Bir kere, eğer sosyalist/sol/muhalif bir örgütte faaliyet yürütüyorsanız, az çok okumuş yazmışlığınız varsa, bir mesleğiniz varsa, yani “kurtulmuş” kadınlardansanız, cinsel tacize uğradığınızı kabullenmeniz pek o kadar kolay değildir
“Bir kadının tacize uğradığını söylemesi zordur”. Hepimizin diline pelesenk olan bu cümlenin nedense hayatta bir karşılığı yoktur ama. İçinde yaşadığımız toplumda kadınların her düzeyde şiddete, cinsel tacize, tecavüze uğraması “vaka-i adiyedendir” ama bunu ifade etmesi o kadar sıradan değildir. Bu sıradan olmayan beyanlar da, zaten sıra dışı tepkilerle karşılanır.
Bir kere, eğer sosyalist/sol/muhalif bir örgütte faaliyet yürütüyorsanız, az çok okumuş yazmışlığınız varsa, bir mesleğiniz varsa, yani “kurtulmuş” kadınlardansanız, cinsel tacize uğradığınızı kabullenmeniz pek o kadar kolay değildir. Her şeyden önce bunu kendinize yediremezsiniz, “nasıl oldu da böyle bir şeye izin verdim, ağzının payını veremedim” diye düşünürsünüz. İşte tam da burada, kadınlık durumu devreye girer, “kurtulmuşluğunuz” hiçbir işe yaramaz. Düşündüğünüz şey bedeninize ve kimliğinize yönelik saldırı olmaktan çıkar, birdenbire, bunu nasıl anlatacağınız, kime söyleyeceğiniz, insanların size inanıp inanmayacağı, hakkınızda ne düşünecekleri oluverir. Hele bir de karşınızdaki erkek “şef”inizse bu kaygılar ikiye katlanır. Ama içinizdeki ağırlık bütün bunlardan daha ağır basar. Çünkü rızanız dışında bir şeye zorlanmışsınızdır, karşınızdaki erkeğin sizi algılayışının sadece cinsellik olduğunu biliyorsunuzdur artık. Varoluşunuza yönelik bir saldırı ve baskı durumu vardır. Bir de savunduğunuz değerler, ilkeler, şimdiye kadar sarf ettiğiniz sözler ve orada bulunma sebebiniz vardır. Bunlar arasında bir seçim yapmak durumunda kalırsınız.
Tüm gelgitlere rağmen “kadının beyanı esastır” ilkesine güvenirsiniz. Erkeğin “iz bırakmadan” taciz ettiği, tacizin doğal olarak kanıtı, tanığı olmayacağı bilindiğinden sizden ispatlamanız beklenmeyecektir. Öte yandan bu cümle, hayatı kadınlar üzerinden tanımlama niyetinin ifadesidir; kadını, taciz “edilen” nesneden çıkarıp tacizi “tanımlayan” özne kılma iradesidir. Hayatta bir kez olsun kadının duygusunu, algısını, tanımlamasını, sözünü esas kılma çabasıdır.
Bedeninize, ilkelerinize, değerlerinize sahip çıkmayı tercih ettiğiniz anda bir süreç işlemeye başlar.
Son dönemde, sol yapılar içindeki altı ayrı taciz vakasında benzer bir süreç işledi. Hepsinde göze çarpan bazı ortaklıklar var. Tacize uğrayan kadınların bir komplonun gereği olarak böyle bir beyanda bulundukları iddiaları, tacize uğrayan kadınların aslında rızalarının olduğu savları, tacizci adamların kadın arkadaşlarının tacizciyi korumak adına cansiperane savaşları vb…
Hakkında taciz iddiasında bulunulan adamların hepsi, istisnasız, kendilerinin asla böyle bir fiili gerçekleştirmediklerini, bu iddianın bir komplo olduğunu ve kadınların da bu komploda kullanıldıklarını söyleyerek kendilerini savunma yolunu seçtiler. Örgütlü bulundukları yapılardaki konum ya da bizzat kendileri o kadar önemli ki, bir komplo örgütlemeden onları yerlerinden indirmek mümkün değil! Bu tavır bir yanıyla tacizin ikrarı aslında. Kendini, ancak bir kadının bütün hayatını tartışmaya açacak bir iddiayla “devrilebilecek” kadar önemli gören, demokratik muhalefet yöntemiyle iktidardan uzaklaştırılması mümkün olamayacak kadar iktidarlı olan, kendine böyle bir güç vehmeden bir zihin kendine her şeyi hak görür, doğal olarak.
