Posts Tagged ‘kadın’

Ego Eril midir? Bir Çiçek-Böcek Tartışması

ego-natureEgo eril midir? Bir çiçek-böcek tartışması

Dilan Özdemir

“Erkeklere, erkeklere, en çok onlara, bu kendilerini, sonra yine kendilerini sevenlere kızgınlığım. İki düğmeli, üç düğmeli ceketleriyle duyarsızlar ordusu yığın yığın geçiyorlar. Ceketsiz, kravatsızlarda biraz olsun umudum vardı… Oysa tek dolaşmıyor onlar – güçsüzler. Rastlamadım işte, birilerine rastlamadım – Rast-la-san-da, rast-la-ma-san-da av-va gi-di-yo-ruz.”
Sevgi Soysal

Ego eril midir? Bu soruyu düşünüyorum uzun zamandır. Kadın veya erkek her insanın, neye hizmet ettiği fark etmeksizin her topluluğun aslında bir ego ile hareket ettiğini düşünüyorum mesela.

Sokakta, iş yerinde, okulda, cafede, barda ve hatta gelişen teknoloji sayesinde artık evde bile egomuzla mı hareket ediyoruz? Ve aslında neye hizmet ediyoruz?

Sorular her zaman yanıt bulmaz yazılan yazılarda. Sorular sorarız hayatla ilgili, düzenle ilgili ve bunun üzerine kitaplar, makaleler okuruz kimi zaman. Bazen bir yanıt bulmak yerine kafamız daha çok karışır. Bu yazı yukarıdaki sorulara yanıt verecek mi bilemem ama ben kendi yaşantımdan yola çıkarak, biz kadınların her gün karşılaştığı ve mücadele etmek zorunda olduğu eril bir egodan bahseceğim. Okulda sınıf hâkimiyetini sağlamak adına, gücünü kendi lehine kullanan öğretmenler, eğitimcilerde; sokakta gördüğü her kadınla ilgili görüşünü sesli ifade edebilecek cüreti kendinde bulabilen erkeklerde; toplumun en küçük birimi olarak tariflenen aile kurumu içerisinde çoğunlukla baskın baba, ağabey ve eş figürlerinde; ve özellikle AKP ile birlikte toplumda daha çok yaygınlaşan kadın düşmanı politikalarda vücut bulmuş bu eril ego, hayatımızın her alanında kendini gösteren bir baskı unsurudur.

Üniversiteyi ilk kazandığım zaman İngilizce hazırlık sınıfı için bir seviye tespit sınavı yapılmıştı. O sınavda okutman kendinden emin bir edayla, “Bu sınav sizin bu okulda girdiğiniz en kolay sınav olacak” demişti. O küçümsenmişlik hissini hatırlıyorum. Sonra bölüm derslerimde aslında ne kadar da “boş” olduğumuzu ve bu üniversitenin bizi birer “dolu” bireyler haline getireceğini hissettiren çokça akademisyen tanıdım. Çok benzerdi hissettiklerim ilk sınavımda hissetiklerimle. Her dersin hocasına göre kendi dersi en önemlisiydi mesela. Hayata, edebiyata, bilime dair her şeyi sadece üniversitede öğrenebilirdik ve öğrenmemizin en önemli kısmı o dersti. O ders, ayrı ayrı bütün derslerdi. Eğitim ve öğretimin “yüksek bir kurum” tarafından çizilen bir çerçevede ve bu çerçevenin dışına çıkamayan eğitim kadrosuyla varlığını sürdüren akademilerde öğrenmemiz, yetişmemiz ve geleceğimizi kazanmamız bekleniyordu. Yıllarca ben de bu çerçeveye uygun bir biçimde okumuş, başarılı olmuş ve o üniversiteyi kazanmıştım. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde okuyabildiğim için çok şanslıydım ve o şansı üniversitenin çizgilerini aşmayacak bir biçimde değerlendirmek durumundaydım. Bana bahşedilen bu hakkı bulamayan milyonlarca genç vardı, öyle değil mi? Vardı elbet, bu yüzden ben kutsanmışlar listesindeki adımı onurlandıracak bir başarı elde etmeliydim. Değerli ve başarılı mı hissetmeliydim kendimi, bilmiyordum. Ama öyle hissetmek yerine böcek gibi hissettiğim zamanlar oldu. Her şey hazır, okunacak kitaplar, üzerinde yazılacak yazılar, nasıl ve ne sıklıkta çalışırsak başarılı olacağımız, her şeyin tarifi açık. Herhangi bir konuya eleştirel bir bakış açısı getirmeye kalksam, sanki üstüme basıp öldürmeye çalışıyorlar ama ben ölmedikçe daha da güçlü oluyordum. Eril bir bakış açısıyla oluşturulan bir eğitim sistemi içerisinde başarılı olmaya çalışıyordum herkes gibi: Kadınların ve erkeklerin yapabileceği ayrı meslek dallarından başlayan ve eğitimin her ayrıntısında kendini var eden bir eril ego ürünü aslında okumak bu ülkede.

Toplu taşımada da böyle hissettiğim zamanlar oldu. Otobüste ısrar kıyamet yer vermeye çalışan o bey amca mesela. Ayakta durmakta bana kıyasla daha fazla zorlanıyordu ama bana yer vermesi gerekiyordu. Çünkü ben otobüste ayakta gitmekte zorlanacak, korunması ve kollanması gereken küçük bir böcektim. Çiçek demiyorum, yanlış anlaşılmasın, böcek diyorum. Steril ortamlarda yaşamını sürdürebilen, ne çok sıcağa dayanabilen, ne de çok soğuğa ama ısırdığında ağzının ortasında vurulması gereken bir böcek. Uğur böceği gibi belki de, zararsız ama zarar verme ihtimalinde hamam böceği muamelesi gören bir böcektim. Yeri kabul etmedim, arkada başka bir bey amcamız ayakta yolculuk etmemi kabul edememiş olsa gerek ki ayakta durmakta zorlanmam için elinden geleni yaptı yol boyunca. Muhtaç değilsem eğer birine, öyleyse tüm zorluklara göğüs germeliydim öyle değil mi? Bana çarpıp geçebilirdi bu yüzden, omuz atabilirdi veya birinin elindeki çantasını benim omuzuma yük bindirmesinde hiçbir sakınca yoktu. Birkaç kez fren yaptı otobüs düşecek gibi oldum, “Ben sana demiştim” ifadesi ile yüzüme bakan insanlar gördüm. Küçücük bir böcektim işte o anda da.

Aile zaten eril hâkimiyetin en büyük araçlarından birisi. Her ailede bir baba figürü, bir ağabey figürü, eğer kan bağının kuvvetli yaşandığı ailelerdeysek dayısı, amcası, dedesi ve hatta eniştesi insana kendini böcek gibi hissettirebilir. Benim bir ağabeyim yok, bağları kuvvetli bir aile değiliz ve dolayısıyla bir babam var hâlihazırda. Kendisi de çok fazla hayatıma yön vermeye çalışan, karar verme süreçlerimde beni yönlendirmeye çalışan bir baba olmadı. Ama ilk defa bir yerde yazım yayınlandığında “Aferin” dedi mesela. Der çünkü ben onun kızıyım, ben onun böceğiyim. Minik tatliş bir böcek, güzel bir şey yapmışsam kesin onunla ilgilidir. Bir kadın olarak çocukluğumuzdan itibaren nasıl giyinmemiz, nasıl davranmamız, nasıl yaşamamız, arkadaşlık biçimlerimiz, hangi mesleği yapmamız gerektiği, nasıl bir eş seçip nasıl bir aile kuracağımız öğütler dizisi olarak her gün karşımıza çıkar. Kurallar bellidir. Kim tarafından belirlenmiştir? Ailemizin er kişileri tarafından, onların sahip oldukları deneyimler tarafından. Mevzu, en yakınımız, babamız bile olsa tamamlanamayan bir X kromozomundan fazlası değil yani.

Hayatımdaki erkekler sonra, en çok da onlar hissettirdi benim bir böcek olduğumu. Uğur böceği olarak başlayan ve hamam böceğine kadar giden süreçler dizisi işte erkeklerle ilişkilerim de. Başta uğur böceği gibi eline alıp, oynayıp okşamak için elinden geleni yapanlar, bunun için işi ağaçlara tırmanmaya vardıranlar da olmuştur. Elinin üstünde daima hazırda seveceği bir uğur böceği olmam nasıl da mutlu ederdi onları. Ama olmadı, uçmak istedim kimi zamanlar. Beyinlerinin tam ortasına konup birkaç hücrede kalıtımsal değişiklikler yapmak istedim bazen. Sivrisinek muamelesi gördüğüm zamanlardı, iyi hatırlamam o anları. Metaforu bir yana bırakırsak, er kişi bir kadın için, bir kadının hayatına girebilmek için bin bir yolu denermiş, girdikten sonra her şey değişirmiş. Yani Ferhat’ın dağları deldiği zamanların üstünden çok geçse de er kişilerin bu konuda çabaları pek değişmedi. Kendini önemli hissettiği anda ego patlaması yaşayıp tüm her şeyin patlamasına sebep olan er kişilerimiz, bizim çağın hikâyeleri yani. Sen ona bir kelime et diye, aylarca tepinen er kişilerimizden bahsediyorum. Hayatına aldığında kendini senin hayatının en merkezinde tarifleyip sanki onsuz bir hiçmişsin gibi davranan er kişilerimiz. Hayatını gasp edip, onsuz yaşayamazsın hissi veren, gitse ölecekmişsin sanan, tek başına asla hiçbir şeyi başaramayacağını düşünen ve bunu her daim hissettirmekte hiçbir beis görmeyen, onu hayatından çıkaramayacağını zanneden er kişilerimiz. Ferhat ile Şirin hikâyesi fazla romantikti belki. Ya da bilmiyoruz, Şirin başkaldırsaydı eğer, Ferhat o deldiği dağları başına yıkmaya kalkar mıydı Şirin’in? Mecnun çölde bulduğu bir kaşık suda boğmaya kalkar mıydı Leyla’yı?

