Kadınların Ücretli-Ücretsiz Emek Kıskacı: AKP’nin Aile Politikaları ve Yeni Muhafazakarlık

Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin 9-10 Kasım 2013 tarihlerinde düzenlediği ‘Başka Bir Aile Anlayışı Mümkün mü?’ başlıklı konferansında Deniz Ulusoy tarafından yapılan “Kadınların Ücretli-Ücretsiz Emek Kıskacı: AKP’nin Aile Politikaları ve Yeni Muhafazakarlık” konulu sunumu paylaşıyoruz:

538281_10151443685123728_1026932111_n

AKP’nin iktidara geldiğinden beri en çok vurguladığı noktalardan biri aileyi güçlendirmek. 2004’te zinayı yeniden ceza yasası kapsamına almaya çalışmakla başladı, 2008’de üç çocuk dayatmasını gördük. 2008 yılında yürürlüğe giren SSGSS yasası ile kadınlar ya babaya ya da kocaya bağımlı olarak aile içinde yaşamaya mahkûm edildi.  Derken bakanlığın adından kadın çıktı. Bunları aile ve ev kadınlığı eğitim programları, kürtajı yasaklama denemeleri ve yeni kürtaj düzenlemeleri izledi. “Aile ombudsmanlığı” düzenlemesiyle boşanmak isteyen kadınlara yönelik bir engelleme mekanizması başlattı. Son dönemde ardarda gelen haberler, artık evlilik ve aile kıskacının iyice daraldığını gösteriyor:

Boşanmaların rapora bağlanması, evlenen öğrencilerin kredi borçlarının silinmesi, 25 yaşından küçük evli çiftlere verilecek krediler,  “kızlı erkekli” yaşayan evlere başbakanın tek sözüyle yapılan baskınlar…
Ailenin AKP politikalarındaki yeri nedir? Bunun için önce erkek egemenliği olarak patriyarka ve sermaye egemenliği olarak kapitalizm arasındaki karmaşık ilişkiye bir göz atalım:

Patriyarka ve Kapitalizmin İlişkisi: Ailenin Rolü ve Yeni Muhafazakarlık

Bilindiği üzere patriyarka kapitalizmden önce varolan bir sistem. Kapitalizm tarihsel olarak patriyarkanın ona sunduğu olanaklar üzerinden gelişmiştir. Çünkü “Özgür” emekçilerin artık değer üretmeleri açısından kritik bir gereklilik olan emekgücünün sermaye ilişkisi dışında yeniden üretilmesini sağlayan ezilen bir cinsin varlığını gerektirir. Patriyarkal kapitalizm teriminden , patriyarkanın kapitalizme içkin olması kastedilir.

Heidi Hartmann, patriyarka ve kapitalizmi iki ayrı ancak içi içe geçmiş birbirini sürekli etkileyen yer yer çıkarları konusunda gerilimleri olan, ancak yer yer ittifak halindeki iki bağımsız sistem olarak tanımlıyor. Bu bağlamda kadınların ücretli emek gücüne katıldıklarında karşı karşıya kaldıkları cinsiyetçi işbölümünün, kapitalist toplumda erkelerin kadınlar üzerindeki üstünlüklerini koruyan temel mekanizma olduğunu söylüyor. Keza kadınların emek piyasasında düşük ücretlerle çalıştırılmasını sağlayanın da bu mekanizma olduğunu ifade ediyor. Düşük ücretler kadınları erkeklere bağımlı kılıyor ve erkeklerle evlenmelerini teşvik ediyor. Evli kadınlar kocalarının işlerini yapmakla yükümlü oldukları için de erkekler hem ev dışındaki yüksek ücretlerden hem de ev içinde kadınların işlerini yapmasından yarar sağlamış oluyor, hem de ev içindeki cinsiyetçi iş bölümü ve bakım yükü kadının ücretli emek piyasasına erkeklerle eşit şartlarla katılmasını engellemiş oluyor. Yani ev içindeki iş bölümü emek piyasası tarafından sürekli kılınırken emek piyasasındaki cinsiyetçilik de ev içindeki cinsiyetçi işbölümü ile pekişiyor. Kadın, kocasına yemek pişirerek, onun çamaşırını yıkayarak, çocuk bakarak, kocası için cinsel tatmin aracı olarak, soyunun devamını güvence altına alarak, sadece işgücünün yeniden üretimine katılmaz, dolaylı olarak erkek işçinin verimliliğini artırır, dolayısıyla bu durumdan hem sermaye hem de bireysel olarak tüm erkekler fayda sağlar. Patriyarkal kapitalizm dediğimiz bütünün kilit noktası kadının ücretli/ücretsiz emek kıskacı.

