Sayıları her geçen gün artan kadın cinayetlerine karşı kadınlar. İstanbul’da Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne girerek bina camından pankart sarkıtıp basın açıklaması yaptı.
Posts Tagged ‘aile ve sosyal politikalar bakanlığı’
Fişlenerek ve İkna Turuna Direnerek Kürtaj…
Filiz Karakuş
Orta yoldan kadınların kürtaj seçme hakkı değil devletin ve ailenin çıkarları çıkıyor.
Kürtajın cinayet olduğu ve yasaklanması gerektiği açıklamalarıyla başlayan tartışmalar, kadınların mücadeleleri ve her kesimden gelen tepkilerin belirlediği bir sürece yol açtı.
Kürtajı yasaklamayı hedefleyen Hükümet bu emelini gerçekleştiremeyeceğini anlayınca, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın deyimiyle bir ‘orta yol’ arayışına girmek zorunda kaldı.
Bulunan orta yolun kadınların bedenleri üzerinde söz ve karar hakkının dışında bir yol olacağını tahmin ediyor, “Kürtajda orta yol olmaz,” diyorduk. Maalesef yanılmadık. Kürtajı yasaklamayı göze alamayan devlet, kürtaj hakkının kullanımını zorlaştıran bir yasa hazırlığı içinde.
Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’nın beraber hazırlayarak Bakanlar Kurulu’na sunacağı kürtaj tasarısının basına yansıyan arka plan tartışmalarına ve büyük ihtimalle önümüze gelecek haline baktığımızda, kadınların cinsellikleri, bedenleri, hayatları üzerinde erkeklerin ve devletin sınırsız denetimi olması perspektifinden hazırlandığını görüyoruz. Yani, artan muhafazakarlaşmanın da izin verdiği biçimde, kadınları erkeklerin ve devletin kontrolüne koşulsuzca teslim eden, kendi arzularını hiçe sayarak belirli rollere, bilhassa anneliğe sıkıştıran bir zihniyetin ürünü olduğunu.
Önümüze gelecek tasarıda, kürtajın sadece hastanelerde yapılabilmesi şart koşulurken; kürtaj hakkı psikolojik, tıbbi, ideolojik baskı ile kullanılamaz hale getiriliyor.
Gebliz uygulaması gebelik testini ve kürtajı kapsamamalı ve kadınların talebine bağlı olarak sisteme kaydedilmeli
Uzun süredir gündemde olan ve son Aile Hekimliği sistemiyle yürürlüğe giren Gebe, bebek, lohusa izleme sistemiyle (Gebliz) bir kadın ebelik testi yaptırdıkları andan itibaren izlemeye alınıyor. Kadınların gebelik tespiti için yaptıkları tahlillerin sonuçları gerekli yerlere (!) iletilmek üzere kayıt altına alınıyor. Test yaptıran kadın başvuruda mahremiyet butonunu işaretlemediyse kadının oturduğu eve telefon edilerek ya da bizzat evin kapısı çalınarak gebelik testi sonucundan eş, baba ve kardeş…evde oturan herkesin bilgi sahibi olması sağlanıyor. Test sonuçları ilk andan itibaren merkezileştiriliyor. Aile Hekimlerine bilginin ulaştırılması için yapılan bu uygulama, kadınların cinselliklerinin denetimi anlamına geldiği gibi, özel hayatlarının gizliliğini ihlal anlamına geliyor. Bu uygulamayla kadınların gebeliğini devam ettireceği varsayılıyor ve üzerlerinde baskı kuruluyor. Bu baskılanmaya rağmen bir kadın kürtaj yaptırmak için hastaneye başvurduğunda ise öncelikle bir heyetle görüşmesi zorunlu kılınıyor.
Kürtaj öncesi bilgilendirme heyeti istemiyoruz.
Kürtajda söz ve karar kadınların
Koca izni kaldırılsın. Evli-bekar kadınlara aileye bağlı kılınmadan kürtaj hakkı.
Hazırlanan tasarıda, hastanelerde oluşturacak uzmanlar heyeti tarafından kürtaj başvurusu yapan ailenin ‘bilgilendirilmesi’ hedefleniyor. Kürtaj başvurusu için anne ve baba adayının birlikte başvurusu şart koşulacakmış. Kadının tek başına başvurusunun kabulünü istisna olarak görüyor yasa tasarısı. Kadınların kürtajda asıl söz ve karar sahibi olmalarını baştan reddediyor. Daha önceki uygulamada koca izninde imzalı bir rıza beyanı yeterli olurken, şimdi kocalar baba adayı sıfatıyla ikna odalarına anne adayı (kadın değil anne adayı) birlikte davet ediliyor. Bekar kadınlar için, hamileliğin faili erkeği açıklama baskısı demek olan bu uygulamanın, aile üzerinden yürüyen kürtaj tartışmasında bekar kadınların hastanelere başvurmalarının da önünü kapatacağını söyleyebiliriz. Bekar kadınların kürtaj başvurusu yaptıklarında, genel ahlak ve evlilik tavsiyeleriyle karşılaşmaları ise kuvvetle muhtemel.
