Etek’in sözlük anlamı, “Bedenin belden aşağısına giyilen kadın giysisi”dir. Ama erkekler için “Taksim’de etek giyip gezme”nin anlamı elbette çok farklı. Etek giyerek rezil olmakla kadın olmayı eşdeğer tutan Ali Ağaoğlu ya da Hakan Ural gibilerinin yaptığı şiddet değildir de nedir?
Kimi coğrafyalarda ve zamanlarda erkeklerin de giyiyor olma gerçeğinin yanında genel anlamda kadınlara ait bir giyim tarzı olduğu kabulü vardır eteğin. İstediğim şekilde pantolon da etek de giyebilen bir kuşağın kadını olarak buraya kadar bir itirazım yok aslında. İtirazım, bir giyim tarzı üzerinden bu tarzın çağrıştırdığı insan cinsinin aşağılanıyor oluşu. Kadınların giymiş oldukları etek egemen dilde kimi zaman bir aşağılama, hor görme anlamına bürünüyor sözlük anlamını çok gerilerde bırakarak. İşte itirazım ve isyanım burada başlıyor. Hem de bunu yapanların içinde “kadına şiddete hayır” sözünü dillerinden düşürmeyen kadın haklarının sözde savunucuları erkekler de var ne yazık ki. 25 Kasım’larda 8 Mart’larda sözüm ona kadınları savunan, yücelten, kadına şiddete hayır diyen erkekler.
Erkeğin eline sopayı alıp kadını evire çevire dövmesi midir sadece kadına yönelik erkek şiddeti. Şiddet bu mudur sadece! Dayak yemeyen kadın, erkek şiddetinden uzak mutlu, mesut yaşıyordur, öyle mi?
Ali Ağaoğlu “Maslak 1453 projesi için 320 bin ağaç kesildi” iddialarına verdiği cevapta: “Değil 3 bin, 3 ağaç kestiğimi ispatlasınlar etek giyip Taksim’de gezerim” diyor. Sopasız silahsız, dayaksız köteksiz şiddetin alâsını yapıyor bu sözleri ile. Etek giyme üzerinden etek giyenleri aşağılayıp kadın olmayı bir ceza gibi gösteren bu erkek aslında kadınlaşma korkusunu da ele veriyor. O kadar çok korkuyor ki kadınlaşmaktan, çok önem verdiği projesi için iddialara itirazını güçlendirmek, inandırıcı olmak adına en korktuğu şeyi göze alacağını söylüyor.
“Ortada ne 1 milyon dolar ne de Sulhi Bey’den almış olduğum ev var. Ne de 500 bin dolar. Bunu kanıtlayan olursa Taksim meydanında etek giyer gezerim” şeklinde isyanı var Hakan Ural’ın da. O kadar çok itirazı var ki iddialara, kendinden o kadar emin ki ve bir o kadar da inandırıcı olmak istiyor ki. Hani “en şerefsizim, adiyim, alçağım” sözleri vardır ya öfkeyle yapılan itirazlarda, inandırıcı olma gayretlerinde. İşte Hakan Ural da böyle değilse “şerefsizim, en adiyim, alçağım” demek isterken bu sözcük gurubuna eş tuttuğu başka bir cümleyle dillendiriyor meramını. “Etek giyer gezerim Taksim’de” diyor. Haksızsam eğer alçalırım demeye getiriyor. Taşsız, sopasız, silahsız şiddetin alâsını yapıyor kurmuş olduğu bu cümle ile kadınlara. Rezil olmakla kadın olmayı bire bir eşleştirirken yaptığı şiddet değildir de nedir!
Filmlerde de dizilerde de çoğumuzun benzer ifadelere tanık olmuşluğumuz vardır. Bir erkek diğer bir erkeği aşağılamak, öç almak adına ona kadın elbisesi gönderir ya da giydirir, en azından göndereceğini, giydireceğini ima ederek korkutur. Oysa ki “erkek Fatma” kadın tiplemelerinde sözünde duran, güvenilir, ‘erkek gibi’ yani güçlü kadın tarifi vardır. ‘Erkek sözü’ verirler, başları diktir, ‘erkek gibi’dirler. Kadına yapılan erkek benzetmesinde bir yüceltme söz konusu iken, erkeğe yapılan kadın benzetmesinde ise hor görme küçümseme, aşağılama vardır. Bedende sabit kalmayıp giysilere, davranışlara, gülmeye, konuşmaya, yaşam tarzına, gündelik hayatın detaylarına kadar uzanır gider bu şiddet.
Erkek egemen zihniyetin bedenimizi metalaştırdığı yetmiyormuş gibi giysilerimizi aşağılama aracı olarak kullanmaları, kadına yönelik erkek şiddetinin ta kendisidir. Hem de taşsız sopasız silahsız, dayaksız şiddetin alâsı. Kadına yönelik erkek şiddeti sadece sopayla yumrukla olmaz. Yaşamımızın her karesini karartan dayatmalar, hor görme, tali yolda bekletilme, birey olarak görülmeme, sömürü de şiddetin ta kendisidir.
Sevgilime, karıma, kızıma el kaldırmam diyenler, el kaldıranları kınayanlar;
Bedenlerimizi metalaştırdığınızda,
Ev içi emeğimizi sömürdüğünüzde,
Geceleri sokakları bize dar ettiğiniz de,
Hasta ve çocuk bakımını ‘kadın işi’ diye dayattığınızda,
Kariyerleriniz için eşlerinizin, sevgililerinizin kendi kariyerlerinden vaz geçmelerini sağladığınızda,
Bebeğinizin bakımı için eşlerden birinin işi bırakması gerekiyorsa ‘bu kadının işidir’ dediğinizde,
Kadın olduğu, sırf kadın olduğu için ‘koruma’ tuzağı ile kadınları eve kapattığınızda,
Sözde kutsal annelik yüceltmesi ile kadınların omuzlarına dünyanın sorumluluğunu yüklediğinizde,
Ürettiğiniz cinsiyet rolleriyle hayatımızı dar ettiğinizde,
şiddetin de alâsını gösteriyorsunuz. Hem de abanın altında sakladığınız görünmeyen bir sopayla.