezan Zoğuroğlu, Milletvekili Nursel Aydoğan, direnişe destek olmak için gelen Diyarbakır Barış Anneleri, BDP yöneticileri, Hacı Baki Akdemir’in kızkardeşi ve Lice halkıyla görüştük ve Jinha haber ajansına gözlemlerimizi anlattık. Oradakilerden Lice ilçe merkezinde hayatın durduğunu, yaşlılar ve engelliler dışında herkesin protestoların olduğu bölgelerde olduklarını öğrendik.
Biryas’tan sonra kalekol inşaatının bulunduğu ve 15 gündür halkın çadırlarda nöbet tuttuğu Korxa (Abalı) Köyü yakınındaki mevkiye geldik. Burada bizi “hoş geldiniz, başımızın üstüne geldiniz, ama geç geldiniz” diyerek karşıladılar. Biryas ve Korxa’daki halkın bize söylediği karakol/kalekol ve baraj yapımları durduruluncaya kadar eylemlerine devam edecekleriydi. Direnişleri ziyaret ettiğimiz yerden, yürüyerek 15 dakika mesafedeki, askerlerin konuşlandığı tepeye çıktık. Bir gün öncesinde, askerlerin Barış annelerine ve halka, yönelik gaz bombası ve kurşun attığı tepede hala boş kovanlar ve gaz kapsülleri duruyordu. Halk boş kovanların bir kısmını toplayarak bir kayanın çevresine toplamış olmasına rağmen hala çalıların arasında onlarca kovan vardı. Bu tepenin direnen halkın gece kalmayı planladığı yere çok yakın olması kaygı uyandırıcıydı. Çünkü askerler 4-5 tane akrep ve 3 tane zırhlı araç ile bekliyorlardı konuşlandıkları yerde ve gözlem yapmak için tepeye çıktığımızda, kadın ekibini görür görmez araçlarına binip motorları çalıştırarak, hala bir tehdit olduklarını hatırlattılar.
Baraj ve Kalekol inşaatlarını gördükten ve dinlenmemiz için ikram ettikleri çayı içtikten sonra dönüş yoluna çıktık. Kadınlar ve gençler karakol yapımına izin vermeme konusunda çok kararlı konuşuyorlardı ve yıllardır Lice’nin maruz kaldığı devlet şiddetinden örnekler vererek, yeni bir karakola tahammülleri olmadığını anlattılar. Zaten yeteri kadar karakolun olduğunu ve buralarda konuşlanan askerlerin yaşam alanlarını kısıtladığını anlattılar. Kadınlar köyün çevresinde asker tarafından gözetlenmeden tarlalarına gidebilmek ve barış döneminde olduklarını hissetmek istediklerini özellikle belirtiyorlardı.
Dönüşte, Lice’ye giderken kullanamadığımız -çünkü asker Lice’ye desteğin gitmesini istemiyordu- yoldan döndük, yolda 2 kez, yaklaşık 5 metre arayla özel tim tarafından durdurulduk. Kimlik kontrollerine izin vermeden, ama taciz etmek için olduğu aşikar olan bekletmelerine maruz kalarak Diyarbakır’a gelebildik.
9 Haziran Pazartesi günü öğlen saatlerinde çadırlarını belediye önünden Dağkapı Meydanı’na taşımış olan, dağdaki çocuklarının geri dönmesini talep eden, çoğunluğu annelerden oluşan aileleri ziyaret ettik. Yirmiye yakın ailenin büyük bir kısmı Diyarbakır dışından gelmişti (Mersin, Erzurum, Kars, Ardahan, Antep vs.) ve talepleri savaşın durması ve dağdaki tüm gerillaların geri gelmeleriydi. Çocuklarının dağdan dönmeleri durumunda ceza almamalarını da talep ediyorlardı. Bu konuda bazı aileler telaşlı iken, bazı aileler hükümetin onlara söz verdiğini, çocuklarının ceza almayacaklarını söylüyorlardı. Dağa giden gençlerin çoğu üniversiteden örgütlenip gitmişti, yaşları 16’dan küçük olan çok azdı ve aileler çocukları için “kaçırıldı” değil “beyinleri yıkandı” diyordu. Onların yanında ilk hissettiğimiz şey ailelerin polis ve AKP tarafından abluka altına alınmış oldukları ve manipüle edildikleriydi. Polis; sivili, üniformalısı, polis arabası, toması, akrebiyle bu aileleri korumak bahanesiyle kuşatmıştı ve yanlarına gelen herkesi kayıt altına alıyor; muhalif basını engelliyor; politik grupların ailelerle iletişimini kısıtlıyordu. BDP karşıtlığıyla bilinen, devlet ve AKP yanlısı 72 sivil toplum örgütü ailelerin maddi gereksinimlerini üstlenmişti. Ailelerin çevresinde HÜDA PAR üyelerinin de dolaştığı söylendi bize. Bizimle konuşurken maddi desteği nerden aldıkları gibi soruları geçiştirdiklerini ve birbirlerini fazla konuşmamaları için uyardıklarını gözlemledik. Aileleri manipüle etmek hevesinde olan sadece iktidar değildi tabii ki; yolları Kürdistan’a nadiren düşen ve buradaki devlet şiddetini hiçbir zaman haber yapmayan Ulusal Kanal da röportaj yapmaya gelmişti ve muhabir, kadınlara sufle vererek ne söyleyeceklerini belirliyordu. Ailelerin tek düşündüğü ise seslerini mümkün olduğunca geniş bir kitleye ulaştırabilmek ve çocukları için başlattıkları bu girişimin sonuç almasıydı. Tek bir tarafı hedef almadıklarını, hem devlete hem de PKK’ye seslendiklerini söylüyorlardı.