Patriyarka ve kapitalizmin iki ayrı ve içiçe geçmiş sistemler olduğunu söylemiştik.  Patriyarkanın kapitalizmden öncesine dayanan kendine has dinamikleri de var. Örneğin erkek şiddeti , son dönemlerde artan kadın cinayetleri söz konusu olduğunda  bunu salt işsizlik, kriz gibi kavramlarla açıklayamıyoruz. Nitekim kriz döneminde kadınların istihdamının artmasına rağmen, aslında bu işler daha çok düşük ücretli, güvencesiz işler olduğu için kadınların ücretli/ücretsiz emek kıskacının, çifte mesaisinin daha da ağırlaştığını görüyoruz. Fakat kadınların da yüklerinin artmasına rağmen, erkeklerin şiddete başvurduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, bu durumun kapitalizm öncesi patriyarkal sahiplik ilişkisinin bir sürekliliğini yansıttıığı aşikar.  Yani kadın bedeni üzerinde denetim kurmak isteyen patriyarka ile kadının ücretli emeğe katılmasını isteyen kapitalizm arasında zaman zaman bir gerilim de olabilir. Dolayısıyla, yaygın kanı olan kadının ücretli emeğe katılmasının patriyarkayı zayıflatacağı varsayımının bir gerçeklik payı olmakla birlikte, bu ancak belli koşullarda böyle olmuştur.

Neoliberal uygulamaların olduğu günümüzde ise, patriyarka ve kapitalizm arasındaki bu gerilimli noktalar yeni muhafazakar uygulamalarla aşılmak istenmektedir. Nihayetinde, kadının emeği üzerindeki erkek denetimi, kadınların bedenleri üzerindeki zora ve iknaya dayalı erkek denetimiyle iç içe girmiştir. Bu denetimi ve karşılıksız emeği sürekli kılmanın tek yolu ise, evlilik bağı ile kutsanmış, heteroseksüel ailedir.

Neoliberal Dönem ve Uygulamalar:

Neoliberal dönemde devletin sosyal politikalar alanından çekilmesi , özelleştirmeler sonucu bakım hizmetlerinin pahalılaşması ve AKP’nin fazla nüfus-ucuz işgücüne dayanan ekonomik büyüme modeli,  patriyarka ve kapitalizmin “aile” ve “esnek çalışma” üzerinden kadın bedeni ve emeği üzerindeki denetimi ve bu konudaki ittifakı doruk noktasına ulaşır.

Söz konusu politikalar, “esnek” ama “güvencesiz” istihdam ya da ev içi işlerin uzantıları bağlamında piyasa ile eklemlenen, tüm riski üstlenmiş bir “girişimci” kadın pozisyonu anlamına gelmektedir. Bu süreçte esas olarak kadının, aile içindeki toplumsal cinsiyet rollerine uygun “anne” ve “eş” konumlarını sürdürmeleri beklenir. Bunlar açıktır ki kadına yönelik ücretli ve ücretsiz emek sömürüsünü yoğunlaştıracak, kadının ev içinde ve dışındaki ikincil konumunu pekiştirecek sonuçlardır.
Bu çerçevede kadının ikincil konumunu gidermek adına önemle vurgulanan kadın istihdamına yönelik politikalara bakıldığında, bu politikaların soyut eşitlik üzerinden kurgulanarak kadınların sadece ücretli emeğine odaklandığı görülebilir.

İstatistikler:

Gerçekten de kadının istihdama katılımı açısından Türkiye OECD ülkeleri arasında %27.8 ile son sıradadır. Ancak daha önemli sorun, istihdam piyasasına verili koşullarda katılması beklenen kadınların, ev içindeki cinsiyetçi işbölümünden kaynaklanan sınırlılıklarıdır. 2012 yılında işgücüne dâhil olmayan kadınların %61.3’ü, neden olarak ev işlerini göstermiştir. Cinsiyete göre, çalışanların zaman kullanımına bakıldığında ise, erkeklerin ev işine ayırdıkları zamanın günlük 0,72 saat, çalışan kadınların ise 4.32 saat olduğu görülmektedir. Çalışan ve çalışmayan kadınların toplamında ise bu zaman 5.28 saate çıkmaktadır (TÜİK Kadın Araştırması).