Bu iktidar, bir erkeğin bir kadın üzerindeki çıplak iktidarının yanında, yaşanan örneklerde olduğu gibi, kadının şefi, işvereni, çalıştığı sendikanın yöneticisi, eğitmeni olmak gibi ilave bir politik ve sosyal iktidarı da içeriyor. Tacizci, kadının kendisine karşı koyamayacağını, “hayır” diyemeyeceğini düşünüyor; “hayır” diyorsa ya çekingenliğinden, ya naz yaptığından, ya da henüz cinsel devrimini yaşayamamış olmasındandır. Kadının evli olması bile, yani hayatını başka bir adamla paylaşmayı seçmiş, aşk, sevgi, cinsellik vb. duygularını başka bir adama yöneltmiş olması bile adamı yıldırmaz. Ama iktidarlı erkek kendinden emindir, ne de olsa sistemi devirmeye talip yılmaz bir devrimci/solcu/muhalif olarak bu engelleri de aşar, aşamazsa görmezden gelir. Ne de olsa sorgulanmayacağını, yargılanmayacağını bilir.
Komplo savunmasında üstünden atlanamayacak bir yan daha var. Taciz beyanının bir komplonun parçası olduğunu söylemekle yetinmiyor tacizci ve tayfası. Buna bir de örgütü yıpratma kastı ekleniyor. Örgütün tam da büyük bir çıkış yaptığı/yapacağı anda böyle bir iddianın ortaya atılmasını çok manidar buluyorlar, örgütü işlemez hale getirmenin arkasındaki niyeti sorguluyorlar. Bu söylemin alt metnini irdelemeye pek gerek yok; biraz kazıyınca altından devlet güçleriyle işbirliğinin ima edildiğini anlamak için çok zeki olmak gerekmiyor.
Tacizcinin kendini örgütle eşdeğer tutmasını, kendisine yönelik bir suçlamanın bütün örgütü yıpratacağı propagandasını yapmasını, kişilik arızası olarak mı anlamak gerekir yoksa bu iktidarlı olma halinin doğal bir sonucu mudur, bunu tartışmak anlamlı mıdır, bilemedim.
Bir de komplosuz devrilemeyecek olan iktidarlı adamın militan kadın arkadaşları vardır. Bu kadınlar tacizcinin kendisinden daha çok uğraşırlar tacizciyi aklamaya; ya da tacizci, bu kadınlar aracılığıyla eylemlerine devam etmektedir.
Bu kadınlar da başlangıçta elbette ki kadının yanındadırlar, gerçeğin ortaya çıkmasını elbette ki isterler ama önce ortada böyle bir gerçek olduğuna inandırılmaları gerekir. Tacize uğrayan kadın, yaşadıklarını bütün ayrıntılarıyla, hem de defalarca anlatmak zorundadır artık. Ama bunlar ikna olmazlar, önce kadının anlattıklarındaki çelişkileri yakalamaya çalışırlar, sonra kanıt isterler, vazgeçirmeye çalışırlar; yetmezse tehdit ederler, o da sökmezse en bayağısından dedikoduları yaymaya başlarlar. Kadının aslında tacizciyle bir ilişkisi olduğu, aslında rızasının olduğu, aslında yanlış anladığı, aslında intikam almaya çalışıyor olduğu ve saire, ve saire…
Sonra iş pazarlıklara dökülür. Özür dilesin, konu kapansın; ceza verelim ama derginin sorumlu müdürü olarak kalmaya devam etsin; görevinden çekilsin ama kadın da dilekçesini geri çeksin; disipline gönderelim ama disiplin kurulu “taciz değil teklif” diye karar versin; bu işi çözmeye çalışalım ama feministleri bulaştırmayın vb.