Kurulması hedeflenen uzmanlar heyetinin bileşimi ise dikkat çekici. Kadın doğum uzmanı, sosyal hizmet uzmanı ve psikologdan oluşuyor bu heyet.
Kadın doğum uzmanının kürtajın tıbbi sürecini aktarması bakımından anlaşılır yanı var. Peki psikolog ve sosyal hizmet uzmanının bu heyette işi ne? Psikologlar oldukça basit olan bu operasyona kadını hazırlamak, kürtaj yaptıran kadınların travma yaşamalarına gerek olmadığını anlatmak , kadınları güçlendirmek için heyette yer bulmuyorlar. Sosyal hizmet uzmanları ise olağanüstü durumlar dışında toplam1-2 saatlik hastane yatış süresi olan kürtaj operasyonu ve yapılacak hastane düzenlemesi konusunda, başvuru yapan kadınlara bilgi vermesi için bu heyete dahil edilmiyorlar. Bu heyetin amacı, ne için kurulmak istendiği ortada ; Kadınların kürtaj yaptırmasını engellemek
Kadınların cinsellikleri, bedenleri ve hayatları hakkında karar hakkı
İkna odalarında ‘bilgilendirme’ adı altında kadınlara, kocalarının da gözcülüğü ve denetiminde kürtaj yaptırmasını engellemek için merkeze konulan konunun ise ‘bebeğin yaşam hakkı’ olduğu belirtiliyor. Basına yansıyan haliyle cenin, embriyo gibi ifadelerin özellikle kullanılmadığını ve döllenme anından itibaren yaşama hakkı olan bir bebekten söz edildiğini görüyoruz. Bilgilendirmenin birinci maddesi ‘bebeğin yaşam hakkı’ ile başlıyor. Son maddesi ise devletin çocuk bakım hizmetleri konusunda sunacağı olanaklar (bunun gerçek hayatta bir karşılığı olmadığını bu ülkede yaşayan herkes biliyor)
Sosyal hizmet uzmanlarının bu heyette bulunmasının anlamı çocuk bakımı konusunda yapacakları yönlendirme, psikologların yapacakları ‘bir cana kıyılır mı?’ baskısı olacak gibi gözüküyor. Ancak ikna turlarından ‘sağlam’ çıkabilen kadınlar kürtaj yaptırabilecekler. İkinci kez kürtaj yaptırmak isteyen kadınların aynı prosedüre, baskıya maruz kalmamak için doğurmak zorunda kalacaklarını ya da yaşam haklarını tehdit eden (şiş, kibrit çöpü, askı vb.) kürtaj yöntemlerine başvurabileceklerini söylemek abartı olmaz. Bekar kadınların çoğunluğu ise heyetle muhatap olmamak ve fişlenmemek için kürtaj karaborsasına ya da yaşamlarını tehlikeye atan yollarla düşük yapmaya yönelebilecek. İkna turlarında, ceninin yaşam hakkından yola çıkılarak kürtajın cinayet olduğu, bir devlet politikası olarak empoze edilecek ve kadınlar için annelik neredeyse zorunlu seçenek olacak. Ceninin yaşam hakkını merkeze alan bir yaklaşım baştan kadının hayat ve yaşam hakkını riske atıyor.
Tecavüz saldırısına uğrayan kadına ömür boyu ağırlık
Yasa tasarısının arka plan tartışmalarında, tecavüz sonrası hamileliklerde tecavüze uğrayan kadın ve cenini eş değerde önemseyerek yol bulmaya çalışıyoruz deniyor. Oysa “anne ve bebeğin masumiyeti” diye formüle edilen bu anlayış aslen yine bebek olarak tanımladığı ceninin kürtajını engellemek üzerine kuruluyor. Kadınların tecavüz sonrası yaşadıkları travmanın üstüne ‘bebeğin masumiyeti’ söylemiyle kurulan baskı kadının seçim hakkının önünü kapatıyor. Tecavüzcü erkekle saldırıya uğrayan kadın arasındaki ilişkiyi doğacak çocuk üzerinden süreklileştiriyor. Tecavüze uğrayan kadının hayatı boyunca bu saldırının sonuçlarını yaşamasının yolunu açıyor.