Ve tabiî ki 13 yıllık AKP iktidarı… Kendinizi bir böcek gibi hissettirmek dışında bir işe yaramazlar. Zaten onun dışındaki icraatları da kutu kutu paralarla gündem olmak ve durmaksızın katliamlar yapmak. Örneğin, 15 yaşındaki bir çocuğun ölümünün emrini “ben verdim” diye meydanlarda bağırır, sonra sen “katilsin” demek için sokağa çıktığında toması karşılar seni. Böcekmişsin gibi üstüne gaz atar, su sıkarlar. Kendileri saraylarında zevki sefa eylerken asgari ücret tartışmalarında kendini böcek gibi hissedersin mesela. Milyonları sokağa dökmüş güzel gözlü Özgecan’ın katillerinin müebbet alması seni mutluluktan dört köşe eder, lütuftur bu artık olması gereken değil. Düzen böyle yani, zaten bizim olması gereken şeyleri bize verdiklerinde mutlu oluruz. Peki, neden bir böcek gibi hissetmemizi isterler? Öncelikle iktidarlarına kafa tuttuğumuz için, bir arada olduğumuzda, el eleyken daha güçlü olduğumuzu bildikleri için. Sonra, kadın olduğumuz için elbette. “Bir kadın olarak sus” diyen bir zihniyete karşı ve ona rağmen bir kadın olarak sokakta dimdik durup hesap soracak gücü kendimizde bulabildiğimiz için. Devletin tüm kurumlarında ilmek ilmek örülmüş bu eril düzene karşı her kımıldamaya kalktığımızda böcekmişiz gibi ezmeye kalkmaları, korkularındandır belki de. Olur da bir gün oynatırsak düzenlerini yerinden korkusuyla sahip oldukları eril egolarının can çekişmesidir.

Bizi bir çiçekten bir böceğe dönüştüren bu yaşamda bütün zorluklar eril bir egonun hâkimiyetinden doğar diyebilir miyiz? Kadınları bir “çiçek” benzetmesi ile kutsayanla aynı ego değil midir her yerde böcek gibi ezmeye kalkan? Kadınlar bir çiçek kadar narindir, güzeldir ama başkaldırana kadar. Ters yaptığı an ezmek gerekir. Buradan yola çıkarak ailemizdeki baba-ağabey figürünün hayatımızdaki baskısının zemini de eril bir egoya dayandırılabilir. Kız çocukları babalarının gözdeleridir ama ya laf dinlemezlerse? Annelerimizi de birer baskı aracına çeviren o eril egonun arkasına saklanmaktır esasen. “Babana söylerim” diye tehdit edilerek büyütülen bir nesiliz hiç şüphesiz. İlkokulda aile bireyleri tarafından öğretmenine şikâyet edilen, aile ziyaretlerinde usturuplu oturması ve konuşması gereken, yolda yürürken “düzgün” yürümesi gerektiğini düşünen, lisede etek boyu ile daima ilgilenilen bir nesiliz. Aynı ego tarafından durmadan bir böcek gibi ezilmeye mahkûm edilen bir neslin kadınlarıyız.

Tarihten bugüne yaşanan binlerce savaşın sorumlusu da benzer bir eril egodan kaynaklanıyor olamaz mı? Yönetmek ve ele geçirmek isteği bir eril ego ürünü değil midir? Devletler bunu birbirine yapar ve ne tesadüftür ki, devletleri çoğunlukla erkekler yönetir. Bir yansıma olarak sosyal yaşamda da benzer bir içgüdü ile hareket edilir. Evlilikler, ilişkiler, öğretmen–öğrenci ilişkisi aynı yönetme ve yönetilme isteğiyle dolup taşar. Ve doğumu itibariyle o zihniyet tarafından durmadan kendini sakınması öğütlenen biz kadınlar; eşsiz ve iyimser bir çiçek benzetmesiyle karşı karşıya kalırız günün birinde böcek gibi ezilerek.

Tam da bu yüzden barış talebi en çok kadınlara yakışıyor belki de. Sebebi de ölen küçücük çocuklara anne içgüdüsüyle yaklaşmalarından, narin olmalarından değil zannedildiği gibi. Aksine, bebekliğinden itibaren önce pembe renk dayatmasıyla, sonra hayat boyu eril bir zihniyetle savaşmak zorunda olan, çoğunlukla yenilen, yenilmesi için kurulan bu düzende alternatifleri için mücadele etmeye devam eden, tarihin bir noktasında elbet dünyayı ters yüz edecek kadınlar bilir en çok barışın kıymetini. Eril egodan sıyrılmış bir beklentidir çünkü “barış”. O kadınlar, el ele yürüyeceklerdir karanlıktan çıkarken… Erkeklerin, devletlerin egolarına inat.

 

 

Cizre’de Nur Mahallesi Düşerse Kadıköy’de Bağdat Caddesi de Düşmüş olacak!

cizreHülya Osmanağaoğlu

9 gün süren sokağa çıkma yasağı, evlerin aşırı sıcak banyolarında sadece alt bezleriyle yatırılan bebekler, kuyuların diplerindeki çamurlu suları tülbentlerle süzerek içen ve tek odaya sıkışmış onlarca insan, bahçede abdest alırken keskin nişancılarca vurulan yaşlı kadın, annesiyle babaannesinin ölülerinin arasında saatlerce yaralı yatan bebek… Daha niceleri… Hepsini okumuştuk gitmeden önce ama yaşayanlardan dinlemek bir başka ağırlık yarattı yüreklerimizde.

Barış için Kadın Girişimi’nin politik dayanışmanın yanı sıra duygu paylaşımını da olanaklı kılan ve hepimize “ne iyi oldu” dedirten örgütlenmesiyle 150 kadın Cizre’ye gittik. Yukarıda yazdıklarımdan çok daha fazlasını hem Cizre kuşatması süresince özgür medya hem de birlikte Cizre’ye gittiğimiz kadın arkadaşlar yazdı/yazıyor. Biraz gördüklerimden ne anladığımı/hissettiğimi paylaşmak istiyorum…

Devamını Oku…

Bir Kadın Olarak Susmuyoruz

1-1438196826Diren Cevahir Şen

CHP’nin çağrısı ile olağan üstü gündemle dün, yani 29 Temmuz 2015 günü toplanan 25. Dönem TBMM’si, bu ilk toplantısıyla barış umutlarını bu coğrafyada belki de ilk kez yeşerten çatışmasızlık sürecinin devamına ve barışa yönelik ortak bir adım atmaktan çok uzaktı. AKP’li ve MHP’li milletvekilleri ölümlerin araştırılmaması yönünden oy kullanıp bolca HDP’li vekillere sataştı, HDP’lilerin konuşmalarını böldü.

Sonra sahneye halihazırda milletvekili olmayan ve görevi yeni hükümet kurulana kadar “geçici” olarak hükümet etmek ve koalisyon görüşmeleri için ortam hazırlayıp ülkeyi diğer seçime sağ salim götürmek olduğu halde üzerimize bombalar yağdırma hükümeti olan AKP hükümetinin başbakan yardımcısı Bülent Arınç çıktı.

Kadınlara yönelik düşmanca, tehditkar ve aşağılayıcı tavırlarıyla bilinen, bu mevzudaki sabıkası hayli kabarık olan Bülent Arınç, HDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’a yönelik “Hanfendi sus. Bir kadın olarak sus, sus!” diye bağırarak kadınlara karşı ne kadar nefret dolu olduğunu yeniden gösterdi. Bundan tam 1 sene önce partisinin bir il kongresinde “Kadın dediğin iffetli olur, kalabalıkta kahkaha atmaz.” diyen Bülent Arınç, dün de bu tavrını meclise taşıyarak, yine tüm kadınları azarladı, kadınlara had bildirdi, ayar verdi ve parmak salladı.

Bülent Arınç meclisi de halk arasındaki tabirle sadece erkeklerin at koşturabileceği bir alan sanıyor olabilir. Lakin meclis, yarısından fazlası kadın olan ülkenin iradesiyle seçilen bir meclis. Netice olarak meclis bir “erkek” meclis olsa da bu dönem o mecliste %40’ı kadın vekillerden oluşan bir HDP grubu var. O kadınlardan biriyse dün itiraz ediyor, susmuyor, konuşuyor diye Bülent Arınç tarafından azarlanıyor.

