“Yeter artık! Söz bizim! Aday bizim!” diyen Seçim İçin Feminist Kolektif’in ne menem bir kampanya yürüttüğünü merak ediyorsanız, açılsın Pandora’nın Kutusu dökülsün “kampanya incileri”…
Feminizm bu topraklara uğrayalı çok olmuştu olmasına, ama bu ilk feminist seçim çalışması deneyimlemeye değerdi doğrusu! Olumlu/olumsuz bir sürü şey yaşadık; öğrendik, gerildik, zaman zaman öldük bittik ! Ama bir o kadar da keyif aldık, güldük eğlendik…
Gücümüzün sınırlarını/sınırsızlığını gördük!
Bütçemiz yok diye dur durak bilmedik! Dört koldan bağış bulduk bulmasına da, bu sefer de onca afiş ve bildiriyi asıp dağıtmaya yetişemez olduk! Bir afiş bu kadar mı kaliteli, bu kadar mı ağır olur !!! Bir dahakine helikopter bağışı bulsak da, tek seferde tüm şehri bildiri yağmuruna tutsak diye iç geçirdik.
Sabahın körüyle gecenin körü arasında mor önlüklü karıncalara rahat yüzü yoktu:
“Sevgili arkadaşlar,
5000 dış mekân afişimiz var. Her gece çıksak ancak biter. Sabah 7’de afişe çıkmayı planlayan küçük bir grup var. Hadi gelin de çoğalalım, büyüyelim! Afişlerimiz duvarları süslesin! EĞER MAİLİME CEVAP VERMEZSENİZ TEK TEK ARARIM. GERÇEKTEN YAPARIM! YAPICAM!”.
Anlayacağınız, teşviğin ötesinde ciddi tehdit altındaydık.
Bizi “kollayan” yağmura, doluya inat sokaklar afişsiz, sarkıtılan sepetler bildirisiz, semt pazarları gürültülü propagandamızdan mahrum bırakılmadı!
Seçim cıngılımız var… Ses aracımız var… Düştük yollara…
Dayanışma ve emek şahanesi cıngılımız, ondan aşağı kalmayan Keçe Kurdan ve Burçak Tarlası, özene bezene süslenmiş ses aracının teybinde yerini almış, sahne sıralarını bekliyorlar… Sürekli iş bölümü yapan kadınlardan ses aracı ekibi yeter sayısı oluşmuş, araca doluşulmuş. Eee.. malzemeler desen zaten araca yüklenmiş. Tek bir eksik var; o günkü programı, güzergâhı bilen yok!
Ses aracımızın yakın takipçisi ve destekçisi otomobilimiz var. Bir de iki araçta dönüp duran şarkılarda senkronu tuttursaydık daha ne isterdik! Ama olsun! Öyle ses getiren bir kampanya yürüttük ki camı çerçeveyi bile indirdik! Mühim bir şey değil canım! Kaptanpaşa mahallesindeyiz, küçük bir gümbürtü! Bir gün önce arkadaşlarımızdan birinin kafasını kıran minibüsün arka kapısı, bu kez başka bir minibüsün arka camını kırmaz mı? Doğaçlamaya ara verip megafonla sesleniyoruz: “34…. plakalı aracın sahibi, nerdesiniz?” Gelin, camınızı kırdık!
Küçük kazalara bakmayın, ses aracımızın usta bir kadın sürücüsü var, nam-ı diğer Şoför Nebahat! Hem aracı sürüp hem gelene geçene sol eliyle bildiri dağıtıyor. Yolda yürüyenler şaşkın! Kasımpaşa’dan geçiyoruz, halkımız müdahalede: “Yürü be kim tutar seni!”. “Allah…Allah…!” Okmeydanı’na varıyoruz, seçim cıngılımızda bir tuhaflık var: Hızlı dönen eski 45lik plak kıvamını almış. İşin tuhafı uzunca süre kimse farkına varmamış. Gün 24 saat kulağımızda çınlayan cıngılı duymaz olmuşuz. Hoş, bazılarımız her öğün en az 25 kere topluca söylediğimiz cıngılın makamını, seçim geldi geçti hâlâ tutturamıyor, o da ayrı.J
En doğal doğaçlamalar bizdeydi!
Seçim stantları da diğer feminist eylemlerden daha az çalgılı çengili değildi tabii ki J Şarkılar, türküler, tefler, ziller derken doğaçlamanın sınırlarını zorladık. Bildiriden basmakalıp cümleler okumayalım, doğal konuşarak meramımızı anlatalım derken bu kadar yaratıcı ve “katılımcı” olacağımızı biz bile tahmin etmemiştik.
Stantta üşüyen ve yorulan arkadaşımız “yoruldum, bağıramayacağım artık!” deyince, doğaçlama ustası hemen megafondan aktarıyor durumu: “Bakın bıktı, hal mi bıraktılar bizde? Sabahtan akşama kadar çalışıyoruz, çamaşır, bulaşık, çocuklar…”.
Okmeydanı’nını dolanan seçim arabamızdan kadınlara sesleniyoruz: “Kadınlar! Pandiklenmek istemiyor musunuz, orada burada ellenmekten sıkıldınız mı…?”
Tarlabaşı’nın ara sokaklarında ilerlemekteyken, doğaçlama ustamız “hani kadınlar nerede, hiç kadın yok” diye içinden geçtiğimiz ıssız sokaklara megafonuyla dert yanarken, olayın politik bağını kurup “zaten siyasette de yok kadınlar, her yerde erkekler! Mesela şu anda biri karşımda duruyor. Kendisini de hiç sevmem !” diyerek doğaçlamada zirve yapıyor!
