Heval;
Bana sarılmayışın, beni yanında yok sayışın, öyle sessizce arabaya doğru yol alışın. Hepsi bir ölüm zehiri gibi yüreğime damlıyor. “.ocak” sen doğduğun için belki de yeni yıl. Seni içimde taşımanın ağırlığıyla geçiyor ilkbahar, sonbahar, her neyse adları yaşadığımız. Beni cezalandır, bu beni kahretsin, bu beni ezsin yok etsin, diğer yaşadıklarıma sayarım eksilenleri. Bu acıyla yok olursam belki eksilir yüreğimin sızıları.
Boğazımda bir düğüm ,gözlerimde donmuş iki damlasın, hep öyle kalacaksın,
Heval.
O kadar çok beklemiştim ki çizginin ötesine geçmiştim. Bu hal beklemenin de gelenin de anlamsızlaştığı bir hâl idi. Doğumda çok ağrı çektiği için, ağrının sorumlusu saydığı bebeği görmek istemeyen kadınlar gibiydim. Senden bağımsız ama içinde sen olan bu düşlerimin sorumlusu yine bendim. Gelmeyeceğini bilerek otobüsten inmeni beklemek en lirik şiiri yazmak gibiydi.
Ayrılmıştık, kabullenme sürecimi yaşıyordum. Bir şeyden emin olduktan sonra kendimi onarmamın kolay olduğunu bildiğin ve artık başka birini sevdiğin halde; benim senden bütünüyle kopmamı istemiyordun. Hem biten duygularına karşı senden uzaklaşmamı hem de bitmemiş duygularla seni hatırlamamı istiyordun. Bencillik, değil mi? Bense söz verip tutmayışına, kaprislerine, sorumsuzluklarına karşı, hiç değilse yazıklanmanı istiyordum. Öfkeliydim, artık beni sevmediğin için değil, başkasını sevdiğini hissettiğim halde, bana açıkça söylemediğin için. Aşk bitmiş, geriye arkadaşlık kalmamıştı. Acı çekmeni en çok da bunu anlaman için istiyordum. Anlasan, “Hatalıyım ama…” diye başlayan cümleler kurup, yalan söylemenin bir çeşit çaresizlik olduğunu anlatsan, içimdeki öfke susacaktı. Kendimi her şeyi konuşacak kadar sana yakın hissediyorken, sana dair şeyleri başkasından öğrenmek bunca yaşadıklarımız adına bana çok dokunuyordu.