Tüm bunların ardından sosyal medyada başlayan ve geniş etki yaratan #BirKadınOlarakSusmuyorum hashtag eylemi ve gelen tepkiler üzerine Arınç, “HDP’li kadın vekiller şov yapıyor.” diyor. Özür dilemesini beklemiyoruz elbette. Özür dilemek derin bir pişmanlık içerir zira. Ve fakat kadına yönelik nefret söylemi geçmişi ortada olan bir Arınç pişman olacağa, hicap duyacağa da benzemiyor. Aksine kendisi her geçen gün bu nefret söylemini yeniden üretiyor.

Uğradığı taciz/tecavüz sonrası bunu haykırdığında “Yalnız başına gezmeseydi, mini etek giymeseydi, hareketlerine dikkat etseydi”lerle suçlanan, bunlarla itham edilmekten korkup uğradığı tecavüzleri yıllarca anlatamayıp susup sonunda canına “tak” eden ve “o” erkeği öldüren kadınlar artık susmayacaklar, daha çok konuşacaklar. Kendilerine “görev” biçilen rolleri kabul etmeyecekler. Evde, sokakta, iş yerinde ve mecliste erkek/devlet şiddetine ve savaşa karşı, barış için mücadele etmekte kararlılar. Sallanan parmakları indirmeye, verilen ayarları bozmaya da…

Oy isterken kadınları es geçmeyen, en çok da kadınların oyuna ihtiyaç duyup, seçim çalışmaları sırasında kadınlara türlü vaatler verip meclise girince kadınları azarlayan Bülent Arınç ve onun hemcinsleri şunu iyi bilmeliler: Kadınlar bedel ödeyerek bugünlere geldiler ve mücadeleyi daha da ileri taşıyacaklar. Kadınlar erkek/devlet şiddetine karşı yek vücut konuşmakta, itirazlarını sunmaya, sokaklara çıkıp haykırmaya, itaat etmemeye ve bir kadın olarak susmamaya da kararlılar.

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor

510Peki, biz şimdi sizlere ne mi sunmak istiyoruz? Yaşamları ve canları için mücadele eden kadınların; şiddet gördüğü evde, sokakta, mahallede erkekler engellenmediği için canlarına tak ederek ve genellikle de canını kurtarmak için şiddete başvurmak durumunda kalmış kadınların, medyada duyulan haberleri üzerinden aylık bir döküm sunmayı hedefliyoruz. Yani, kadınların tuzluk uzatmadığı, boşanmak istediği, dilediği kıyafeti giydiği, facebook hesabı açtığı, izinsiz sokağa çıktığı için öldürülmelerinin tam tersi bir yerden, şiddetten kurtulmak ve ölmemek için şiddete başvuran kadınların haberlerini paylaşacağız.

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor! / Ocak 2015 Raporu

İstanbul Feminist Kolektif olarak, kadına yönelik erkek şiddetini önlemek ve bu şiddeti engellemek için uzun yıllardır mücadele ediyoruz. Mücadelemizin temelinde erkek şiddetine karşı kadın dayanışmasıyla hep birlikte güçlenmek; bu şiddetin evde, işte, mahallede, sokakta, ailede maruz kaldığımız çeşitli tezahürlerine karşı birlikte direnmek yatıyor.

Erkek şiddetini önlemek için devlet tarafından geliştirilen politikanın temelinde aileyi korumak ve güçlendirmek var. Bu amaçla bir yandan evlilik teşvik edilirken, diğer yandan boşanmalar engellenmeye çalışılıyor. Bununla da kalmayan bu politikalar önceliğini, ailenin muhafaza edilmesine ayırarak kadını şiddetten korumaya çalışıyorlar. Biliyoruz ki kadınlara tek adres olarak evlilik gösterildikçe, aile dışındaki yaşam biçimleri reddedildikçe ve “fıtrat” söylemiyle kadınlık ve erkeklik rolleri sabitlenerek benimsetilmeye çalışıldıkça, erkek şiddetinin önlenmesi imkansız!

Hayatta kalmak için erkek şiddetine direniyoruz!

Erkek şiddetini önlemek için kadınları cinsiyetçi rollerle aileye bağımlı kılan politikaların terk edilmesi gerekiyor. Ayrıca, devletin kadınları ‘korumak’ için geliştirdiği politikaların da erkek şiddetini önleyecek ve engelleyecek öncelikte olması, yani kadınların eşitliğini ve özgürlüğünü esas alması gerekiyor.

Her gün en az 3 defa karşılaştığımız kadın cinayeti haberlerini okurken, davalarını izlerken kadınların hayat hikayelerinde, öldürmeye kadar varan erkek şiddetinin hakaretle, aşağılamayla ya da tek bir tokatla başladığını görüyoruz. Pek çok kadının yaşadıklarının en az bir yakını tarafından bilindiğini, kimilerinin savcılığa giderek şikayetçi olduğunu, kimilerinin ise bir dönem sığınakta kaldıkları ya da koruma kararı aldıklarını biliyoruz. Peki, kadınlar yaşadığı şiddeti elindeki olanaklarla, ulaşabildiği yerlerle paylaşırken, kadınlara şiddet uygulayan erkekler neden engellenmiyor? Kadınlar şiddetten neden uzaklaştırılamıyor? Bunun üzerine hepimizin düşünmesi gerekmez mi?

Devlet kadın katliamının önlenmesinden sorumludur!

Bu coğrafyadaki kadın katliamının engellenmemesinde en büyük sorumluluğun devlette olduğunu biliyoruz; ancak hepimize düşen bir parça sorumluluğu da inkar edemeyiz. Özellikle çocuklu kadınların, en yakınındakiler tarafından kendilerini evliliğe mecbur hissettirildiğini ve kocalarına bir şans daha vermeleri için ikna edildiklerini biliyoruz. Böylesi bir toplumsal baskı karşısında “Hayır” diyebilmeyi başaran kadınların da karşısına bu sefer devlet destekli ‘Bir şans daha ver’, ‘Çocuğun var yuvanı yıkma’ söylemi çıkıyor. Boşanmış, aileden kopmuş kadınların tek başlarına yaşamalarına yönelik bir sosyal politika esastan reddedildiği için çok sayıda kadın kendileri için şiddet yuvası olan ailelerde yaşamaya devam etmek zorunda kalıyorlar.

Yaşamak için öldürmek zorunda bırakılıyoruz!

Peki, biz şimdi sizlere ne mi sunmak istiyoruz? Yaşamları ve canları için mücadele eden kadınların; şiddet gördüğü evde, sokakta, mahallede erkekler engellenmediği için canlarına tak ederek ve genellikle de canını kurtarmak için şiddete başvurmak durumunda kalmış kadınların, medyada duyulan haberleri üzerinden aylık bir döküm sunmayı hedefliyoruz. Yani, kadınların tuzluk uzatmadığı, boşanmak istediği, dilediği kıyafeti giydiği, facebook hesabı açtığı, izinsiz sokağa çıktığı için öldürülmelerinin tam tersi bir yerden, şiddetten kurtulmak ve ölmemek için şiddete başvuran kadınların haberlerini paylaşacağız.

Ocak ayına dair yaptığımız bu derleme, sadece medya yoluyla ulaşabildiğimiz olayları içeriyor. Cinsiyetçi haberlerin arasından kadınların hikayelerini çekip çıkarmak elbette zor. Bu haberler genellikle bir kadının kocasını/sevgilisini öldürmesinin başlı başına “haber değeri” taşıdığı varsayımıyla hareket ederken, sadece olaya odaklanarak şiddet geçmişine dair bilgiyi bize genellikle sunmuyor. Kadınların yıllarca gördükleri şiddet sonucu, kendilerini korumak için cinayet işlediklerini söyledikleri savunmaları ise gazete satırlarında tek cümleyle geçiştirilen birer “iddia” olarak kalıyor. Bu derlemede ayrıca, meşru müdafaa şeklinde işlenen cinayet ve yaralamaya ilişkin süren davalar ve yargı kararlarına dair haberlere, kendini savunma amacıyla uygulanan şiddete ve konuya ilişkin yapılan açıklama/eylemlere de yer verdik.

Buradaki talebimiz, erkek şiddetini önlemek için aileyi değil kadını güçlendirecek, boşanmayı değil şiddeti engelleyecek politikaların oluşturulmasını yine ve yeniden gündeme taşımak. Biliyoruz ki şiddet uygulayan erkekler engellenemediği için kadınlar, kendilerini korumak adına şiddete başvurmak zorunda kalıyorlar. Kadınların erkek şiddetine karşı çaresiz bırakıldığı erkek egemen sistemde, kendini kurtarmak için yaptığı her savunma bir meşru müdafaadır ve bu tavrın hukuktaki karşılığı cezasızlık olmalıdır! Erkek şiddetine karşı mücadelemizi büyütmek adına kadınların bu direnişini görünür kılmak istiyoruz!