Karşısında duran adam da, dalgalanan MHP bayrakları üzerindeki Devlet Bahçeli! O esnada önümüzde yürüyen adam üzerine alınmış olacak ki, bir hışımla dönüp bakıyor.
Mis sokaktayız: Bizi “fazla” neşeli gören bir adam, “siz zaten kendi kendinizle dalga geçiyorsunuz” demez mi! Megafondan cevap gecikmiyor: “Politika illa asık suratla, bıyıkla, kravatla, ciddiyet içinde mi yapılır!
Bir kolektifte herkes mi nev-i şahsına münhasır olur?!
Olursa herkes ayrı şeye takar:
Kostik takıntılı, kimyager edasıyla su oranını hesap edip şefkatle karıştırmakla meşgulken, afiş takıntılı bıkmadan usanmadan kaç afiş
kaldığını, kaçarlı gruplar halinde, günde kaç kere afişe çıksak, bitmez tükenmez afişleri bitirebileceğimizi azimle ve şevkle hesap eder.
Anahtar takıntılı, işten koşarak çıkıp geldiğinde olur da kapıda kalırsa, yandığımızın resmidir! Bu esnada yemek takıntılı boş durmaz, bizi günlerce simit ve peynire talim ettirmek isteyen güçlere karşı yılmadan, yorulmadan görünmeyen emek harcar. Arada cacık kıvamında sütlaçlar da çıkar ama olsun afiyetle yeriz yine de!
Merdiven takıntılı, nerede merdiven duvar görse anında orada biter. “Ben tırmanırım” der. Gürültü takıntılı, “cıngılın sesini kısın, biraz daha kısın…” diye diye günlerce ses aracını sürdü inanmazsınız!
Ama motivasyon takıntılımız olmasa bitmiştik biz! Azıcık yüzümüz sarksın, hemen olaya el koyar! Suçluluk takıntılı da boş durmaz, ki bunların sayısı birden fazladır: “Kızlar, gelemiyorum, belim tuttu, başım tuttu” dan başlar, uzar gider liste.
Bir de inci takıntılı var ki, başımızdan geçenleri antropolog titizliğiyle biriktirir. Hatta şahit olmadığı anıları bile orada olanlardan daha ustaca anlatıp, kampanyaya katılamayanları bilgilendirip, eğlendirmeyi kendine vazife bilir.
Peki, nasıl tepkiler mi aldık?
Tabii ki bir feminist taraftarları bir de karşıtları vardı. Gerçi kararsızlar da vardı. Bildiri uzattığımız yaşlı bir çift, “bize vermeyin gerek yok, oyumuz zaten size” diyor. Biz şaşırıyoruz: “gerçekten mi, ne güzel”. Yaşlı adam, “evet tabii oyum size, adayınız şu uzun isimli hanım değil mi?” “Evet ta kendisi!” Hatta ismi üzerine ne doğaçlama güzellemeler yapıldı. Arasak bu kadar bereketli isme sahip aday bulamazdık!
“Ben kadın haklarını çok seviyorum, oyumu size vereceğim” diyen olur da, “Adam gibi aday çıkarmadınız ki size oy vereyim!” diyen olmaz mı! Standa yaklaşan bir adam, neden “bölücülük” yaptığımızı sorgulamaya koyuluyor. Standın yanından geçen genç kız hayret ediyor: “İnsan kendine faydalı olan bir cinsten neden nefret eder? Anlamıyorum!”.
Merak duyanlar; “verin bakıyım bildirinizi, beğenirsem oyumu size atarım!”, inandırıcı bulmayanlar da, “Gerçekten böyle bir aday var mı?” deyiveriyor.
“Sizi Mor İğne’den tanıyorum, destekliyorum!” diyen genç kız bizi sevindirirken, elimizde kalan mor iğnelerden birini verme gafletine düştüğümüz adam “Ne tacizi? Kim taciz ediyor? Taciz ediyorsa kadınlar hak etmiştir” diyerek bizim kontağımızı attırıyor ve kovulmaktan kurtulamıyor.
Bildiriye bakıp “Ben anlamam bunlardan! Ben de rahim mahim yok diyen kadın içimizi burkarken, “Aaa… siz erkeklerle de konuşuyorsunuz!” ve benzeri tepkiler bizi güldürdü.
Okmeydanı’nda, bir kahvenin önünde bildirimizden eşcinsellerle ilgili bölümü seslendiriyoruz. Bir erkek yaklaşıyor, kıvırta kıvırta… “Ne yani, biz de mi böyle yapalım?” diyor. “Sen hemen buradan uzaklaş!” diyoruz.
Kumbaracı yokuşunda, yağmur altında afişlemedeyiz. Sokağın başında iki erkek bize doğru sesleniyor: “Aa polis geliyor!”. Bizden cevap gecikmiyor: “Afişleme yapan kadınları ilk görenleri, çok görüyoruz”; böylece “polis geliyor” dalgasını püskürtüyoruz.
Yukarda anlatılan tamamen gerçek hikâyelere can vermiş herkesin gönlüne, emeğine, enerjisine sağlık! Bunca çabaya kaç oy mu aldık? Biz seçimi kazandığımızı seçim gününden bir gün önce ilan etmiştik ya zaten! Daha sorulur mu!
Banu Paker, Hasbiye Günaçtı, Selin Dağıstanlı
Feminist Politika S. 2 / 2009 Bahar / Kampanya incileri