Diyanet hazırlık içinde
Kadınların kürtaj seçim hakkına ‘ceninin yaşam hakkı’, ‘ailenin güçlendirilmesi’ zemininde bir saldırı da Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan gelmek üzere. Diyanet kürtaj meselesine ‘yaşam hakkının kutsallığı’ zemininde yaklaşmaya karar vermiş.
Görünen o ki; Diyanet de, hükümet de, kadınlara kürtajı seçme hakkını ‘sen bir bebek öldürüyorsun, bunu bilerek davran’ baskısı ve paketiyle vermeye hazırlanıyor.
Sezaryen kadının seçimine bırakılmalı
Sağlıkta dönüşüm ve performans sisteminin bir parçası olarak sezaryenle doğum kadınlara dayatılan bir doğum yöntemi haline geldi. Sezaryenin dayatılmış bir yöntem olması engellenirken, kadınların sezaryeni tercih etme hakkının ortadan kaldırılması doğru değil. Sezaryen konusunda TBMM’de geçti-geçecek yasanın sezaryen uygulaması için sadece tıbbi zorunluluk koşulu getirmesi bir eksiklik. Sezaryen tıbbi sonuçları anlatılarak kadının onayıyla uygulanabilmeli.
Cinsellik, Doğurmamak, Annelik kadınların seçim hakkı.
Kürtaj kadınlar için çoğunlukla erkeklerin korunmaması, kimi zaman kadınların doğum kontrolüne erişememiş olması nedeniyle ve bazen kazayla oluşan istenmeyen gebeliklerin sona erdirilmesi için bir seçim hakkı. Kadınların kendi bedenleri hakkında söz ve karar sahibi olmalarının bir parçası.
Bugün kürtaj hakkı, kadın ve üreme haklarının bir parçası olarak dile getiriliyor. Bu çerçeve bizim için yeterli mi? Değil. Çünkü kürtajın üreme haklarının bir parçası olmasının yanı sıra kadınlar açısından hem cinsellik ve doğurganlık arasındaki hem de hamilelik ile annelik arasındaki bağı kopartan bir işlevi var. Bu anlamda kürtaj kadınlara rahatlama sağlayan ve özgürleştirici bir sosyal hak. Yani aslında ister zorunluluktan olsun, ister kazayla olsun, kürtaj kadınların doğurmamayı seçme hakkı.
Kürtajın özgürleştirici dinamiğini güçlendirmek, kadınların cinsel ilişkiyi reddetme hakkı ve kadınların hayatları hakkında karar sahibi olma, anne olmayı reddetme, ya da istese bile zamanını kendi belirleme hakkıyla birlikte savunarak mümkün. Bütün bu savununun temelinde ise kadını aileden bağımsız görmek, kadınların cinsellikleri, bedenleri, hayatları üzerindeki erkek ve devlet denetimine karşı çıkmak yatıyor.
Kürtajda orta yol olmaz. Bedenimiz ve geleceğimiz bizimdir.
Bakanlık Suçtan Zarar Gören mi?
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Kadına Yönelik Şiddet Suçlarında “Suçtan Zarar Gören” midir Hakikaten?
8 Mart Günü AKP’nin popülarist salvosuyla apar topar meclis gündemine taşınan yeni şiddet yasamız, iyice tırpanlanıp feminizmden “temizlendikten” sonra, 20 Mart 2012 günü yürürlüğe girdi.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, AKP’nin şiddet meselesini aile içinde çözme anlayışının bir ürünü olarak oluştu.
Şiddete Son Platformu’ndan TBMM Üyelerine Mektup/7 Mart 2012
Şiddete Son Kadın Platformu’nu oluşturan 237 kadın örgütü ve Platform’un taleplerini destekleyen tüm diğer kadın platformları ve kadınlar olarak bir kez daha belirtmeliyiz ki, aylardır tartışılan şiddet yasa taslağının, Bakanlıkta, Başbakanlıkta ya da TBMM’de bir odadan diğerine giderken bile uğradığı aleyhte değişikliklerden son derece rahatsızız.
Şiddete Son Platformu Basın Açıklaması/3 Mart 2012
Şiddete Son Platformu, 03 Mart 2012 tarihinde 14 ilde eş zamanlı düzenlediği basın açıklamasıyla, “Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”na ilişkin ilişkin tepki ve taleplerini dile getirdi:
Bilindiği gibi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir süredir her platformda şiddet yasa tasarısının tanıtımını yapmaktadır. Hükümetin aceleyle kanunlaştırmaya çalıştığı bu yasa tasarısı şiddet mağduru kadınların ihtiyaçlarını karşılamaktan, kadına yönelik şiddeti önlemekten ve ortadan kaldırmaktan çok uzaktır. Yıllardır kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele eden kadın örgütlerinin bu haliyle bu tasarıyı sahiplenmelerinin, desteklemelerinin ve kabul etmelerinin mümkün olmadığı ortadadır.