Kadınlar Erkek Şiddetine Direniyor

1 Ocak’ta İstanbul Taksim Meydanı’nda yeni yıl kutlamalarında kalabalığın arasında tacize uğrayan bir kadın, arkasındaki tacizciye dönerek tekme attı ve, “Ne yaptığını sanıyorsun” diyerek bağırdı. Tacizci ise olay yerinden uzaklaştı.

44 yaşındaki Nermin, 3 Ocak’ta Beyoğlu Örnektepe’de yaklaşık 1 buçuk yıldır görüştüğü ve evinde tecavüz girişimiyle karşı karşıya kaldığı Eyüp Altıparmak’ı boğarak öldürdü. Polise teslim olan Nermin, Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğü’ndeki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi. Nermin, şube çıkışında soru yönelten gazetecilere şöyle dedi, “Herkes hak ettiğini bulur.”

Malatya’nın Kuluncak ilçesinde Zekine, kocası Virani Kergir’i 3 Ocak’ta silahla öldürdü. Zekine, Virani Kergir’in ikinci karısıydı ve resmi nikahları yoktu. Yakalanan Zekine cezaevine gönderilirken, 5 yaşındaki kız çocuklarının Jandarma tarafından Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne bağlı bir yuvaya verileceği öğrenildi.

Konya’nın Selçuklu ilçesinde Bünyamin Gür, 5 Ocak’ta sabaha karşı eski sevgilisi Gülşah’ın, kardeşi Leyla ile birlikte yaşadığı evlerine zorla geldi. 23 yaşındaki Leyla, evi terk etmesini söylediği Bünyamin Gür’ü bıçakla yaraladı. Leyla, olayda kullandığı bıçakla gözaltına alındı.

İzmir’de Y. 8 yılda 4 kez yaşadığı evliliklerin hepsinde kocaları tarafından şiddete maruz kaldı. Her seferinde koruma kararı alan ve evliliklerini bu şiddet sebebiyle bitiren Y., son evliliğinde de şiddete maruz kalınca kocası A. için koruma kararı aldırarak boşanma davası açtı. Ancak, A.’nın uyguladığı şiddet sona ermeyince Y. bu kez A.’yı dövdü. A. ise, “Karım bana şiddet uyguluyor” diyerek koruma kararı aldı ve 12 Ocak’ta boşandılar.

Adana’da yaşayan Eda, sevgilisi Serhat K.’nın şiddetine sürekli maruz kalıyordu. 18 Ocak’ta gece yarısı yine darp edilince Eda, bu kez dayanamayıp mutfaktan aldığı bıçakla Serhat K.’yı bacağından ve göğsünden yaraladı. Ardından 112 Acil Servisi arayarak ev adresini verip ihbarda bulundu. Adana Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Serhat K.’nın hayati tehlikesi bulunmadığı öğrenildi. Fatih Polis Merkezi’ne getirilen Eda, “Bana her gün şiddet uyguluyordu. Artık yeter deyip bıçakladım,” dedi.

Afyonkarahisar’da Fatma, dini nikahla yaşadığı Hasan Yılmaz’ı av tüfeğiyle vurarak öldürdü. Şiddetine sürekli maruz kaldığı ve daha önce ayrıldığı Hasan Yılmaz ile tekrar birleşmek durumunda kalan Fatma, 25 Ocak’ta Hasan Yılmaz’ı öldürdü. Fatma göz altına alınırken olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Adana’da Deniz’in ayrılmak istediği ve ayrı yaşadığı kocası Mehmet Yıldırım, evlilikleri süresince birlikte aldıkları kamyonetten Deniz’e pay vermeyi reddetti. Deniz, adamın kulağını tırnağıyla kesti. Mehmet Yıldırım da Deniz’i yumruklayarak şiddet uyguladı. Her ikisine de ‘basit yaralama’ suçundan 29 Ocak’ta dava açılırken 1.5’ar yıl hapis cezası ile cezalandırmaları isteniyor.

Devam Eden Meşru Müdafaa Davaları Ve Yargı Kararları

Fatma, 23 yıldır evli olduğu ve kendisinden yıllardır şiddet gördüğü kocası Metin Kaymak’ı kafasına vurarak öldürdü. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 30 Aralık’ta görülen davanın karar duruşmasında heyet, müebbet hapis cezasıyla yargılanan Fatma’ya evliliği boyunca gördüğü şiddetten dolayı tahrik indirimi ve iyi hal indirimi uyguladı. Ceza, 18 yıl 4 ay’a indirildi. Duruşmada Fatma, “Sürekli dayak yiyordum, aldatılıyordum. Oğluma cinsel tacizde bulunuyordu. Ruh ve sinir hastası oldum sayesinde. Sonunda bana kafayı yedirtti,” dedi.

Bursa’nın Gemlik ilçesinde N., 20 yıl evli kaldığı ve 3 yıldır ayrı yaşadığı eski kocası Y. Z.’nin tecavüz girişimine maruz kaldı. Polise yapılan bu başvuru, 20 Mayıs 2014 tarihinde hazırlanan iddianameyle yargıya taşındı. Hastaneye sevki yapılan N.’nin vücudunun çeşitli bölgelerinde sıyrık, morluk ve ekimozlar oluştuğu tespit edildi. Yapılan yargılama sonucu koca Y.Z. hakkında ‘beraat’ kararı verildi. Beraate gerekçe ise Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin “Cinsel saldırı suçunun basit halinin eşe karşı işlenmesi suç olarak düzenlenmemiştir” kararı oldu. Yargıtay’ın bu kararı sebebiyle sanığa ceza veremeyen Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Levent Dağdeviren, bunun üzerine sanık için 5 Ocak’ta ‘eşe karşı yaralama’ suçundan suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

5 ay önce eski sevgilisini öldüren Selma’nın yargılandığı davanın ilk duruşması Antalya 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Elazığ’da yaşayan 23 yaşındaki Selma, sevgilisi Semih Al’dan ayrılmak istediğini söyleyince Semih Al, Selma’yı elindeki fotoğraflarla tehdit etmeye başladı. Selma’ya tecavüz etti. Selma’nın kendisi hakkında şikayetçi olduğu Semih Al, 7 ayrı suçtan tutuklanmasına rağmen Selma, ailesinin ısrarı yüzünden şikayetinden vazgeçmek zorunda kaldı. Semih Al ise serbest bırakıldı. 10 Ocak’ta görülen duruşmada verdiği ifadede Selma, “Onun yüzünden annemle Elazığ’dan kaçıp Antalya’ya geldik. Ancak peşimi bırakmadı. Olay günü beni 10. kattan aşağıya sarkıttı. Kavga sırasında bıçakladım,” dedi.

Isparta’nın Yalvaç ilçesinde sürekli saldırısına maruz kaldığı tecavüzcüyü öldüren Nevin’in yargılandığı davanın 13’üncü duruşması 12 Ocak’ta görüldü. Feministler olarak takip ettiğimiz duruşmada Savcı Osman Çabuk mahkeme heyetine sunduğu mütalaada, “Nevin’in tecavüze uğramadığını, Nurettin Gider ile 3 yıl süren gönül ilişkisi olduğunu” iddia ederek Nevin hakkında ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası talep etti. Mütalaaya karşılık söz alan Nevin, “Ben namusumu temizledim. Ne gönüllü ilişkim vardı ne de o fotoğrafları gülerek ve poz vererek çektirdim. Tanıkların hepsi de onların yakınıydı. Para verdiler, konuşturdular,” dedi. Duruşma, 25 Mart tarihine ertelendi.

Kastamonu’da kendisine şiddet uyguladığı için kocası Mustafa Ö.’yü tabancayla öldürmekten yargılanan Nurgül’ün cezasına, kadına şiddet indirimi uygulandı. Ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla yargılanan Nurgül’ün cezası 17 yıl 6 aya indirildi. 21 Ocak’taki duruşmada Mahkeme heyeti, cezaevinde 2 yaşındaki kızı ile birlikte kalan Nurgül’ün tutukluluğunun devamına karar verdi.

Kendisine evlendiği günden beri şiddet uygulayan, ölümle tehdit eden kocası Özkan Kaymaklı’yı öldüren Yasemin’in yargılandığı dava, 26 Ocak’ta İstanbul Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam etti. Olay günü Özkan Kaymaklı Yasemin’i çocuğuyla birlikte bir odaya kilitleyerek bütün gece aç ve susuz bırakmıştı. Sabah olduğunda Özkan Kaymaklı’nın şiddeti yeniden başladı. Yasemin ise bu şiddet karşısında kendisini ve çocuğunu savunmak amacıyla Özkan Kaymaklı’yı bıçaklayarak öldürdü. Duruşmada tanıklık eden Yasemin’in kardeşi Eda, 2 yıllık evlilikleri boyunca ablasının maruz kaldığı ve kendisinin tanık olduğu şiddeti anlattı. Duruşma, 19 Mart’a ertelendi.