Bu mekanizmanın her seferinde işletiliyor/işliyor olması tacizci ve tayfasının aptallığından mı (zira son cinsel taciz vakası, bundan yaklaşık dört yıl önce yaşananlarla neredeyse birebir aynı) yoksa içinde bulunduğumuz yapılardaki anlayışın doğal sonucu mu? İnsanın isyan edesi geliyor, biraz olsun ders alınmaz mı, diye. Çünkü tacizci ve tayfasının cinsel taciz iddiasını görünmez kılmaya, üstünü örtmeye, “halletmeye” yönelik her girişimi olayı daha çok büyütüyor, yapılan hataların sayısını ve ağırlığını artıyor. Oldukça basit çözümleri olan bir sorun ulusal medyada bile bir skandal haber haline geliyor. Elbette bu arada olan kadına oluyor.
Bu süreç aylarca hatta yıllarca sürer. Kadın ne yapar, ne yaşar bu arada?
Çoğu zaman yerin dibine geçmek ister. Duyduğu her konuşmayla, okuduğu yazıyla, haberdar olduğu her yeni bilgiyle yerin dibine geçmek ister.
Sürekli kendini sorgular; geçmişe doğru bütün davranışların, konuşmaların muhasebesini yapar; herkese anlatmak, herkesi inandırmak zorunda hisseder kendini; her gün ve her gün yeniden ve yeniden tacize uğramayı göze alır.
Komplo kurmadığını, hiçbir kadının hiçbir sebeple kendisini ve hayatını böyle ortaya sermeyeceğini anlatmaya, insanları bunun taciz olduğuna, öyle hissediyor olduğuna ikna etmeye çalışır.
Gözaltında tacize, tecavüze uğrayan kadınlarla dayanışmak adına on dakikalık basın açıklaması için karda yağmurda onca yolu kat edenlere, kendi yaşadığının da taciz olduğunu ve dayanışma istediğini anlatmak zül gelir.
Sorgulayan, yargılayan, meraklı bakışlara “hiçbir şey olmamış” gibi davranmak için sarf ettiği çabadan yorgun düşer.
“Bunun utancı bana ait değil” diyerek ve buna kendini de ikna etmeye çalışarak yukarıda anlatılanları yapanlarla aynı ortamda faaliyet yürütmeye zorlar kendini.
Yaşadığı travmanın sonucu olarak bedenine yabancılaşmanın, bunu sevgiliyle paylaşamamanın acısını yaşar, tüm bunların sonunda sevgilisinden ayrılmak durumunda kalır.
Belki, “iktidar” olgusuyla ilk kez bu kadar doğrudan yüz yüze kalmanın şaşkınlığıyla paralize olur. O güne kadar devletin, işverenin, babanın erkiyle onlarca kez çarpışmış, hatta bazılarından yengiyle çıkmıştır da. Ama insanın özgürleşmek adına seçtiği alternatif ortamlarda, erkin en sinsi haliyle karşılaşması kadar çarpıcı değildir hiçbiri. Yıllarca süren dostluklarını, yoldaşlarını bu iktidara “kurban” vermek, mümkün olan başka bir dünyanın mümkün olamayabileceğini fark etmek, o güne kadar kendini tanımladığı bütün değerlerin bir bir yıkılışını görmek ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını bilmek hepsinden daha ağır gelir kadına.
Artık onurunun incindiğini bile bile tüm bunları bir olgu gibi algılayıp güçlü durmaya çalışır, artık yaşam, ayakta kalma mücadelesine dönüşmüştür kadın için.
Aradan yıllar geçse de, muhtemelen tacize uğradığını beyan ettiği güne lanet eder; takvimi hep o andan bir gün, bir saat, bir dakika önce almanın düşünü kurar. Eğer o gün orada o konuşmayı yapmasaydım bugün hayatım nasıl olurdu üzerine değişik senaryolar yazar.
Ama ne yazık ki o senaryolar da mutlu sonla bitmez.
Feminist Politika Dergisi S.9
2011 Şubat