Hükümet, Avrupa Konseyi’nin kadına yönelik şiddet konulu İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacıları arasındaolmasıyla sürekli övünmekle birlikte, gerek Bakanlık gerek diğer Hükümet yetkilileri tarafından kamuoyuna açıklanan pek çok konu tasarı metninde yer almamaktadır. Hükümet kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye dair verdiği sözleri tutmamaktadır.
Bakanlık, tasarının hazırlığı ile ilgili yaklaşık bir yıldır çalışmaktadır. Kadın örgütleri, bu süreç boyunca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile çok sayıda toplantı gerçekleştirmiş, görüşülebilecek tüm kurumlarla yasa tasarısı müzakere edilmiş, kadınların talepleri defalarca yazılı ve sözlü şekilde ilgili kurum ve kişilere iletilmiş, kadın örgütlerince bir yasa taslağı metni kaleme alınmakla yetinilmemiş Bakanlığın metnine ilişkin de çok sayıda eleştiri ve öneri sunulmuştur. Kadın örgütleri tüm iletişim yollarını zorlayarak sürece müdahil olmayı talep etmelerine rağmen Bakanlık bu konuda çok geç harekete geçmiş ayrıca kadın örgütleri tarafından tasarıya eklenen düzenlemelerin Bakanlar Kurulu’nda imza aşamasında değiştirilmesini veya tasarıdan çıkartılmasını engelleyememiştir. Süreç,
Hükümet tarafından açık ve samimi şekilde yürütülmemiştir. Bugün gelinen noktada Hükümet tarafından yasalaşması için TBMM’ye gönderilen metin kadın örgütlerinin taleplerini karşılamamaktadır.
Tasarı ile 4320 sayılı kanun’un kazanımları geri alınıyor
Hükümetin yasalaşması için Meclis’e gönderdiği tasarı metni ile Bakanlığın Bakanlar Kurulu’na imza için gönderildiğini açıkladığı metin arasında çok ciddi farklar bulunmaktadır. Tasarının adı “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” iken “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olarak değiştirilmiş, bir kez daha kadınların hayatının korunması yerine ailenin korunması tercih edilmiştir. Hükümetin bakış açısını yansıtan bu tutum dışında da mevcut tasarıda ciddi pek çok sorun bulunmaktadır.
Tasarının temel ilkelere ilişkin maddesinden Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere yapılan atıf ve şiddet mağdurlarına ilişkin verilecek destek ve hizmetlerin sunumunda temel insan haklarına dayalı, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izleneceği ilkesi çıkarılmıştır. Ayrıca ev içi şiddet, kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet tanımları da tasarının dışında bırakılmıştır. Bu ilkelerden ödün verilerek, kadın erkek eşitliği ve fiili eşitlik kavramlarından korkularak kadına yönelik şiddetle mücadele edilmesi mümkün değildir.
Tasarının önceki halinde yer alan ve önemli bir kazanım gibi görünen Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri ise son düzenlemeyle ayrı bir hayal kırıklığına dönüşmüştür. Yasanın gereği gibi uygulanmasını sağlayacak en önemli mekanizma olan bu merkezlerin kadrosu 5557’den 362’ye indirilmiş, bu merkezlerde çalışacakların tercihen kadın olmasına ilişkin düzenleme tümden çıkarılmıştır. Kadına yönelik şiddetin bu denli yüksek oranlara ulaştığı ve günden güne arttığı bir ülkede 362 kadro ile kurulacak merkezlerin işlevsiz ve göstermelik kurumlar olacağı çok açıktır.
Meclis’e sunulan tasarıda, şu an yürürlükte olan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un kazanımları geri alınmakta ve 4320 sayılı Kanun’un çok daha gerisinde düzenlemelere yer verilmektedir. 4320 sayılı Kanun’da ve tasarının önceki halinde yer alan şiddet gören dışında çevresindeki kişilerin de şikâyetçi olabilmesini içeren “ihbar hakkı” son anda metinden çıkarılmıştır. Hâkimlerin dosya üzerinden ve şiddetin yazılı olarak belgelenmesini aramaksızın, dosyanın kaydedildiği gün tedbir kararı vereceği yönündeki düzenleme de tasarıdan çıkarılan düzenlemeler arasındadır. Bu düzenlemeler ile kadınlar yalnızlaştırılmakta, maruz kaldıkları şiddeti ispatlamaları istenmekte, hâkimlerin tedbir kararı verirken delil aramaları esas, aramamaları ise istisna haline getirilmektedir. Tüm bunlar, yasayı etkisizleştirecek müdahalelerin somut örnekleridir.