Zonguldak’ta geçen yıl 8 Ocak’ta şiddetine sürekli maruz kaldığı 18 yıllık kocası Muhammet Ali Erke’yi boğarak öldüren Ayşegül’ün yargılandığı davanın 30 Ocak’ta görülen duruşmasında Ayşegül’ün tutuksuz yargılanmasına devam edildi. Savcı mütalaasında, “Eylemini haklı görülebilir bir korku ve telaştan kaynaklanan güdü ile savunma sınırını zorlayarak gerçekleştirdiği” kanaatiyle sanığa ceza verilmemesini istedi. Ayşegül, eyleminde meşru savunma ve zorunluluk hali olduğu gerekçesiyle 24 yıla kadar hapis istemiyle tutuksuz yargılanıyor.

Konuyla İlgili Eylemler

İstanbul Feminist Kolektif 30 Aralık’ta kendilerini korumak için şiddete maruz kaldıkları, canlarına kast eden erkekleri öldürmekten ceza alan mahpus kadınlara yeni yıl için dayanışma kartı gönderdi. “Yeni yıla girerken erkek şiddetine direnen kadınlara selam olsun!” diyen kartlar, İstanbul’dan Isparta’ya, Konya’dan Antep’e birçok kadın cezaevine gitti. Kolektif, “Kadınların bu cinayetleri, katil erkekler gibi keyfinden değil, erkek egemen sistemden aldıkları güçle değil, sadece kendilerini ve çocuklarını kurtarmak için işlediklerini biliyoruz,” dedi. Açıklamada ayrıca, “Canını, hayatını savunduğu bu direnişte erkekler gibi ceza indirimi peşine düşmeyen ve erkek yargının kadın katillerine uyguladığı bu indirimlerden nasiplendirilmeyen kadınların yalnız olmadığını herkese duyurmak istiyoruz,” denildi.

İstanbul Feminist Kolektif üyeleri, kendisine yıllardır şiddet uygulayan kocası Özkan Kaymaklı’yı öldüren Yasemin’in yargılandığı davanın 26 Ocak’taki duruşmasına katıldı. Yapılan açıklamada, “Yasemin kendisini savunmasaydı, ya kendisi ya çocuğu, belki ikisi de ölecekti. Şimdi ise Yasemin, kendisine ve çocuğuna sistematik olarak şiddet uygulayan, ölümle tehdit eden kocasını öldürmekten yargılanıyor,” denilirken, Yasemin’in meşru müdafaadan tahliye edilmesi talep edildi. Açıklamada ayrıca, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin delilleri toplamadan, acele ile yargılama sürecini bitirmek istediği vurgulandı.

Şiddeti İzleme, Müdahil Ol!

İstanbul Esenyurt’ta Mehmet Ali Ünal, 14 Ocak’ta karısı Asiye’nin arkadaşı olarak evlerinde kalan Aysel’e cinsel saldırıda bulundu. Saldırıya uğrayan Aysel, işte olan arkadaşı Asiye’yi aradı; ancak Mehmet Ali Ünal’ın müdahalesiyle telefon yere düştü. Açık kalan telefondaki sesleri duyan Asiye, polisi arayarak kocasını şikayet etti. Mahkeme heyeti, sanık Ünal’ı ”cinsel saldırı” suçundan 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Cinsel saldırı suçunun teşebbüste kaldığına dikkat çeken mahkeme, cezayı 6 yıla indirdi. Sanığın duruşmalardaki iyi halini de dikkate alarak cezayı 5 yıla indiren mahkeme, tutuklu kaldığı süreyi göz önüne alarak sanığın tahliyesine karar verdi.

İstanbul Feminist Kolektif

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları Raporunda Öne Çıkan Bulgular

tnsaTürkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları (TNSA), ülke genelinde sağlık ile ilgili konular ağırlıklı olmak üzere birçok konuda araştırma verileri üretiyor. TNSA 2013, Türkiye’de 1968 yılından beri her beş yılda bir Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (HÜNEE) tarafından yürütülen araştırmaların onuncusu, ayrıca uluslararası düzeyde yürütülen Nüfus ve Sağlık Araştırmaları programı içinde gerçekleştirilen beşinci araştırmadır.
TNSA-2013’te 11,794 hanehalkı ve 15-49 yaş arasında toplam 9,746 kadınla görüşmeler yapıldı. TNSA 2013 verileri, bakılan, odaklanan konulara göre de farklılık gösteren çok zengin veriler içermekte. Biz de, kadınlar açısından önemli bulduğumuz verileri öne çıkan başlıklar altında özetleyip yorumlamaya çalıştık.

Devamını Oku…

Sosyalist Feminist Kolektif: Elifhan Köse’nin yanındayız!

Son yıllarda AKP’nin politikalarını eleştiren, protesto eylemlerine katılan çok sayıda akademisyen çeşitli gerekçelerle soruşturmaya tabi tutuluyor ve işten çıkarılıyorlar. Bu politikalara baş kaldıranlar kadın akademisyenler olduğunda baskı iki kez artıyor ve AKP iktidarı adeta bir “cadı avı” gerçekleştiriyor.

Devamını Oku…

Sosyal Güven(siz)lik Yasa Tasarısı Geri Çekilsin!

Hükümet yasayı geçirmekte ısrarlı.

Biz kadınlar da bu haliyle yasanın geri çekilmesinde ısrarlıyız.

Çünkü: bu yasa kadınların ev içinde harcadıkları emeğin tümünü, ev dışında harcadıkları emeğin ise büyük bölümünü yok saymaktadır. Bu yasayla, sosyal güven(siz)lik sistemi, kadınların asıl kimliklerinin annelik ve eşlik olduğu üzerinden kurulmuş. Kadınların erkeklerle eşitliğini değil; eşitsizliğini esas almış. Yasa bununla da yetinmemis; kimi düzenlemelerini kadınlarla erkeklerin eşit olduğunu varsayarak yapmıştır. Bu yasa tasarısı kadın ve erkekler arasındaki eşitsizlikleri derinleştirmektedir.

* Yasa ile emeklilik yaşı, emeklilik süresi ve prim sayısı  ile ilgili daha önce kadınlar lehine olan düzenlemeler, güçlendirilmesi gerekirken ortadan kaldırılmıştır Emeklilik yaşı ile ilgili düzenlemeleri örneklersek; Bundan on yıl önce kadınlar ve erkekler için yaş sınırı yokken erkekler 25, kadınlar 20 yıl ve 5.000 gün prim ile emekli olurken emeklilik yaşı önce kademeli olarak kadınlar için 58’e erkekler için 60’a çıkarılmış. Yeni yasa ile ise kadın erkek tüm çalışanlar için emeklilik yaşı 65’e çıkarılmakta. Kadınlar lehine emeklilik yaş farkı %10’dan önce %3,3’e şimdi de %0’a indirilmiştir.

* Kadınların ev içindeki emekleri yok sayılarak yapılan tüm düzenlemeler aynı zamanda bu karşılıksız emeğin erkekler ve devletçe üstlenilmesinin önünü kapatır. Bu anlamda  bu yasa ile kadınların ev içi köleliği kalıcılaştırılmakta ve kadınların çoğuna sosyal güvenlik sisteminde “himaye altına alınan kesim” yani dul ve yetim olmaktan başka seçenek kalmamakta.

*Bu yasa dul ve yetimlerle ilgili hakları en aza indirmekte ve bu hak kaybı en çok kadınları ilgilendirmekte.

*Bu yasa sağlıkta katkı payını getirerek sağlığı herkes için erişebilir olmaktan uzaklaştırmakta. Bu hizmetlere ulaşamayanlar açısından zorunlu haller dışında evde anne ve eş bakımının ücretsiz ve şefkatli elleri cazip hale gelmekte. Yani bu yasa ile kadınların ev içi bakım hizmetleri her bir yandan ağırlaşmakta.

* Bu yasa bütün sistemini düzenli prim ödeyen ücretli çalışma üzerine kurduğundan,  evde ücretsiz çalışan ev kadınları, gündelikçi kadınlar,  çoğunluğu kadın olan ev eksenli çalışanlar, tarım işçileri, ücretsiz aile işçileri, geliri asgari ücretin altında olanlar sosyal güvenlik sistemi altında tutuluyor.  Bu yasayla 17 milyon kadın sosyal güvenlik sisteminin dışında kalmakta.

Sosyal güvenlik sisteminin,

*kadın-erkek herkese işsizlik, kaza, hastalık, malûllük, yaşlılık ve ölüm hallerinde ve tüm kadınlara analık ve doğurganlık hallerinde sosyal güvence sağlanması

*kadınlara sosyal haklarını babalarından ve kocalarından bağımsız olarak tanıması,

*kadınlara ev içinde harcadıkları emeğin karşılığı olarak erken emeklilik, cinsiyete dayalı yıpranma payı/fiili hizmet zammı haklarını tanıması gerekir.

Bunların hiçbirini sağlamadığı için sermaye ve erkek egemenliği işbirliği ile hazırlanan bu yasanın geri çekilmesini istiyoruz.

Hükümete sesleniyoruz. IMF’nin ve sermayenin sözüne değil; emekçilerin ve kadınların sesine kulak ver.

