Fatoş Hacıvelioğlu
Kadının iradesi, erkeği, arabası çalındığında ya da evi yandığında duyduğu öfkeden çok daha şiddetli bir öfke ve nefret seline sürüklüyor. Deliye dönen erkek, kendi kültürüne çok uygun bir yöntemle yanıt veriyor: cinayet!
Erkek egemen kontrol mekanizması öyle güçlü bir baskı kuruyor ki üzerimizde, çoğu zaman o son buluşmanın “konuşarak, anlaşarak ayrılma” olabileceğine inanmak istiyoruz. Sanki yıllarımızı birlikte geçirdiğimiz ve nice şiddet uygulamasına maruz kaldığımız o adam birdenbire iyi birisi olacak, medeni bir şekilde konuşabilecekmiş gibi
Cinsiyetçi sistemde evliliği sonlandırmak bile çoğu zaman büyük bir “şans” olarak çıkıyor karşımıza. Şayet boşanabilirsek ve bir dizi açıdan “şanslı” isek (yaşadıklarını mahkeme önünde tanık ve diğer delillerle ispatlayabilirsek, hâkim bu durumu takdir edebilirse… vs.) mal paylaşımı, velayet, tazminat, nafaka gibi Medeni Yasa’nın düzenlediği sonuçlardan faydalanabiliyoruz. Ama bizim için boşanmak istemenin sonucu Medeni Yasa’nın düzenlediği sonuçlara varamadan bazı durumlarda ölüm oluyor.
İşte sadece son birkaç aydan bazı örnekler:
İstanbul’da Dilek isimli hemşire boşanma davası açtığı kocasının evine oğlunu görmek için gittiği esnada, “son kez konuşmak istediğini” söyleyen kocası tarafından yüzüne yastık bastırılarak başına sıkılan tek kurşunla öldürüldü. Katliamdan sonra ise kocası “Benimle tekrar birlikte olamayacağını söyledi. Ben de sinirlerime hâkim olamadım. Öldürdüm” dedi.
İzmir Çiğli’de yaşayan Fatma, ayrı yaşadığı ve “son kez konuşmak amacıyla” çağırdığı kocasının evinde tekrar bir araya gelme teklifini kabul etmediği için kocası tarafından 27 yerinden bıçaklanıp balkondan aşağı atıldı.
Adana’da yaşayan Kezban, altı ay önce oğlunu da alarak babasının evine döndü ve daha sonra boşanma davası açtı. Kocası Kezban’ı “son kez konuşmak üzere” evine çağırdı ve yanında getirdiği av tüfeğiyle öldürdü.
İstanbul’da, şiddet gördüğü için ayrılmak isteyen Ayşe T.’yi kocası Vedat “son kez konuşmak için” bir pastaneye çağırdı ve yanında getirdiği silahla öldürdü.
Antakya’da yaşayan A.S.’nin boşanmak istediği iki buçuk yıllık eşi B.Y.S, “son kez konuşmak üzere” çalıştığı kuaför salonuna geldi ve pompalı tüfekle öldürdü.
“Senden boşanacağım” sözü, bir biçimde kadınlar için; “Artık senin tecavüzlerine karşı geliyorum, şiddetine, emeğimi sömürmene, aşağılamana, bedenim üzerindeki denetimine dur diyorum” anlamına geliyor. Ama erkek bunu şöyle okuyor: “ Senin malın/kadının olmayacağım” ve bu durum onu çileden çıkarıyor. Kadının iradesi, erkeği arabası çalındığında ya da evi yandığında duyduğu öfkeden çok daha şiddetli bir öfke ve nefret seline sürüklüyor. Deliye dönen erkek sonuçta kendi kültürüne çok uygun bir yöntemle yanıt veriyor: cinayet!
Taammüdün son sahnesi!
Kadının boşanma iradesinin açığa çıkmasıyla, cezalandırma yöntemi olarak şiddeti (genellikle cinayet biçiminde) bir şekilde kafasına koyan erkek, adım adım bu planını yaşama geçiriyor. Son buluşmanın kendisi ise taammüdün en son ve kanlı sahnesi oluyor Kadınlar ölümle sonuçlanabilecek bir görüşmeye “aile ” adı altında kurulan denetimin ve toplumsal baskının etkisi ile, belki öleceğini bile bile gidiyor. Erkek egemen kontrol mekanizması öyle güçlü bir baskı kuruyor ki üzerimizde, çoğu zaman o son buluşmanın “konuşarak, anlaşarak ayrılma” olabileceğine inanmak istiyoruz. Sanki yıllarımızı birlikte geçirdiğimiz ve nice şiddet uygulamasına maruz kaldığımız o adam birdenbire iyi birisi olacak, medeni bir şekilde konuşabilecekmiş gibi.
Medyada “Boşanmak istedi canından oldu” haberleri kadınlar için bir tehdit içeriyor. ”Boşanmak isteyen ölür” tehdidi erkek medyanın işbirliği ile cinsiyetçi yargı ve ikiyüzlü devlet politikaları ile güçlendirilerek pervasızca savruluyor. Kamuoyu ise daha çok kadınların “nasıl” öldürüldüğünü merak ediyor. Ölümler daha çok magazinleştiriliyor ve bir aksiyon filmi izlercesine herkes cinayetin ayrıntılarını zevkle izliyor.
Toplumsal yaşamda boşanma yalnızca erkeğin istemesi halinde gerçekleşebilecek bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Yoksulluğu, “dul”, yani tacize ve tecavüze “istekli” kadın damgasını yemeyi, eski koca tehdidini, çocukların bakımını yalnız üstlenmeyi göze alarak boşanmayı tercih edip, her şeye rağmen özgürlüğümüzü istediğimizde de yine şiddet, tehdit, taciz ve tecavüzle karşılaşıyor, o da yetmiyor canımızdan oluyoruz.
Ölümün de gündemde olduğu şiddet tehditleriyle dolu bu süreçte koruma talep ettiğimizde ise kadınları kocaları ile barıştırma görevini üstlenmiş polisin, “aile kurtarıcı” tavrı karşımıza çıkıyor. Erkek yargı sistemi ise kadınları koruma konusunda ikiyüzlü ve taraflı davranıyor. Koruma taleplerimizin bu kadar kasıtlı göz ardı edilmesinin nedeni ise; bedenlerimizin, hayatlarımızın tasarrufunu namus, iffet, aile, din, gelenek adına erkeklerin hizmetine sunan erkek egemen anlayışın yasalarda, karakollarda ve mahkemelerde kendini güçlendirerek var etmesi ile ilgili. Boşanma isteminin kendisi, cinsiyetçi yargı sisteminde kocaları provoke eden davranışlar olarak kabul edilip “erkeklik indirimi” gerekçesi olarak karşımıza çıkıyor.
*Taammüt: Bir işi veya suçu bile bile, tasarlayarak yapma.