Aynı durum bakım emeği açısından da geçerlidir. Kentlerde çocuk bakımı ile ilgilenen babaların oranı sadece %1.4 iken, annelerde bu oran %88’dir. Diğer bir sorun ise kreşlerin yokluğu ve yetersizliğidir. Kentlerde çocuk bakımı için kreşlerin kullanılma oranı %2.8’dir. Bunların çoğu da ücretli özel kreşlerdir. Rakamların anlattığı bu verili durum, kadının ev içi eşitsiz işbölümü sorununu gündeme almadan kadın istihdamını artırma politikasının, kadının sömürüsünü daha da artıracağını açıkça ortaya koymaktadır. Nihayetinde kadınların istihdam oranı artsa bile ev içindeki işbölümü devam ettiği sürece kadının toplam iş yükü artacaktır.

Diğer yandan, kadın istihdamına yönelik vurgular Türkiye’deki esnek istihdam politikaları ile birlikte düşünülmelidir. 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı Yeni İş Kanunu ile, emek süreçlerinin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda güvencesiz bir biçimde esnekleştirilmesinin yasal zemini oluşturulmuştur. Bu yasalar, esnek emek arzının başlıca sağlayıcısı konumunda olan kadınlar açısından, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği daha da derinleştirerek, kadınları güvencesiz çalışma koşullarına itmektedir.

Neoliberal Politika Uygulamaları:

1) Aile ve İş Yaşamını Uyumlaştırma: Bu çerçevede AB ülkelerinde 1970’lerden beri gündemde olan Aile ve İş Yaşamını Uyumlaştırmayı amaçlayan politikaların, Türkiye’de esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılmasına hizmet ettiği söylenebilir. Ev ve çalışma yaşamını bağdaştırma, kadınların kısmi zamanlı, esnek çalışma biçimleri ile ev ve bakım işlerini aksatmadan sürdürmesi anlamına geliyor. Bu politikaların kadınların ev içi karşılıksız emeğini sabit olarak alması, yani bu işleri kadınlara zimmetlemesi ve esnek çalışma biçimlerinin kadınlar ve erkekler için farklılaşması gibi sınırlılıkları yüzünden, ev içindeki ve işgücü piyasasındaki cinsiyetçi işbölümünü yeniden ürettiği söylenebilir. Bununla birlikte 2011 yılında açıklanan Ulusal İstihdam Strateji Belgesi’nde, kadın işgücünün yoğun olarak ve daha çok kayıt dışı bir biçimde kullanıldığı, “kısmi süreli çalışma, geçici süreli çalışma, özel istihdam büroları aracılığıyla belirli süreli çalışma, uzaktan çalışma, çağrı üzerine çalışma, evden çalışma, iş paylaşımı” gibi yeni çalışma biçimlerinin tanımlandığı görülmektedir. Bu esnek çalışma biçimleri “kayıtlı” hale getirilerek “güvenceli esneklik” olarak adlandırılmaktadır. Ancak bu çalışma biçimleri üzerinden sosyal güvenlik sisteminin sunduğu gelir/ödenek/aylık gibi olanaklara erişimin son derece sınırlı hatta imkânsız olması dolayısıyla “esnek güvence” adlandırması daha uygun görünmektedir.

2)SSGSS: Türkiye’de neoliberal dönemin bir diğer politika uygulaması 2008 tarihli Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası’dır (SSGSS). SSGSS ile hayata geçirilen sosyal güvenlik sistemiyle sosyal haklar sadece formel çalışma üzerinden tanımlanarak, tam zamanlı ev kadınları, ev eksenli, ev ve bakım hizmetlerinde çalışanlar, gündelikçiler, tarım işçileri gibi pek çok kadın sosyal güvenlik sisteminin dışına itilmektedir. Bu yasayla kadınların ev içi emeği yok sayılarak kadınların ve erkeklerin emeklilik yaşı eşitlenmekte, ev kadınları ve sigortasız çalışan kadınlar, sosyal güvenlik açısından ücretli çalışan eşlerine ve babalarına bağımlı kılınmakta ve 18 yaşından büyük bekâr ve eğitime erişimi olmayan tüm kadınlar sağlık güvencesinden yoksun bırakılarak evliliğe yönlendirilmektedir.  Diğer taraftan devletin sosyal güvenlik ve sağlık alanlarından çekilmesiyle birlikte bu alanların piyasaya bırakılması, bu hizmetlerin metalaşmasına ve fiyatlarının yükselmesine yol açtığından, hasta ve yaşlı bakımı gibi yoğun emek gerektiren işler de kadınların sırtına yüklenmektedir.