Biz kadınlar diyoruz ki bu yasa tadilatla düzelmez. Sosyal Güven(siz)lik yasa tasarısına esastan itirazımız var!
Derhal geri çekilsin…

Erkek Egemenliğine ve Kapitalizme Karşı  Yaşasın Kadın Dayanışması

Kadınlar için Sosyal Haklar Platformu / 19 Nisan 2008-Taksim Metro önü

 


 

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısına Esastan İtirazımız Var!/Bildiri

Sosyal Haklar için Kadın Palformu’nun “SSGSS’ye esastan itirazımız var!”bildirisi
Bu Yasa Kadınları Aileye, Erken Evliliğe, Koca Eline Bakmaya Mahkum Ediyor.

SSGSS yasa tasarısı ile biz kadınların
•    Emeklilik yaşı yükselecek
•    Emekli, dul ve yetim maaşı azalacak..
•    Emeklilik için gereken prim ödeme gün sayısı artacak.
•    Bekar olanlarımızın, babaya bağlı sağlık güvencesi sona erecek.

Bu tasarı yasalaşırsa,  kadınları daha da yoksullaştıracak.
Bu tasarı yasalaşırsa kadınların eviçi emeği yok sayılmaya devam edecek.
Bu tasarı yasalaşırsa milyonlarca kadın sosyal güvenlik sistemi dışında tutuluyor olacak.

IMF’nin emriyle AKP hükümeti tarafından meclisten geçirilmeye çalışılan bu yasa tasarısı ile  emekçilere kısıtlama, sermayeye yeni kar alanları sunuluyor. Bu yasa eşitsizlikleri arttırıp, derinleştirecek.

Bütün Kadınlar Evde Çalışıyor

Yasa biz kadınları erkeklerle eşit kabul ederek düzenleme getiriyor. Oysa, biz eşit değiliz!
Ücretli çalışsak da çalışmasak da yemekleri biz yapıyor, bulaşık, çamaşırı biz yıkıyor, evi biz temizliyoruz. Sökükleri biz dikiyor, kocalarımıza çocuklarımıza, yaşlı büyüklerimize ve aile içindeki hastalara biz bakıyoruz. Bütün bu yaptıklarımız ise işten sayılmıyor. Ev içindeki emeğimiz görünmüyor. Emeğimizin parasal bir karşılığı yok.

“Kadının asıl yeri ev”, “Yuvayı yapan dişi kuş” olunca, erkeklere göre daha az okutulan da biz oluyoruz.. Kayıt dışı, sosyal güvencesiz,  esnek, kolayca işten çıkartılabildiğimiz, düşük ücretli işler hep bize kalıyor. Kimi iş alanlarına/işkollarına  hiç sokulmuyoruz.. Aynı işyerinde çalıştığımızda “kadın işi” olarak görülen düşük statülü işlerin tamamı bize , ‘’erkek işi’’ olarak tanımlanan daha iyi işler hep erkeklere veriliyor..

Ev İçindeki Karşılıksız Emeğimiz Ortadan Kaldırılıncaya Dek;

Bizi sanki  eşitmişiz gibi gören yasalar değil geçici özel önlemler alınmasını, pozitif ayrımcılık yapılmasını istiyoruz!

•    Hem evde hem işte çalışıyor, çifte mesai yapıyoruz. Yeraltında çalışanlara, tehlike sınıfı yüksek işlerde çalışanlara verilen yıpranma payı gibi  Cinsiyete Dayalı Yıpranma Payı, Yıpranma Payına Bağlı Düşük Primle  Erken  Yaşta Emeklilik İstiyoruz.
Ev işleri ve bakım hizmetlerinin erkekler tarafından da eşit derecede üstlenilmesini, kimi hizmetlerin sosyal devletin sorumluluğunda olması, bunlar sağlanana kadar; Her Çalıştığımız Yıl İçin 180 Gün Fiili Hizmet Zammı İstiyoruz.
•    Evli ya da  bekar olsun Ücretli Bir İşte Çalışmayan Kadınlar İçin Kocaya  Veya Babaya Bağlı Olmayan Ücretsiz Sağlık Güvencesi Ve Emeklilik Hakkı İstiyoruz.

Ssgss Yasa Tasarısı ile çoğunluğu kadın  olan ev-eksenli çalışanlar, gündelikçiler, tarım işçileri, ücretsiz aile işçileri, geliri asgari ücretin altında olanlar sosyal güvenlik sisteminin dışında tutuluyor.

Ev-eksenli çalışan, gündelikçi, tarım işçisi, ücretsiz aile işçisi, geliri asgari ücretin altında olan  kadınlar için çalışma süreleri ve yerlerine bakılmaksızın  sosyal güvenlik hakkı  istiyoruz.

Mevcut tasarı, kadınların aile içinde ev işi ve bakım hizmeti yaptığını yok sayıyor ve mevcut bazı koruyucu önlemleri kaldırıyor. Dolayısıyla kadınları aileye, erken evliliğe, koca eline bakmaya mahkum ediyor. Bu nedenle yasa tasarısına esastan itirazımız var. Kadın erkek eşitliği sağlanıncaya, ev içinde harcadığımız ilave emek ortadan kalkıncaya kadar, kadınlara özel önlem uygulamalarının muhafaza edilmesi ve arttırılması için mücadele edeceğiz..

Kadınların Ev İçi Emekleri Yok Sayılarak Hazırlanan
SSGSS Yasa Tasarısı Geri Çekilsin

Erkek Egemenliğine Ve Kapitalizme Karşı
Yaşasın Kadın Dayanışması

Kadınlar İçin Sosyal Haklar Platformu

Siyah Protesto

Kaktüs 7.sayı-1989 Eylül

Asiye Müjgan-Fatma Mefkure-Nalan Çağlar

Yapılacak işin ve niyetlerin “iyi” olması, zaman zaman insanları çoşkunun egemenliğine hapsediyor galiba. Kadın ve insan olarak, hapisanelerdeki şiddete protestoyu dile getirebilecek daha etkin bir kanal bulamayınca, ” kadınlar olarak ses çıkarma” noktasının “Kadın Kurtuluş Hareketi” çizgisine bir kalem oynatışla getirilebilmesini başka türlü açıklayamıyoruz.

Devamını Oku…

Celalettin Cerrah kadınları hedef gösteriyor!/İstanbul Feminist Kolektif

Münevver Karabulut’un babasına “Kızına sahip çıksaydı.”diyen İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah esas kendi diline sahip çıksın!

Kadın katillerine cesaret veren, kadın düşmanlığını körükleyen sözler eden, 18 yaşında katledilen Münevver’in ailesine “Kızlarına sahip çıkmışlar mı?” diye soran Celalettin Cerrah esas kendi diline sahip çıksın!

Devamını Oku…

Satı Korkmak cinayeti

Satı Korkmak, eşi Hasan Korkmak, tarafından televizyon kablosuyla boğularak öldürüldü (14.02.2009). Hasan Korkmak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum oldu.

Devamını Oku…

Kadınları Sevmek…

Stella Ovadia

Kadın olmak aya gidilen zamanda okuma yazma bilmemektir. Gece sokağa çıkmaktan çekinmek, laf atıldığında utanıp tersleyememek, dayak yediğinde “yine ne yaptım?” deyip kendini koruyamamaktır. Boğaz tokluğuna dünyayı doyurmak, silip süpürmek ve yeniden doyurmak, her gün ne pişireceğini düşünüp başka şey düşünemez hale gelmektir. Kadın olmak günde 24 saat hizmet verip “çalışıyor musunuz?” sorusuna cevap aramaktır. Canını dişine takıp meslek edindiğinde yine bütün ev işlerinden sorumlu tutulmak, ev kadınlığından sıyrılamamak, ne patrona ne kocaya yaranmaktır. Doğurduğu çocuğa adını verememek, erkek doğurana kadar doğurmaya mecbur olmak, doğuramadığında horlanmaktır. Kadın olmak erkeklerden az beslenmek, az sevilmek, yaşlandığında bunları sağlığıyla ödemektir. Kadın olmak insandan sayılmamak, erkeklerden 150 yıl sonra oy verebildiğinde oyunu kendi için kullanamamaktır. istediği kadar çocuk doğurmaya kalktığında “cadı” denip meydanlarda yakılmak, kovuşturulmayı göze almaktır. Bedeninden utanmak, onu tanımamak, sevmemek, yük gibi taşımaktır. Erkeklere haz ve çocuk vermek için yaratıldığına inandırılmaktır. Kadın olmak kocasının bakıcılığını, sekreterliğini, menajerliğini boğaz tokluğuna yapmayı doğal bulmaktır. Dünyayı taşıyıp seyretmek zorunda kalmaktır. Siyasal örgütlerde çalışmaya yeltense başkalarını kurtarmak için bildiri basıp çay pişirmeye razı olmaktır. Yaşamının vermek olduğunu sanıp, hayatta kalmak için türlü cambazlıklar icad etmek, bunun için ayrıca horlanmaktır. Kadın olmak her türlü gaspın prototipi olmak, adı küfürle eş tutulmaktır. Devamını Oku…

Aile Dışında Hayat Var!/2013 Şubat

adhvBiz kadınların hayatları patriyarkal (ataerkil) kapitalist sistem altında her dönem zordu. Bize modern çekirdek aile içinde sunulan en iyi seçenek, karşılıksız ev ve bakım emeğimizin yanı sıra düşük ücretli “kadın işleri”nde çalışarak aile yaşamının idame ettirilmesinde  destek güç oluşturmak oldu. İçine sıkıştırıldığımız ücretli emek-ücretsiz emek kıskacı, eve ek gelir getirsek de aileden, kocalardan bağımsızlaşmamızın önünde hep bir engel oluşturdu.

