Hülya Üstün
Önce, “anlatan” kadınların adlarını yazalım… Adile, Ayfer, Ayşe, Feride, Güneş, Hayat, Meral, Pamuk, Seher, Sema, Sezgin, Sükun.
Kitabı okurken, sanki birimizin evinde bir araya gelmiş, ara ara tüylerimiz diken diken, bir ara gözlerimiz dolu, hop kalkıp hop oturarak, daha çok gülerek, anlatıyormuşuz hissine kapıldım sıkça… Anlatılara kapılıp, okumayı unutarak yaşadıklarımı düşünür, “ama bir yandan da böyleydi…” diyerek kendi kendime konuşur oldum. Meral Akbaş, kitabın başında, ‘sözlü tarih’ yöntemini neden, nasıl seçtiğini (çok da iyi yapmış) alıntılar yaparak açıklamış; böylece, bu bölümdeki anlatı da gayet güzel bir biçimde kitabın amacına dahil olabilmiş. Kitap boyunca da bu yöntemden ayrı düşmemek için çok dikkatli davranılmış. Kitap’ta, 12 Eylül öncesi ve sırasını, okuldan bozma bir cezaevi olan ‘iki yıllık’ı, bir “hoş geldin işkencesi” alanı olan Mamak cezaevi girişindeki ‘kafes’i, ‘tabutluk’u, Mamak cezaevinin 12 Eylül öncesi ve sonrasını, A ve C blok kadınlar koğuşunda yaşananları ve dışarıda karşılaşılan dünyayı anlatmakta kadınlar.