3)Kadın Girişimciliği: Kadına yönelik geliştirilen bir diğer politika, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı’nda da ifade edilen “kadın girişimciliğinin” özendirilmesidir.  Aynı vurgu 2012 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının uygulamaya koyduğu Aile Eğitim Programları’nda da görülmektedir. Programda, kadının aile içerisindeki anne ve eş konumunu güçlendiren, kadının ev içi iş yükünü arttıran, bunlara ek olarak kadınların mikro krediler gibi finansal kanallar yoluyla piyasa ilişkileri içine çekilmesi yönünde öneriler yer almaktadır. Buna göre, birincil görevi ailenin bakımını sağlamak olan kadın, kocanın işten çıkarılması, iş kazası geçirmesi, borçluluk gibi hallerde, ev ekonomisine katkıda bulunmak için daha fazla tasarruf ve birikimden sorumlu  ve, “aile bütçesine katkıda bulunmak” için “gelir getirici faaliyetlerde” de bulunmak durumundadır. Bu bağlamda kadının, ev işlerinin birer uzantısı niteliğindeki mutfak, dikiş, örgü gibi işlerdeki becerilerinin piyasada değerlendirilmesi öngörüsü, kadının varolan toplumsal cinsiyet rollerinin güçlenerek devam etmesi anlamına gelmektedir. Kadınların yoksulluk koşullarında ailenin bütçesini denkleyebilmek için daha önce dışarıdan alınan bazı tüketim maddelerini daha ucuza evde üretmesi, daha ucuza alışveriş edebilmek için daha düşük kaliteli ürünlere yönelmesi ve bunları bulabilmek için de daha çok dolaşması, enerji tasarrufu için ev içinde temizlik ve çocuk bakımı gibi işlerde daha fazla emek ve zaman kullanması vs. kadının ev içi emeğinin artması ve yoğunlaşması anlamına gelmektedir. Böylelikle kadının hem ev ve bakım işlerini, hem de gelir getirme işlevini sağlaması beklenmekte, yoksulluğu sürdürülebilir bir düzeyde tutma görevi de yine kadınlara yüklenmektedir.

Bütün bu politikaların son halkası ise, son dönemde çok tartışılan ve Nüfus ve Aile Politikaları Mevzuat Çalışmaları” olarak adlandırılan doğum teşvik ve kadın istihdamını artırma yasa taslağıdır. Henüz bu yasa taslağının içeriği net olarak bilinmese de hükümetin kamuoyunda tartıştırmak üzere basına sızdırdığı konu başlıkları ve içerdikleri tehlikeler şu şekilde:

– Evden çalışma imkanı: Halihazırda evden yapılan işler, düşük ücretli, güvencesiz işler. Kadınların aileden, babadan, kocadan bağımsız bir yaşam sürdürmelerini sağlayacak koşullar bu tür bir çalışmayla sağlanamaz. Kadın evden çalıştığında bakım ve ev işleri onun sırtında kalacağı gibi, evden yaptığı işler de genellikle bu ev işlerinin uzantısı niteliğindeki işler oluyor, yani aile içinde ve işgücü piyasasındaki cinsiyetçi işbölümü derinleşerek devam ediyor. Ayrıca, evden çalışma kadınların örgütlenmeleri önünde de bir engel. Böylece denetimsiz, sürekliliği olmayan, iş tanımı belirsiz bir çalışma tipinde, tek kalıcı olan öğe kadınların çalışma yaşamındaki kırılgan konumu oluyor.