Devamını Oku…

Şiddete Son Platformu’ndan TBMM Üyelerine Mektup/7 Mart 2012

Şiddete Son Kadın Platformu’nu oluşturan 237 kadın örgütü ve Platform’un taleplerini destekleyen tüm diğer kadın platformları ve kadınlar olarak bir kez daha belirtmeliyiz ki, aylardır tartışılan şiddet yasa taslağının, Bakanlıkta, Başbakanlıkta ya da TBMM’de bir odadan diğerine giderken bile uğradığı aleyhte değişikliklerden son derece rahatsızız.

Devamını Oku…

Ev Eksenli Çalışma Görülmüyor!

Mutfak Cadıları – Ekim 2011

Tüm Türkiye’de sayıları on binleri bulan ev eksenli çalışan kadınların haklarını korumak amacıyla kurulmuş Ev Eksenli Çalışan Kadınlar ve Sosyal Haklar Derneği, yeni iş yasasında işçi sayılmak ve işçilik haklarından yararlanabilmek için imza kampanyası başlattı.

Devamını Oku…

Güçlenen Aile; Zayıflayan Kadın

Mutfak Cadıları Haziran 2011

Seçimler yaklaşırken iktidar ve ana muhalefet partisi seçim beyannamelerini ve sıra sıra projelerini açıkladılar: iktidar partisinin projelerinin ana eksenini kent yatırımları ile yoksulluğu sürdürülebilir kılma oluştururken, muhalefet daha çok yoksulluk ve işsizlik konusunu odağında tuttu.

Devamını Oku…

Bizi Hiç mi Anlamayacaksınız Ya Hu?

Mutfak Cadıları, Mart – Nisan 2011

Ofis ortamına hapsolmuş milyonlarca kadından bir kısmının sevgilisiyle ya da eşiyle aynı ofiste çalışmak gibi bir derdi oluyor bazen. Kadın erkek arasındaki eşitsizliği dile getirmenin bir nevi  her  daim mızmızlanan insanlar gibi görülmemizi sağladığı bir cehennem burası.Devamını Oku…

CHP’nin Aile Sigortası: Ama Bu Kimin Sigortası?

Mutfak Cadıları Mart – Nisan 2011

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin aile sigortası projesi bir süredir gündemde ve özellikle yoksulluğa ve işsizliğe çare olup olmayacağı üzerinden tartışmalara konu oluyor. CHP Aile Sigortası’nı tanıttığı kitapçığında, aile sigortası programı ile çağdaş bir sosyal güvenlik sisteminin kurulacağını ve bir tür sosyal koruma ağı geliştireceğini iddia ediyor. Ayrıca aile sigortasının, inanç ve köken ayrımı gözetmeksizin her yurttaşı her türlü dışlanmışlıktan korumayı ve yoksulluğu ortadan kaldırmayı hedeflediği belirtiliyor. Bu yazıda aile sigortasının kadınlar için ne anlama geldiğine ve “her yurttaş” olarak ifade edilen bütünün yarısını oluşturan kadınları, iddia edildiği gibi maruz kaldıkları “her türlü dışlanmışlıktan koruma” işlevini yerine getirip getiremeyeceğine bakacağız. ***

Devamını Oku…

8 Mart Hangi Kadınların Günü…

Mutfak Cadıları Mart – Nisan 2011

25 Mart 1911 Triangle yangınından yüzyıl sonra

8 Mart hangi kadınların günü…

Tarihçesine baktığımızda 8 Mart’ın kadınların mücadele günü haline gelmesinin ilk eylemi olarak Mart 1857’de Tekstil işçisi kadınların yaptığı grevi görüyoruz.

Devamını Oku…

İşsizlik Estetik Yaptırıyor

Mutfak Cadıları – Ocak 2011

TUİK verilerine göre eylül döneminde işsizlik oranı %11.3.  Genç nüfusta işsizlik ise 21.2 Yani her 5 gençten biri işsiz.

Kapitalizmin içinden geçtiğimiz aşamasında; gelişen teknolojinin, işgücünü daha az ihtiyaç duyulur kılması ve az kişiyle çok iş yapabilmeyi dayatması nedeniyle iş başvurularında artan bir rekabet söz konusu.

Devamını Oku…

‘Pompacı Genç Kız’ Değil, İşçiyim!

Mutfak Cadıları – Ocak 2010

Bir kadının meslek sahibi ve ücretli çalışıyor olması erkekleri kızdırmaya yetiyorken, bir de üstüne kadınların “erkek yoğun meslekler”i seçmesi alayla öfke arası bir hal yaratıyor ataerkil toplumda. Yoksa niye iş bulma seçeneği çok zengin olmayan bir yerde bir benzin istasyonunda çalışan bir kadın haber değeri taşısın ve o haber de şöyle servis edilsin: “Erkekleri kızdıran pompacı genç kız!”

Devamını Oku…

İstatistiklerin Kadınlarla İmtihanı

Mutfak Cadıları – Aralık 2010

Kadınlar uzun yıllar resmi kaynaklarda, istatistiklerde ve araştırmalarda özne olarak yer alamadılar. Serpil Çakır II. Meşrutiyet döneminde kadın konulu araştırmasında daha önce fark etmediği bir gerçeğin farkına varır:

Devamını Oku…

Sendikalarda Kadınlık Halleri

Mutfak Cadıları – Aralık 2010

Neo-liberalizmin emeği ve üretim biçimlerini yeniden yapılandırması karşısında sürekli kan kaybeden sendikalar örgütlenme stratejilerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalmış,  “yeni bir sendikacılık” tanım olarak daha çok ifade edilmeye başlanmıştır.

Devamını Oku…

Kamu Çalışanlarına Eziyete ‘Ebeveyn İzni’ Makyajı!

Mutfak Cadıları – Aralık 2010

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda değişiklik içeren 23 maddelik tasarı, Bakanlar Kurulu’nun onayından geçti. Haziran ayından beri TBMM gündemine girmek için sırasını bekliyor.  Haziran ayında tasarı basında ilk yer aldığında ve Aralık ayında yeniden yer aldığında kamu çalışanlarına ve özellikle kadın ve özürlülere tanıyacağı yeni haklarla gündeme gelmişti. Ancak tasarı kesinleşmeden, hükümet sendikaların baskısıyla bazı olumlu değişiklikleri de içermekle birlikte, özellikle 20 maddesi doğrudan kamuda çalışanları ilgilendiren yeni düzenlemelerle torba yasayı gündeme getirdi.

Devamını Oku…

Hem Evden Hem de İşten Kurtulmak İstiyoruz!

Mutfak Cadıları – Kasım 2010

Ücretli çalışmak şart: Niye? Kendi ayaklarımız üzerinde durabilmek, ekonomik özgürlüğümüzü kazanmak, işe yaradığımızı ve bir şeyler üretebildiğimizi görebilmek, kendimize güvenebilmek, istediğimiz hayatlara ulaşabilmek için… Her birimizin farklı “için” leriyle çeşitlenir ve uzar gider bu cümle… Peki, ister kendi isteğimizle isterse mecbur kaldığımızdan olsun çalışmanın, hayatımıza kattıklarının yanı sıra götürdüklerinin bir listesini yapsak, cümle ne kadar uzar, uzayabilir?

Devamını Oku…

Bu Yarışmanın Galibi Mağlup

Mutfak Cadıları – Ekim 2010

Geçtiğimiz ay Garanti Emeklilik ve Elele dergisi ortaklığında kadınlar için bir kısa öz yaşam hikâyesi yarışması ilan edildiğini duyduk. Yarışmanın başlığı bir hayli dikkat çekici: “Zamane hatunları”! Yarışmanın mantığı çok da yabancı değil. Dünyada son on yılda gündemleşen aile ve iş yaşamını uyumlulaştırma politikaları ile paralel, hem “iş”e hem “ev”e yetişen “süper kadın”lar yaratma tasarısının Türkiye’deki en aktüel göstergesi “zamane hatunları”. Yarışmanın çağrı metnine göz gezdirdiğimizde karşılaştığımız ifadeler şaşırtmıyor ama öfkelendiriyor:Devamını Oku…

Bakıma Muhtaç Özürlülerin Bakımı

Mutfak Cadıları – Ekim 2010

27691 sayılı  ‘Özürlülerin[i]  Bakımı, Rehabilitasyonu ve Aile Danışmanlığı Hizmetlerine Dair Yönetmelik’ 3 Eylül 2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlandı. Bu yönetmelik bir anlamda 2005 yılından beri bu konuda çıkan yasaları ve yasalarda yapılan değişiklikleri derli toplu hale getiriyor.
2005 yılından beri sakat hakları ile ilgili en önemli gelişme olan ağır sakatların bakımı ile ilgili düzenlemelerde  ‘bakıma muhtaç özürlü’nün ailesi önemli yer tutuyor. Burada aile kavramı ile işaret edilen kişi ailedeki bakıcı kadınlar. Yani başta anneler olmak üzere, eşler, kız çocukları, kız kardeşler. Devamını Oku…

Yasta Değil İsyandayız!/ 17 Ağustos 2010

Eskişehir Demokratik Kadın Platformu Basın Açıklaması

Kadın cinayetleri gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Her gün bir başka bahaneyle öldürülen kadınların haberini alıyoruz. Kıskançlık, erkeğin aşkına karşılık vermediği için, boşanmak istediği için, aile meclisi kararıyla, güzel koktuğu için ve daha niceleri. Kadınların ölümüne türlü türlü gerekçeler gösteriliyor. Hayatın her noktasında olan kadınlar birer birer ayrılıyorlar aramızdan.

