Ece Kocabıçak
‘Bahar’ direnişi ile ‘işgâl’ hareketi arasında gidip gelen bir isyan ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. İstanbul ve Ankara’nın görece daha varlıklı semtlerinde başlayan isyan, dün gece itibariyle daha yoksul semtlere yayılmıştı: İstanbul’da Esenyurt, Kartal, Pendik, Tuzla, Kurtköy, Alibeyköy. Ankara’da İncirli, Ovacık, Mamak, Yüzüncü Yıl. Sokaklar “Tayyip istifa! Hükümet istifa!” diye inlerken, Taksim Dayanışma taleplerini açıkladı. İlk maddeyi bir talep değil de deklerasyon olarak kabul edersek, MHP’nin kuyruğunu sıkıştırıp kaçtığı, CHP’nin kekeleyerek konuşmaya başladığı şu günlerde Taksim Dayanışma’nın Başbakanın istifasını istememesi artık farklı bir anlam taşıyor.
Arap baharı denilen direnişlerin ortak özelliği iktidarı hedef almasıydı. İktidardaki kişiyi ve etrafında beslediği alkışçıları ‘tahtlarından’ etmeyi hedefleyen farklı bir direniş biçimiydi. Buna karşılık, işgâl hareketleri ise iktidarı hedefleyecek bir kararlılıkta olmadı hiçbir zaman. Kapitalizme yönelik eleştiri anlamında içlerinde en radikâli olan Wall street hariç, hemen hepsi sürâtle bir tür yaşam biçimi, yaşam alanı savunusuna dönüştü. Ortak mutfaklar, ortak bulaşık, çamaşır alanları, eğlenceler, politik sohbetler, birlikte yoga vs. Önce İspanya’da bu insanlara vahşice saldıran polis, sonradan akıllandı ve İngiltere’de işgâlcilere farklı bir yer gösterdi. Onları Maslak gibi bir finans semtinin içine yerleştirdikten bir süre sonra da dağıttı.
Şimdi biz de bahar ile işgâl arasında bir ikilemin ortasındayız. Gelişkin burjuva demokrasisi ile yarı-feodal zorbalık arasında kalan Türkiye egemenlerinin gerçekliğine de uygun düşüyor aslında. Şimdilerde büyük burjuvazi de bu feodal zorbalığa ‘katlanıyor’ belli ki. Düne kadar seve seve telefon konuşmalarını dinleten, Turkcell’in “devletten baskı gördük” açıklaması, TÜSİAD ile yaşanan gerginlik; AB’nin günümüzdeki en etkin ismi olan Merkel’in, “Türkiye’deki otokratik hükümet ile AB müzakereleri kesmelidir” demesi bana bunu söylüyor. Daha ortada kriz filan yokken insanları ayaklandırmayı başaran bir başbakan, olur da kriz ülkeyi vurursa durumu nasıl idare edecek? Elbette ki onlar da tedirgin.
Tüm ezilenler sokaklarda. Diyarbakır’dan Edirne’ye, Samsun’dan Hatay’a. Feministler de kolları sıvadı ve Taksim Gezi parkında olup biten herşeye bundan sonra feminizmin de tuzunu katacak. Bu sayede tacizler azalacak, güvenli alanlar kurulacak, cinsiyetçi sloganlar kolay kolay atılmayacak. Dünyadaki en kadın dostu işgâl eylemi olacağından eminim, keza Türkiye’deki feministlerin eşi benzeri yok. Tüm bunlara rağmen işgâl eyleminin kendisi kadınlar için yeterli mi? Bana göre, biz kadınlar için bu isyanın yönlenmesi gereken nokta işgâl eylemi değil.
Başbakanın zorbalığa dayalı yönetim biçiminden en çok zarar görenler içerisinde biz kadınlar da varız. Daha önce burada yayınladığımız yazılarda neden öfkeli olduğumuzu yazdık: “… bugüne dek AKP iktidarı, kadınların erkekler tarafından linç edilmesini seyretti: Haksız tahrik yasası ile kadına yönelik erkek şiddetini hoş gördü; Sığınak talebimizi yok saydı; Sokakta tacize uğrayan kadınları ‘ahlaksız’ olarak damgaladı; Tecavüze uğrayan kadına “doğur” dedi! Kürtaj hakkımızı “cinayet” olarak niteledi; Tek bir ücretsiz kreş açmadı; Kaç çocuk doğuracağımıza karar vermeye kalktı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi anneliği, eş olmayı, ücretsiz ev işlerini kadınların en temel görevi saydı. Hem evde hem işte çalıştığımız gerçeğini tamamen göz ardı ederek sosyal güvenlik yasası ile bizi yoksulluğa, güvencesiz çalışmaya, kölelik koşullarında yaşamaya mahkûm etti. Kadınlara bir erkekle evlilik ve aile dışında başka bir yaşam hakkı tanımadı. Baba ya da koca, bir erkekle yaşamak istemeyen, yalnız kadınların hayatını cehenneme çevirdi”.
Şu koşullar altında Başbakanı ve etrafında beslediği alkışçılarını tahtından indirmek büyük bir önem taşıyor. “Peki yerine kim gelecek?” Sokaklara dökülen işçilerin, Kürtlerin, kadınların, alevilerin ve daha pek çok ezilen/ sömürülen kesimin direnişi sonucu koltuğundan edilmiş bir Başbakan’ın yerine, Hitler bile mezarından kalkıp gelse, çok daha demokratik olacaktır.
Taksim Dayanışma süratle direnişi işgâle çevirirken, henüz becerikli bir burjuva demokrasisine sahip olmayan devlet ve hükümetin zorbalığı insanları öfkelendirerek sokaklara dökmeye devam ediyor. Hal böyleyken direnişi işgâl formuna sürükleyen irade arasında biz feministler yokuz. Alınan kararları yönlendirme hakkı bize tanınmadı, söz konusu üç talep içerisinde de kadınlara yönelik hiçbirşey yok. Patriyarkanın tamemen ortadan kalkacağı günlerden uzak olduğumuzun bilincindeyim. Ama şu koşullar altında, Başbakan’ın istifasında ısrarcı olmak bizim için önemli.
4 Haziran 2013