2011 seçimlerine giderken her gün en az 3 kadın öldürülmeye devam ediyor. Hükümet ise kadın erkek eşit değildir ve kadının asıl yeri ailedir anlayışıyla politikalar üretmeyi sürdürüyor. Son olarak Kadın Bakanlığı’nı kaldırıp yerine Aile Bakanlığı kurmak istemesi de bu anlayıştan kaynaklanıyor.
Seçimler aracılığıyla dile getirilen programlar, kadınlara dayatılan koşulların daha da katmerlenerek süreceğini gösteriyor. Seçim için ringlere çıkan iktidar ve muhalefet liderlerinin onca vaadleri arasında kadınlara yönelik erkek şiddetine ve kadınların karşılıksız emeklerine dair tek söz duymuyoruz. Kadınlar, gizli özne olduğu kaset skandallarından fırsat kalırsa eğer, bu seçim sürecinde ancak partilerin aile programlarında kendilerine yer bulabiliyorlar.
Kadın’ın yeri diyerek; Türk aile yapısı, Aileyi Koruma Kanunu, Aile Sigortası, Kutsal aile, aile değerlerimiz, aileye bağlılık, ailem için, canım ailem, önce aile, aileadına vb gibi tanımların arasında görünmezleştiriliyoruz.
Kadın diyerek; Karı, hanım, eş, anne, analarımız, nine, abla, kızkardeş, hatun, aile, kızlarımız, kadınlarımız, teyze, hala, anneanne, babaanne, kimlikleriyle anılıyoruz.
İktidar partisi AKP ve ana muhalefet partisi CHP’nin programlarında da kadınlar “birey“ olarak kabul edilmiyorlar. Bu programlarda, “kadın„ yerine, biraz anne, bir tutam eş, bedeni ve emeği aile içinde iç edilen biri var. Satır aralarında hitap cümlesi olarak ya “kadınlarımız” ya da” hanımlar” deniliyor.
Biz feministler, Türkiyeli kadınların en yakıcı sorunu olan, kadına yönelik erkek şiddetini, kadın ve çocuğa tecavüz taciz ve istismarı haykırıyoruz. Hane içinde, erkeklerin kadınları kontrol mekanizmalarının sistemli olduğunu, her gün mezara gömülen en az 3 kadın olduğunu isyanla duyuruyoruz. Aile kurumunun, erkeğin kadına şiddet uyguladığı, emeğini sömürdüğü „yuva“ olduğunu ifşa ediyoruz. Kadının emek ve bedeninin nasıl sömürüldüğünü açıklıyor ve bunların önlenmesi için önerilerimizi tekrarlıyoruz. Buna rağmen, seçim döneminde de siyasiler, kadını aile kurumu içinde eş veya annelik üzerinden tanımlamaya, kadın cinayetlerini seyretmeye devam ediyorlar.
Seçim programlarında taciz ve tecavüzün bu denli yaygın olduğu Türkiye’de, kadını güçlendirecek, kadının şikayet etme mekanizmalarını kolaylaştıracak projelerden söz edilmiyor. Kadınların korunma taleplerini yerine getirmeyen savcılar, koca şiddetinden kaçıp karakola sığınan kadınları eve gönderen polis, erkek adaleti uygulayan mahkemeler mevzu bile değil. Kaba şiddette darp izi arayan, ekonomik şiddetin, psikolojik şiddetin izlerini göremeyen, tacizin/tecavüzün ispatını kadından bekleyen yasaları değiştirmeyi vaad eden yok.
Bunların yerine, soyut bir aile tanımı içinde kadın, ailenin korunmasına dair bir unsur ve başbakanın dayattığı en az 3 çocuk yapma işlevine sahip tali bir canlı imişcesine konumlandırılıyor. Kadınları evlenmeye zorlayan, planlarını “evlenme/aile” üzerinden inşa eden erkek politikalar, ahlak, namus algılarıyla desteklenirken,annelik üzerinden kutsallaştırılan “Türk aile yapısı” da siyasilerin kadına yönelik erkek şiddetini, kadın cinayetlerini, taciz ve tecavüzü yok saydığını gösteriyor.
Kadınlar aile içinde annedir, eştir, ev emeği, çocuk , hasta, yaşlı bakımı kadının görevidir dayatmasıyla, bu görevleri “aksatan“ kadınlar erkeklerin şiddetiyle karşı karşıya kalıyorlar. Partilerin programlarında, kadının hane içinde değersizleştirilen/ücretsiz/görünmeyen bakım emeği yok sayılırken, esnek çalışma kurtuluş gibi sunuluyor ve hane içindeki cinsiyetlendirilmiş işleri kadının üzerinden almayan cinsiyet körü politikalarla kadın daha da sömürüye açık hale getiriliyor.
Kreş, huzur evi, yaşlı bakım evi, sığınma evi vb gibi kadına dayatılan yükleri paylaştıracak sosyal devlet anlayışıyla örtüşen hiçbir proje olmadığı gibi, toplumsallaşması gereken bu hizmetler gün be gün piyasalaştırılıyor. Kadına dayatılan cinsiyetlendirilmiş işler erkekle bölüştürülmüyor veya sosyal devletin üstlenmesi gereken işler “aile içinde”(kadına) yükleniyor. Hem evde hem işte çalışan kadınlara erken emeklilik, ev kadınlarına zorunlu sağlık sigortası ve 50 yaşında koşulsuz emeklilik, işyerlerinde çalışanların cinsiyetine bakılmaksızın kreş, yaşlıları, hastaları, engellileri kadın bakımına terk etmeyen sosyal olanaklar, erkek ve kadınların cinsiyetlendirilmeyen işbölümü yapmasına dair bahis yok.
Kadını birey değil ailenin bir parçası olarak gösteren anlayışlar, adı geçen/tanımlanan aile dışında kalmayı seçen/seçecek bütün kadınları yok sayıyor, dahası hedef haline getiriyor.
Aile değil kadın olduğumuzu söylüyoruz. Söylemeye devam edeceğiz..!
Sosyalist Feminist Kolektif/Haziran 2011