– Part-time işçilik: Pakette kamuda çalışan kadınlar için doğum sonrası 69 ay esnek çalışma, özel sektörde çalışan kadınlar içinse ilk çocuk sonrası 2 ay, ikinci çocuk için 4 ay ve üçüncü çocuk için 6 ay olmak üzere kademeli bir esneklik öngörüleceğinden bahsediliyor. Ayrıca kamuda uygulanacak olan 69 aylık esnek çalışma süresinin bir süre sonra özel sektöre de yansıtılacağı söylenenler arasında. Yarım gün için yarım ücret mi uygulanacak, yoksa tam ücret mi, tam ücret olacaksa bunun finansmanı nereden karşılanacak? Hükümet çeşitli vesilelerle işverenlere yük getirmeyeceğini, bunun devlet tarafından karşılanacağını ısrarla vurguluyor, yani bu düzenlemelerin getireceği yük işsizlik fonundan, bizden karşılanacak! Kadının kaç saat çalıştırılacağı, ücret kaybını denetleyen bir mekanizmadan da bahsedilmiyor, yani işverenin keyfi uygulamalarına bırakılıyor. Aile içindeki bakım yükünü kadının üzerinden alan hiçbir düzenleme yapılmadığı için de, kadına müjdeymiş gibi sunulan “part-time işçilik” aslında kadına (özel ya da kamu) çalışma hayatında şunu dayatıyor: Kadınların kısmi zamanlarla, düşük ücretli, kariyer, ilerleme olanaklarının kısıtlandığı bir çalışma yaşamı. En önemli sonuçlardan biri de, “part-time işçi” olarak çalışan bir kadın için artık emekliliğin de hayal olması. Kadının mezara kadar hem evde, hem de işte part time çalıştırılması, erkeklerin, sermayenin ve devletin kadın emeği üzerinden en yüksek kârı elde etmesini sağlayacak.

– Kreş düzenlemesi: Feministler, kadın örgütleri, sendikalar kreşi sosyal bir hak olarak görüyor, bunun gerekçesi de kadınların karşılıksız ev içi emeğinin önemli bir bölümünü oluşturan çocuk bakımının tüm toplum tarafından üstlenilmesi gerekliliği. Burada önemli olan kadının bu yüklerden kurtularak çalışma yaşamına, ya da daha genel olarak kamusal yaşama katılarak kendini özgürleştirmesi. Hükümet ve işverenlerin derdi ise kadının ev içi yüklerinden kurtulmadan istihdama katılması, bu çok temel bir ayrım. Dolayısıyla, hükümet kreşi bir sosyal hak olarak değil, bir süre uygulandıktan sonra hemen geri alınabilecek bir “yardım” olarak görüyor. Hükümet kamuda kreşlerin teşvik edileceğinden bahsediyor, ama bütçe kanunlarına baktığımızda ya da daha Ocak ayında Maliye Bakanlığı’nın yayınladığı “Kamu Sosyal Tesislerine İlişkin Tebliğ”de kreşlere kamu bütçesinden harcama yapılmayacağı net bir şekilde belirtiliyor. Dolayısıyla kamuda kreşlerin teşvik edileceğine dair hükümet vaadi sadece bir söylemden ibaret. Özel sektördeki uygulamalara baktığımızda ise, yasada 150’den fazla kadın işçi çalıştıran işyerleri için kreş zorunluluğu mevcut, ancak herhangi bir denetim ya da yaptırım söz konusu olmadığı için böyle bir uygulama yok. Ayrıca, özel sektörde “kreş hizmeti satın alma” uygulamasının kağıt üzerinde kaldığını da biliyoruz. Hükümet OSB kreşlerinden de bahsediyor, ancak aylık 1250 TL ücretli bir kreşten oradaki işçilerin yararlanamayacağı aşikar. Bizim talebimiz, kadın/erkek olmasına  bakılmaksızın en az 50 işçi çalıştıran kamu/özel tüm işyerlerinde ücretsiz, gerektiğinde 24 saat açık bakım evleri ve kreşlerin zorunlu olması. Ayrıca 50’den az işçinin çalıştığı işyeri sahiplerinin katkıda bulunduğu ve yerel yönetimlerin inisiyatifleriyle kurulacak mahalle kreşleri açılmalı, böylece kreş sadece çalışmaya bağlı bir hak olmaktan çıkarılmalı.