Prestij malzemesi olarak kullanılan bir yasa değil, gerçek bir yasa istiyoruz
Tasarı, 1 Mart sabahı alelacele Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na (KEFEK) ve gene aynı gün içerisinde Adalet Komisyonu’na gönderildi. Komisyon toplantılarına katılan Bakan Fatma Şahin kadınlara Adalet Komisyonu’nun eski tasarıyı dikkate alacağı sözünü verdi. Ancak eski tasarı da daha önce defalarca belirttiğimiz gibi kadınların taleplerini yeterince dikkate almamaktaydı.
Kadın örgütlerinin yasaya ilişkin başlıca talepleri şunlardır:
– Kadına yönelik şiddetin insan haklarına aykırılık teşkil ettiğinin açıkça ifade edilmesi,
– Ayrımcılık yasağı, fiili eşitsizlikler gibi şiddetin arkasındaki dinamiklere dair düzenlemelere yer verilmesi,
– Temel ilkeler bölümünde uluslararası sözleşmelere ve özellikle İstanbul Sözleşmesi’ne atıf yapılaması,
– Cinsel yönelim ve cinsel kimliği ifadelerinin yasaya eklenmesi,
– Mağdur yakınlarının ve şiddete tanıklık edenlerin de koruma kapsamına alınması,
– Kadın örgütlerinin şiddet ile ilgili her türlü davada müdahilliklerinin kabul edilmesi,
– Sığınaklar ve cinsel şiddet kriz merkezlerine ilişkin düzenlemelere yer verilmesi,
– Tedbir kararlarının gerektiğinde süresiz verilebilmesi,
– Çocukların velayet hakkının koruma süresince, kadının talebi ile şiddet mağduru tarafından kullanılacağı, çocukların şiddet uygulayan ile kişisel ilişkisinin bu süre boyunca kaldırılacağı veya denetime tabi tutulacağı düzenlemesine yer verilmesi,
– Şiddet uygulayanların yanı sıra, şiddeti azmettirenlere ve yardım edenlere karşı da tedbir alınması ve bu kişilerin de tedbir kararına aykırılıktan ötürü cezalandırılması,
– Hâkim ve savcılar dâhil olmak üzere bu vakalarda görev alacak herkese yönelik kadının insan hakları, toplumsal cinsiyet, kadın erkek eşitliği konularını içeren eğitimler verilmesi,
– Şiddet ile ilgili yasal başvuru süreçlerinde taraflar arasında arabuluculuk ve uzlaşma girişiminde bulunulamayacağının düzenlenmesi,
– Şiddet mağdurlarının zararlarının tazmin edilmesi,
– Hakkında koruyucu tedbir kararı verilen şiddet mağduru kişilerin sosyal güvencesinin şiddet uygulayan kişiye dayandığı hallerde, gizliliği ihlal etmemek için tedbir süresi boyunca mağdur lehine ücretsiz sağlık tedbirine karar verilmesi,
– Yasanın uygulamasını etkili şekilde izleyecek ve denetleyecek Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerinin kurulması.
Bizler, Hükümet tarafından prestij malzemesi olarak kullanılan bir yasa değil ihtiyacı karşılayan, etkili ve gerçek bir yasa istiyoruz. Adalet Komisyonundan kadın örgütlerinin tüm taleplerini karşılayan bir metnin çıkması için kadın örgütleri olarak mücadele etmeye devam edeceğimizi bir kez daha duyuruyor, Hükümeti kadınları gözardı eden tutumunu ısrarla sürdürmekten vazgeçmeye ve kadın örgütlerinin yasaya ilişkin taleplerini dikkate almaya davet ediyoruz.
Şiddet Yasa Taslağı ve Geldiğimiz Nokta
Deniz Bayram
Kanun hükmünde kararname ile kurulduğu günden bu yana kadınlar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı`nın adında, `kadının` adının olmamasına dair eleştirileri ile protestolarına devam ederken, yeni bakanlık, şiddete karşı yeni bir yasa taslağını gündeme getirdi. Görüyoruz ki, uluslararası alanda kadına yönelik şiddetten dolayı mahkum edilmiş ilk ülke olarak tarihe geçilmesi ve kadın cinayetleri ile şiddete dair çetele tutulması karşısında, bakanlığın ilk adımı yeni bir şiddet yasası yapmak yönünde oldu.
Yürürlükte olan 4320 sayılı yasa, elbetteki pek çok eksiklikleri olan yetersiz bir yasaydı ve 1998 yılından bu yana adı da dahil olmak üzere, kadın hareketinin eleştirdiği bir yasa olmuştu. Kadınlar, bu yasal yetersizlik ve uygulamanın, kadının şiddetten korunması ve şiddetin ortadan kaldırılması anlayışından uzak olması nedeni ile kendilerini şiddete karşı işlevsiz bir süreç içerisinde buluyorlardı. Bu süreç, her gün beş kadının öldürüldüğü bir gerçekliği karşımıza çıkardı.