Ailelerden sonra, pek çok ailenin çocuklarının geri gelmesi ya da en azından iletişim kurabilmeleri yönündeki talepleriyle ilgilenen Mazlum-Der’e gittik. Burada bizi Mazlum-Der yöneticileri ve diğer gönüllüler karşıladı. Mazlum-Der’deki yetkililer Cenevre Çağrısı adlı sivil toplum kuruluşunun çağrısıyla PKK’nin de imzaladığı ‘Çocukların Silahlı Çatışmaların Etkilerinden Korunmasına Dair Taahhütname’ye göre PKK’nin 18 yaş altı çocukların çatışmalarda bulunmasını engellemek konusunda yükümlülüğünün olduğunu ve buna göre, eğer 18 yaş altında dağ kadrosunda bulunan çocuklar varsa bunların ailelerine iade edilmeleri gerektiğini anlattılar. Diğer yandan, PKK’nin anlaşma gereği, 16-18 yaş arası katılımlara şerh koyduğunu ve bu yaş aralığındaki gençleri müzakereye tabii gördüklerini de eklediler. Mazlum-der’e başvurmuş olan Böçküm ailesinin 15 yaşındaki çocukları Sinan Böçküm’ün Cenevre Çağrı’sı aracılığıyla PKK ile yapılan görüşmeler sonucu dağdan gönderildiğini; fakat Sinan’ın geri dönme konusunda isteksiz olduğunu gözlemlediklerini, gönderildiğinden bu yana evden çıkmadığını anlattılar. Ailelerin eyleminin nasıl bir sonuç doğuracağı konusunda ise barış sürecinin seyrinin belirleyici olacağını ama AKP adım atmadığı sürece dağa gidenlerin geri gönderilmeyeceklerini düşündüklerini söylediler. Ailelerin provoke edildiğini yukarıda da söylediğimiz gibi Mazlum-Der temsilcileri de söyledi.
Son olarak görüştüğümüz Fırat Anlı’dan ailelerin eylemlerinin başlaması ve geldiği nokta konusunda bilgi aldık. Anlı da bir taraftan bu sürecin daha iyi yönetilebileceğini ama hatalar yapıldığını söylerken bir taraftan da ailelerin AKP tarafından siyasi malzeme haline getirilmesinin aileler ve “barış süreci” açısından olumsuzluklarına değindi. Bu eylemlerin doğru bir yere kanalize edilebildiği sürece yeni bir tartışmayı sağlayabileceğini söyledi. Örneğin, PKK’den çocuklarla ilgili bir düzenleme talep edilebilir; yaşı küçük olanların durumlarıyla ilgili daha şeffaf bilgi sahibi olmak ve aileleriyle iletişim kurmalarını sağlamak gibi. Anlı bu aileler için belediye olarak yapabileceklerinin sınırlı olduğunu ve yetkileri dahillinde gerekli görüşmeleri yaptıklarını belirtti ve bundan sonra Barış Anneleri gibi onlarla aynı acıyı paylaşan ve BİKG gibi barış için çaba harcayan oluşumların sorumluluk alması gerektiğini söyledi. Diyarbakır halkının eyleme katılan ailelere karşı tepkili olduklarını, ailelerin bu eylemini; zaten devlet tarafından ezilirken bir de halk tarafından protesto ediliyor olmak olarak algıladıklarını, tepkinin adresinin yanlış olduğunu düşündüklerini anlattı. Ayrıca Kürdistan’da halkın karakol, kalekol ve baraj yapımına karşı yaptıkları protesto eylemlerine askerin silahla karşılık vermesiyle yaşanan ölümlerin ve yaralamaların, halkın barış sürecine ve devlete karşı güvensizliğini artırdığını ve Türkiye halkları arasındaki mesafenin kapanması gerekirken giderek açılmasından korktuğunu belirtti.
Diyarbakır’da iki gün süren görüşmeler ve gözlemlerimiz, Lice’deki karakol, kalekol ve baraj yapımlarına itiraz eden halkın da, çocuklarının dağdan dönmesini dileyen ailelerin de farklı ifade tarzları ile barış özlemlerini dile getirmek olarak düşünülebileceğini gösteriyor bize.