– Doğum izninin iki hafta artırılması: Paketin genelinden soyutlayarak tek başına aldığınızda, doğum izinlerinin artırılması elbette kadınların yaşamını kolaylaştırır, ancak çalışma yaşamının uzunluğunu, çocuk bakımının zorluğunu ve bir de paketin genel olarak kadının çalışma yaşamına ve ailedeki konumu üzerindeki uzun vadeli olumsuz etkilerini birlikte düşündüğümüzde 2 haftalık artışın kadınların yaşamında kolaylaştırıcı bir etkisi olacağını söylemek mümkün değil. Ancak hükümet yandaşı medya, paketin sadece bu kısmını öne çıkararak bu “acı çikolatayı” yedirmeye çalışıyor. Bu konuda uyanık olmalıyız. Zaten halihazırda özel sektörde mevcut doğum izinlerinin kullanılması bile sıkıntı yaratıyor, hatta hamile işçiler hamile oldukları için ama başka gerekçeler gösterilerek işten çıkartılıyor, tabii ki bu konuda da bir denetim yok. Ayrıca doğum izinlerinin uzatılmasıyla emzirme izinlerinin kaldırılması da gündeme geldi, yani bir yerden verdiklerini başka bir yerden geri almayı biliyorlar. Bunun yanı sıra, çocuk bakımı neden sadece kadının sorumluluğunda olsun ki? Erkekler için devredilemez babalık izinleri düzenlenmeli.

– Özel İsithdam Bürolarının yaygınlaştırılması: Esnek çalışma biçimleri genel olarak emeğin; özel olarak da kadın emeğinin sömürü alanının genişletilmesine yol açacak olan “özel istihdam büroları” üzerinden uygulamaya sokulacak. Bu bürolar aracılığıyla kadın emeği, (en fazla 6 ay süreyle) istenen iş yerlerine kiralanacak. Doğum iznine giden kadının yerine geçici işçi bulabilecek. Bu “geçici işçilerin” büyük çoğunluğunun yine kadınlardan oluşacağını tahmin etmek zor değil. İşsizliğin tavana vurduğu Türkiye koşullarında, kadınların ne tür iş yerlerinde, hangi koşullarda çalıştırılacağını tahmin etmek de zor olmasa gerek.

Sonuç olarak, bu paket kadın emeğinin yaygın bir şekilde kullanıldığı esnek, güvencesiz atipik çalışma biçimlerini (kısmi zamanlı çalışma, ev eksenli/evden çalışma, uzaktan çalışma, çağrıya bağlı çalışma vs..) norm haline getirmeyi amaçlıyor. Tam zamanlı/tam güvenceli çalışma tipi artık istisna olacak. Kadının aile içindeki görevlerini aksatmadan piyasaya entegre olması amaçlanıyor.
AKP’nin Aile Politikalarının ve Yeni Muhafazakarlığın özeti: Kadının asli görevi ev işleri yapmak ve evdeki çocuk, yaşlı, hasta bakımını sağlamak, ancak bunları aksatmamak kaydıyla, güvencesiz ve esnek çalışma koşullarında aile bütçesine katkı sağlamak için çalışabilir.

Bizim Taleplerimiz Neler?

Çalışma saatlerinin kısaltılması: Çalışma saatlerinin ücretler değişmeden hem kadınlar hem de erkekler için kısaltılmasını istiyoruz.
Çalışmak istiyoruz ama esnek değil: Bu yasayla esnekliğin kural haline getirilmesine ve var olan cinsiyetçi istihdam politikalarının derinleştirilmesine itiraz ediyoruz. Esnek değil, yarı zamanlı değil; güvenceli, eşdeğer işe eşit ücret ödenen işlerde çalışmak istiyoruz.
Annelik izni değil ebeveyn izni: Doğum izni dışında tüm düzenlemelerin erkeklerin bakım sorumluluğu üzerinden yapılması gerekiyor. Devredilemez babalık izni istiyoruz. İzinlerin tamamının ücretli olmasını istiyoruz.
Kadın çalışan değil kadın-erkek çalışan: Kreş ve emzirme odaları açılmasına ilişkin yasaların kadın erkek çalışan üzerinden düzenlenmesini istiyoruz.
Ulaşılabilir, ücretsiz, anadilde 24 saat açık kreşler: Mahalle kreşleri, işyeri kreşleri, Organize Sanayi Bölgesi (OSB) kreşleri gibi birçok kreş modeli var olmalı, çocuklarını nasıl bir kreşe göndereceklerinin tercihi ebeveyne bırakılmalıdır diyoruz.”

Yorumlara kapalıdır.