Devamını Oku…

Yüzyıllardır söylüyoruz: Kamusal Alanda Eşit olmak istiyoruz

Mutfak Cadıları – Ağustos 2010

“Bugün kadının erkek ferdden zaif ve âciz kalmasına sebeb hayat tarzlarından mütevellittir. Kadın daima dar bir saha içinde kalmıştır. Erkek ise geniş bir sahada çok görmüş ve çok gezmiştir. Yani kadının hayatı (statik- statique) erkek ferdin hayatı da (dinamik- dynamique) geçmiştir.

Devamını Oku…

Doğum Borçlanması: Alacaklıyken Borçlu Çıkarıldık…

Mutfak cadıları – Ağustos 2010

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasası ile doğum yapan kadınlara verilen prim borçlanma hakkının kapsamı 01.07.2010 tarihinde yapılan bir düzenleme ile genişletildi. Daha önce doğum borçlanmasından faydalanabilmesi için kadın sigortalının, doğum nedeniyle işten ayrılmış veya işten ayrıldığı tarihten itibaren üçyüz gün içinde doğum yapmış olması gerekiyordu.

Devamını Oku…

Üç Çocuk ve Sonrası

Mutfak Cadıları – Temmuz 2010

Üç çocuk doğurmalıymış kadınlar, öyle diyor başbakan. Kadınlardan elbette ki sadece üç çocuğu doğurmaları değil, bu çocuklara bakmaları, tek uğraşılarını bakım faaliyetleriyle sınırlamaları, hayatlarını vakfetmeleri de bekleniyor doğuracakları çocuklara. Bakım işlerine kendilerini adamaları ve bu şekilde mutlu olmaları beklenen kadınların, çalışmak istemeleri, iş aramaları ise, Türkiye’deki işsizliğin en önemli sorumlusu olarak gösteriliyor yine AKP’li bakanlar tarafından.

Devamını Oku…

Alıyoruz Veriyoruz; Patriyarkaya Can Veriyoruz

Mutfak Cadıları – Temmuz 2010

“Kadınlar, tüketiciler olarak, Çin ile Hindistan’ın pazar toplamının 2 katı kadar büyüklükte bir fırsat sunuyor şirketlere. Dünya çapında kadınların toplam yıllık kazançları 13 trilyon dolar iken, tüketim harcamaları 20 trilyon dolar…” diyor M.J. Silverstein ve K.Sayre; “Hal böyleyken şirketler kadınlara yeterince iyi davranmıyor, onların istek ve ihtiyaçlarını anlamıyorlar, sanki satın alma kararını verenler onlar değilmiş gibi davranıyorlar”. Yazı devamında hangi şirketlerin ne gibi stratejilerle kadın müşterileri tavladıklarını, ne kadar başarılı olduklarını ele alıyor ve kadın müşterilerine daha iyi hitap edebilmek için ne gibi yöntemler izlemeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunuyor.

Devamını Oku…

Kadınların Emeği Yeni Sendika Yasa Taslağı’nda da Görünmüyor!

Mutfak Cadıları – Haziran 2010

Kasım 2009’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, kendi tarafından oluşturulan akademik komisyon eliyle hazırlattığı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yasa taslağını, İş Kanunu uyarınca oluşan üçlü danışma kurulunda sendikalara iletti. Hükümet sendika yasasındaki değişiklik taslağını elbette durduk yere gündeme getirmedi.

Devamını Oku…

Biz kadınlar artık yas tutmuyoruz / 6 Mayıs 2010

Biz kadınlar artık yas tutmuyoruz. Askılı elbise giydiği, eve geç geldiği, boşanmak istediği, aşık olduğu, sevişmek istemediği, sevmediği kişi ile evlenmek istemediği için öldürülen; aslında yalnızca “kadın” olduğu için öldürülen binlerce kadının yasını tutmuyoruz.Devamını Oku…

Nasıl Bir İstihdam İstiyoruz?

Mutfak Cadıları-Mayıs 2010

Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerde, kapitalist üretim tarzının yerleşip derinleşmesi için uygulanan stratejilerin başında, öncelikle tarımdaki verimliliğin muazzam boyutlarda arttırılması yoluyla sanayiye kaynak aktarılması gelmektedir. Böylelikle, farklı yollardan, sanayileşme için gereken sermaye birikimi sağlanır.Devamını Oku…

Çoksun Ama Yoksun!

mutfak cadıları-Mart 2010

Kadınların en fazla istihdam edildiği tarıma dair  elle tutulur araştırma ve istatisklerin bulunmaması bir yana; feminist bir söylem de geliştirilebilmiş değil henüz!

Devamını Oku…

Uzman Annelik

Mutfak Cadıları ( 3.sayı, Mayıs 2010)

Fortis Bank Türkiye, Milli Eğitim Bakanlığı ve Ana Çocuk Eğitim Vakfı’yla birlikte ortak bir proje başlattı. Projenin adı “Ben de Ben de”, hedef kitle ise anneler ve okul öncesi eğitimde görev alan öğretmenler.Devamını Oku…

Ölümüne Fedakârlık

Mutfak Cadıları (Sayı3, Mayıs 2010)

Başbakanımız Türkiye’de, özellikle tekstilde, kadınların çalıştığı yerlerde emeğin acımasızca sömürüldüğünü söyledi; apaçık “böyle emeği sömürerek ben zengin oldum demek olmaz, çalıştıracaksın hakkını vereceksin” dedi. Sonunda doğru bir söz söyledi.

Devamını Oku…

Kadın Gİirişimciliği

Mutfak Cadıları (sayı 2, nisan 2010)

Kadınların kurtuluşunun yolu asla ‘girişimcilikten’ geçmiyor.

Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı bu yıl üçüncüsünü verdiği Mikro Kredi Ödülleri kapsamında Jüri Özel Ödülü’nü Bismil’den getirdiği çay, kozmetik ürünler ve yerel kıyafetleri kapı kapı dolaşarak satan 70 yaşında ve Türkçe bilmeyen Asiye Aydoğan’a veriyor.Devamını Oku…

Sermayenin moderni ile muhafazakârı arasında fark yok

mutfak cadıları (1.sayı, mart 2010)

Neoliberalizm son yıllarda kendini büyük oranda kadın emeği üzerinden kuruyor. Bir yandan ayrımcı (kadın-erkek, Kürt-Türk vb.) yüzünü gizlemeye çalışırken diğer yandan sermayenin kârlılık oranlarının yükselişini garantiye almaya çalışıyor.

Devamını Oku…

En Az 3 Çocuk

Mutfak Cadıları (1.sayı,  Mart 2010)

Başbakan demişti en az üç çocuk diye, cevabını ilk kez 8 Mart’ta vermiştik: “Bana bak başbakan, tepemizi attırma, kendin yat kuluçkaya, bir Türkçük, iki Türkçük, üç Türkçük, doğurmaya…” Muhatabı bizdik, cevap veren de biz olmuştuk. Kadınların sadece çocuk doğuran anneler olarak görülmesine karşı çıkıyorduk.

Devamını Oku…

Regl İzni tartışması

KADINLAR YİNE “KIRK KATIR MI KIRK SATIR MI” İKİLEMİNDE

Mutfak Cadıları (1.sayı Mart 2010)

Türkiye, çıkarılıp da uygulanmayan yönetmelikleriyle ünlü bir ülke. Ağır ve tehlikeli işler yönetmeliği de bunlardan sadece bir tanesi. Çok yakın bir geçmişte, iş kazaları ve meslek hastalıklarının artmasıyla işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümlerini kapsayan yönetmelikle yeniden gündeme geldi.

Devamını Oku…

Seçim süreci üzerine konuşmalar

Feminist Politika S. 2 / 2009 Bahar

Seçim İçin Feminist Kolektif”ten yaklaşık yirmi kadın, iki toplantı yaparak yerel seçimlerde yürüttüğümüz kampanyayı değerlendirdik. Çok da faydalı olduğuna inandığımız bu atölyenin sonuçlarını da bu iki sayfaya sığdırmaya çalıştık. Elbette farklı bakış açılarının olduğu toplantılardı bunlar. Bu nedenle okuyacağınız yazı, kesin sonuçlara ulaşılmış bir fikir yazısından çok farklı görüşleri içeren bir tartışma yazısı.

Devamını Oku…