Bu doğrultuda, yeni yasa ile şiddete karşı nasıl bir mücadele verileceği, tam da İstanbul Sözleşmesi`nin İstanbul`da imzaya açılmasının akabinde başlaması ile en önemli gündemimiz haline geldi. 236 kadın örgütünün oluşturuduğu ‘’Şiddete Son Platformu’’ tarafından hazırlanan ve İstanbul Sözleşmesi ve diğer uluslararası sözleşmeler referans alınarak hazırlanan yasa taslağı, bu süreçte `kadın örgütlerinin yasa taslağı` olarak bakanlığa sunuldu.
Bakanlık tarafından hazırlanan ve yapılan çalışmalarda ve basında, yasada yer alması planlanan elektronik takip sistemi, şiddet uygulayan erkeklerin rehabilite edilmesi gibi pek çok konu haber edildi. Ancak sorulması gereken soru, şiddet, patriyarkadan, erkek egemen bir sistemden beslenirken, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve temelde bununla mücadele politikalarının yasaya ne denli yansıyacağı idi.
Şiddet Yasa Tasarısı `Amaç Ve Kapsamı`
Kadına yönelik şiddete karşı mücadele içerisinde dünya örneklerine baktığımızda, yasalar ya İspanya modelinde olduğu gibi bütün mevzuatı reforme eden, geniş kapsamlı ve `eşitlik` perspektifini yansıtan şiddet yasaları olarak ya da sadece ‘’uzaklaştırma-koruma kararı’’ yasaları olarak düzenleniyor. 4320 sayılı yasa, bu modellerden salt ‘’koruma kararına’’ ilişkin bir yasadır. Oysa ki, şiddet yasasında öncelikle, şiddetin özel dinamiklerinin göz önünde bulundurularak, eşitlik ekseninde düzenlemelerin yer alması asıldır. Bir şiddet yasası, işe bu nedenle fiili eşitsizlikleri, toplumsal cinsiyet rollerini tanımlamakla, amaç ve kapsamı ile temel ilkelerini bu doğrultuda hazırlamakla başlamalıdır.
Yeni yasanın tüm kadınları ve çocukları koruyan bir yasa olması kadınlar için çok önemliydi. Başbakanlık`a sunulması ile; ‘’yakın ilişki’’ ifadesinin çıkarılması sonrasında, kadın örgütleri olarak yaptığımız basın açıklamasında da ‘’canımız üzerinden pazarlık yapmayız’’ diyerek tüm kadınların yasa kapsamına alınmasından vazgeçmeyeceğimizi belirttik. Böylece, yasa taslağında, kadınların, çocukların , şiddet gören aile bireyleri ve tek taraflı ısrarlı takip mağdurları yasa kapsamına alındı. Tek taraflı ısrarlı takip mağdurlarının (stalking) yasa kapsamına alınması ile kadın ve erkek arasında hiçbir şekilde ilişki bulunmaması halinde de, ısrarlı takibe maruz kalan kadınların yasadan yararlanması mümkün oldu.
Yasanın amaç ve temel ilkeleri konusunda getirilen en önemli düzenleme, kanunun Türkiye`nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin de esas alınarak uygulanması hakkındaki hükmüdür. Zira, Anayasa 90. madde uyarınca temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda iç hukuk yasalarından da öncelikli uygulama alanına sahip olan uluslararası sözleşmelerin uygulamada neredeyse adının olmadığı bir gerçek. Böylece esasında zaten uygulanması gereken uluslararası sözleşmelere bu yasa lafzında düzenleme getirildi.
Yasa Tasarısının Öngördüğü Uygulama
Bakanlığın göreve geldiği tarihten bu yana, karşımıza pek çok taslak örneği geldi. Zaman zaman bütün bu örnekleri yeniden yorumlama ve üstüne yazıp çizmeyi bitiremeden yeni taslak metinleri karşımıza çıktı. Ancak, 10 Ocak 2012`de yayınlanan yeni taslak, bütünüyle bir sistem değişikliğini öngören farklı bir taslak olarak karşımıza çıktı. Bu taslağa göre, yargılama muhakemesi yapılması gereken ve ancak hakimin görevi olabilecek konuların, mülki amirlerin görev alanı olarak hazırlandığını gördük. Koruyucu ve önleyici tedbirlerden kadın açısından hayati önem taşıyan birçok hususun ve temel hak ve özgürlükler ile ilgili konuların yargı organlarının görev alanından çıkartılıp özellikle küçük yerlerde ‘’bağımsız olmayacağı’’ aşikar olan ve esasında siyasi otoriteler olan mülki amirlere verilmesi bu yasa kapsamında kabul edilemez bir olguydu. Bu konuya ilişkin olarak yaptığımız itirazlar öncelikli olarak dikkate alındı. Gelinen son noktada, taslakta, sadece kadının kolayca ulaşabilmesini sağlayan barınma yeri sağlanması, geçici yardım yapılması, acil durumlarda fiziki koruma sağlanması gibi kadını koruyucu ve yargılama muhakemesi gerektirmeyen hususların mülki amirler tarafından verilmesi, hakimlerin de diğer hususlarda ve esasta tüm konularda (mülki amirler tarafından verilen tedbirler hakkında da) karar alması düzenlendi. Bununla birlikte hakimlerin alacağı tedbirlerin sınırlı tutulması yerine uygun göreceği başkaca tedbirlere de hükmedebilmesi düzenlendi.
