28 Temmuz 2009’da Ayşe’nin katili Hüseyin Özmen iki kez ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmış, cezasında hiçbir indirime gidilmemişti. Şubat 2012’de Yargıtay’ın kararın ağırlaştırma sebeplerinden birini bozmasıyla dava yeniden başladı. Bozma gerekçesinde katilin tasarlayarak öldürdüğünün ispatlanamamış olması yazıyordu.
23 Mayıs’taki duruşmada son sözler söylendi. Ayşe’nin onlarca avukatı önceki süreçte defalarca söylediklerini yine tekrarladılar: Hüseyin Özmen Ayşe’yi tehdit ediyordu, bunun tanıkları vardı ve ilan ettiği gün ve saatte Ayşe’yi öldürmüştü.
Savunma avukatı ise hem haksız tahrik indirimine başvurmak için hem de ani öfkeyle öldürdüğünü ispatlamak için yine Ayşe’yi ve davayı yıllardır takip eden kadınları öne sürerek cinsiyetçi iddialarda bulundu. “Hem heyete hem burada bayanlar var onlara, özür dileyerek soruyorum, “’hayatında biri var mı?’ sorusuna ‘benim hayatım seni ilgilendirmez’ cevabını alan hangi Türk erkeği tepki vermez?” dediğinde salonda uğultular yükseldi. Tepkiden kasıt öldürmekti. Devamında iyi hal indirimine başvurmayı da ihmal etmedi: “Sanık üzerinde baskı kurulmuştur, müvekkilimin fevri davranışları çok normaldir, ben avukatım ve tablo bu (eliyle salondaki kadınları gösterdi), ve bu nedenle iyi hal indirimi uygulanmalıdır.” Kadınların davayı takip etmesi ile iyi hal indirimi arasında bağ kuran belki ilk avukattı. Hüseyin Özmen ise hukuki ifadelerin kendi durumuna tercüme olacağını düşünerek “öfke ve şiddetli elem” içinde cinayeti işlediğini söyledi. Son sözü sorulduğunda beklenen üzere “beraatimi talep ediyorum” demedi, davanın takipçisi kadınlara “Allah’ın laneti”ni armağan etti.
Açıklanan kararda Yargıtay’ın tasarlama fıkrasından bozulması talebine uyuldu. Fakat mahkeme iyi hal indirimi ve haksız tahrik indirimi uygulamadı. Özmen daha önceki yerel mahkeme kararında hem tasarlama hem de eşe karşı cinayetten iki kez ağırlaştırılmış müebbet aldığından, cezasında bir değişiklik olmadı.
Biz feministler, Ayşe Yılbaş davasını 2008’den bu yana takip ettik. Bu süreç kadın cinayetlerini ve erkek egemen hukukla ilişkisini görünür kıldı. Kadınları öldüren erkeklere haksız tahrik indirimini kolayca uygulayan bu adalet sisteminde, katilin ve tüm süreçteki avukatlarının ısrarlı cinsiyetçi savunmalarına rağmen hiçbir indirim uygulanmaması, erkek egemen hukuk karşısında biz kadınlar için tarihsel olarak önem taşıyordu. Bu son kararda da, cezanın ağırlığında bir değişiklik olmasa da cinayetin tasarlanarak işlenmediği yönündeki karar, kadınlar ve erkekler için adaletin farklı işlediğini gösterdi. Fakat cezada hiçbir erkeklik indiriminin uygulanmaması ısrarlı mücadelemizin sonucuydu. Bu dava sürecinde kadın cinayetlerinin politik olduğu tekrar belirginleşti. Kadın cinayeti davalarına kadınların müdahaleleri arttı. Bu dava sürecinde; hukukun erkek egemen yapısının aşınması ile kadın cinayetlerinin ortadan kalkması arasındaki bağın, dolayısıyla feminist mücadelenin hukuk gibi erkek egemen bir alanda ne kadar gerekli olduğunun farkını bir kez daha vurguladık.