Şiddet halinde, özellikle akut durumlarda, şiddet uygulayanın derhal uzaklaştırılması ve kadının şiddet ortamından uzak kalmasının sağlanması konusunda kolluğun yetkilerinin arttırılması da yasaya girmiş oldu. Çünkü özellikle akut durumlarda, yetkili olmadığını ifade ederek herhangi bir işlemde bulunmayan kolluğun artık şiddet uygulayanı derhal uzaklaştırma, şiddetin önlenmesi ve şiddet uygulayan bireyin yaklaşmaması konusunda ilk aşamada yetkili olacak.
Bizler biliyoruz ki, hayati tehlikesi var olan öyle vakalar var ki, kadının içinde bulunduğu bu tehlikenin sonlandırılması için bazen, kimlik değiştirilmesi gibi gizlilik esasını alan tedbirlerin alınması zorunludur. Yasa taslağında da hayati tehlikenin mevcut olduğu şiddet olaylarında, Tanık Koruma Kanunu hükümleri uyarınca, kanunda belirtilen makamlar tarafından, kimlik ve ilgili olabilecek bilgi ve belgelerin değiştirilmesi mümkün olacak.
Tedbir Kararına Uyulmaması Halinde Ne Olacak?
Şiddetin cezasızlık hali, şiddetin meşru görüldüğünün bir göstergesidir. Temelde verdiğimiz mücadele konularından biri de bu cezasızlık haline ilişkindir. Şiddetin uygulanması halinde, kadının şiddet ortamından derhal uzaklaştırılması sağlansa da, şiddet uygulayanın tedbir kararına uymaması halinde, bir tokatla başlayıp kadın cinayetlerine giden bir süreç var önümüzde. Bu nedenle tedbir kararlarına uyulmamasının bir yaptırımı olmaması, beraberinde şiddetin tekrarını, sürekliliğini getirmektedir.
4320 sayılı yasada, tedbir kararına aykırılık halinde verilecek hapis cezasının neredeyse uygulanabilirliği söz konusu değildi. Ceza dosyalarının açılması; verilen cezaların ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kısa süreli seçenek yaptırımlar gibi fiili olarak uygulanmayan bir hal teşkil ediyordu. Yani ‘’teoride yer alan ceza’’ esasında ‘’fiili bir cezasızlık’’ haline dönüşüyordu.
Yeni yasa tasarısında kadınlar özellikle, bu işlevsiz cezai kuruma işlerlik kazandırmak istediler. Süreç içerisinde Bakanlık tarafından düzenlenen taslakta ‘’zorlama hapsi’’ kavramı yasaya girdi. Ne var ki, taslağın 10 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan halinde, erkeğin taahhüt etmesi halinde zorlama hapsinin uygulanmayacağına ilişkin düzenleme, esastan itiraz ettiğimiz bir konuydu. Yasanın caydırıcılık mekanizmasının, şiddet uygulayan erkeğin taahhüdüne bağlı tutulması itirazlarımızın temel noktasını oluşturdu. Böylece, ‘’taahhüt’’ şartı taslaktan çıkartıldı. Halihazırdaki düzenlemeye göre, tedbir kararına uymayan kişilerin ‘’fiili başka bir suç teşkil etse bile’’, üç günden on güne kadar zorlama hapsine, tedbir kararına uymamanın tekrarı halinde ise altı ayı geçmemek üzere on beş günden otuz güne kadar zorlama hapsinin uygulanması söz konusu olacak.
Yasa tasarısı tedbir kararlarının süresi bakımından da yeni bir düzenleme getirdi. Kadınların, tehlike esasının gözetilerek tedbir kararlarının gerektiğinde süresiz verilebilmesi talebine yer verildi. Uygulamada karşılaşılan en önemli sorunlardan biri, tedbir kararı için başvurulan mahkemelerin verdikleri yetkisizlik kararları idi. Kadınlar, bu süreçte, adli prosedür içerisinde ikincil mağduriyetlerle karşı karşı kalıyor ve tedbir kararının alınması gecikiyordu. Tasarının getirdiği yeni düzenlemede özel bir yetki usulü getirildi ve tedbir kararlarının en kolay ulaşılabilecek, aile mahkemesi, mülki amir ve kolluk tarafından alınacağı konusunda mutabık kalındı.
Şiddet Yasasına İlişkin Süreç İle Birlikte Kadınların Mücadelesi Devam Ediyor
Yasa taslağında, olumlu olarak değerlendireceğimiz noktaların yanı sıra var olan eksiklikler konusunda kadınların mücadelesi önümüzdeki süreç içerisinde de devam ediyor.
Yasa taslağında, 7-24 çalışacak olan ve ‘’tek kapı’’ esasını benimseyen kadın merkezlerinin kurulmasını öngören düzenleme yeni bir yapılanma olarak karşımıza çıktı. Öngörülen bu merkezlerin yeni yapılar olarak karşımıza çıkması ve bu yeni yapılar üzerine çalışmaların devam ettiğini, yasada yer alan düzenlemenin geliştirilerek daha iyi bir şekilde formüle edilmesi gerektiğini vurgulamak gerekiyor. Çünkü, merkezlerin işlerliği, bu merkezlerde kadın örgütleri ile sağlanacak işbirliği, merkezlerin çalışma esaslarının kapsamlı düzenlenmesi konusunda kadın hareketinin talepleri devam ediyor.
Kadın örgütleri kadına yönelik şiddet davalarında ‘’taraftır’’ ve kadın örgütlerinin müdahilliğinin ve şiddet gören kadınlar ile yanyana olmamızın yasal olarak tanımlanması gerekmektedir. Şiddete ilişkin her türlü davada kadın örgütlerinin müdahilliğinin düzenlenmesi, sürecin en başından bu yana ısrarcı bir şekilde üzerinde durduğumuz bir konu oldu. Ne var ki, yasa taslağında bu husus ‘’davaya katılma’’ başlığı altında sadece bakanlığın müdahalesi, davaya katılması şeklinde düzenlendi.
Yasanın uygulayıcılarının, yasanın uygulanması bakımından şiddetin var olan meşruiyetinin elimine edilmesi için, kadının insan hakları, toplumsal cinsiyet, eşitlik konusunda eğitim almalarının uygulamada yaşanan sıkıntıları ortadan kaldırmak için önemli olduğunu defalarca dile getirdik. Bu eğitimler, basit bir şiddet eğitimi değil, gerçek anlamda, öğrenilmiş toplumsal cinsiyet rolleri, cinsiyet ayrımcılığı yasakları, kadının insan hakları ve eşitlik olgularına dayanmak zorundadır. Bu eğitimin, yasanın temel uygulayıcıları olarak karşımıza çıkan hakim ve savcılara verilmesinin de bu noktada önemi büyüktü. Her ne kadar mevcut yasada, kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki personel ve üyelerinin eğitimi düzenlenmiş olsa da hakim ve savcıların toplumsal cinsiyet eğitimi sürecine dahil edilmemeleri önemli bir eksiklik olarak karşımıza çıkıyor.
Son olarak, 15 Ocak`tan sonra yapılan çalışmaları da içeren yasa taslağının son hali, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü web sitesinde yayınlandı. Bundan sonraki süreçte, yasadaki olumlu noktalar nezdinde kazanımlarımızın kaybedilmemesi, eksikliklerin ise yeni formüller ile geliştirilmesi için mücadelemiz devam ediyor.
Kadına yönelik şiddetle mücadele politik bir mücadeledir. Şiddeti meşru gören bir anlayışın karşısında duran bir mücadeledir. Her gün beş kadının öldürdüğü bir ülkede, bu mücadele içerisinde sözümü kurarken Charlotte Bunch`un sözünü hatırlıyorum hep; “bir ulusal ya da etnik grup erkeklerin kadınları öldürdüğü veya sakatladığı oranda bir diğer gruba zarar verseydi bu durum olağanüstü hal ya da savaş ilanını gerektirirdi.“
Sözümüz yasal mücadeleye geldiğinde ise, perspektifi değiştirmek bu meşruiyet anlayışını ve eşitsizliği ortadan kaldırmak için bütün yasal düzen içerisinde; yeni şiddet yasasının yasalaşma sürecinden uygulanamasına kadar; anayasadan, iş kanununa, ceza kanuna kadar bütün mevzuata dair sözümüzün bitmediği bir noktada olduğumuzu vurgulamak gerekiyor.