‘Boğaziçi’ndeki Tacizi İfşa Ediyoruz!’

Kadınlara ve lgbt bireylere yönelik cinsel şiddet ve tacizin, bir egemenlik ilişkisi altında gerçekleştiğini, bunun erkeklerin uyguladığı bir tahakküm olduğunu ve her bir olayın bu tahakkümü toplumsal olarak devam ettirdiğini hep vurguladık. Bu yüzden bedenlerimize ve kimliğimize yönelmiş şiddetin, taciz ve tecavüzün erkek şiddeti olarak görünür kılınmasında ve bu suçların suçun faili, bu tahakküm biçiminin sürdürücüsü olan erkek öznelerden ayrı düşünülemeyeceğinde ısrarımızı sürdürüyoruz.

Tacizi, tecavüzü, şiddeti özel alandan çıkarıp görünür kılmak, bunun tüm kadınlara ve lgbt bireylere karşı işlenmiş bir suç olduğunun altını çizmek erkek şiddetine, tacizine karşı mücadelemizin temelini oluşturuyor. Bu suçların hem bir tahakküm ilişkisi altında işlenmesi hem de tüm kadınları hedef alması gerekçesiyle politik/toplumsal suçlar kategorisi altında kabul edilmeleri için mücadelemizi sürdürüyoruz.

Boğaziçili Feministler tacize, şiddete karşı sessiz kalmayı reddederek tacizi ifşa ettiler. Boğaziçili feministler tarafından yazılmış metni paylaşıyoruz.

Boğaziçi’ndeki tacizi ifşa ediyoruz!

KAMUOYUNA AÇIKLAMA

Boğaziçili Feministler, 2011 yılından itibaren bir isim altında biraraya gelen 50 kadar kadın ve lgbt bireyin içinde yer aldığı bir üniversite örgütlenmesidir. Boğaziçi mezunlarından Serdar Metin tarafından tacize uğrayan arkadaşımızın yaşadıklarını bu gruba anlatması sonucunda bir dizi toplantı yaptık. Toplantıların ilkinde arkadaşımızla konuştuk. Kendisi beyanında, Serdar Metin’in kendisiyle kurduğu ilişkiyi ve özel olarak da cinsel tacize maruz kaldığı geceyi anlattı. Metin, kendisini, istememesi ve rahatsız olduğunu dile getirmesine rağmen cinsel birlikteliğe zorlamış, sürecin devamında da psikolojik ithamlarla kendisini baskı altında tutmuştu. Metin, arkadaşımızın psikolojik anlamda geçirdiği zor dönemi, cinsiyet kimliği açısından yaşadığı geçişi, toplumsal cinsiyet açısından dezavantajlı konumunu egemen erkek davranışlarıyla istismar ederek yalnızca cinsel tacizde değil, ilişkinin bütününde homofobik, transfobik baskı ve psikolojik şiddette bulunmuştu.

Yaptığımız ilk toplantının ardından Boğaziçili Feministler içinden sürece aktif olarak dahil olmaya gönüllü bir grup olarak, hukuka başvurmayı değerlendirdik. Hukuk süreçlerinde erkek şiddetinin bin bir farklı biçimi ile yüzleştikçe, hukukun, şiddetin mağduru kadın veya lgbt bireyler için, çoğu zaman ikinci bir mağduriyete yol açtığını maalesef uzun zaman önce öğrenmiştik. TCK, mahkemeler, yargılama süreci, hakimler, savcılar ve avukatlar bir bütün olarak ve yargılamanın farklı evrelerinde özgül biçimlerde, şiddete maruz kalan kişinin güçlenmesine yönelik yaptırımlar ve uygulamalarda bulunmaktan uzak. Bunu takip ettiğimiz onlarca davada gözlemliyoruz. O nedenle de yaşadığı şiddet deneyimini açığa çıkarma cesaretini gösteren kadın veya lgbt bireyin hukuka başvurmasını her zaman beklemek, hukuku ezilenlerden yana veya en iyi ihtimalle nötr kabul etmek olur. Bu da liberal hukuk doktrinine denk düşer, yani mağduriyetleri görmeyen, eşitler arası bir ilişki varsayan erkek egemen yapılanmış hukuk algısına. Hukuka başvuru, erkek şiddetini en iyi ihtimalle kendi sınırları içinde “ağır suç” kapsamına alır. Halbuki erkek şiddetini feminist bir gözle politikleştirmenin temel araçları hukukun alanıyla sınırlı değildir. Elbette hukuk bir mücadele alanıdır ve hukuk pratiğinde feminist mücadele sonucu çok önemli kazanımlar elde edilmiştir; fakat her bir erkek şiddeti sonucu mağdur kişiden hukuka başvurmasını beklemek, başka mağduriyetleri göze almak demektir ve bu her zaman mümkün olmayabilir.

Feminist dayanışmadan anladığımız şiddete maruz kalana yol göstermek değil, seçenekleri birlikte değerlendirip kişinin iradi kararına saygı duymak, bu karar doğrultusunda onunla dayanışma göstermek. Hukuk erkek egemen sistemin parçası olsa dahi feminist savunma ve dayanışma ile başka bir ifşa biçimi olan suç duyurusunda da bulunulabilirdi. İçinde bulunduğumuz durumun güçlüğü karşısında arkadaşımız bunu tercih etmedi. Hukukun cinsel saldırı suçlarında fiziksel delil odaklı yargılama sistemi, lgbt duyarlı olmayan işleyişi bunda esas sebepti. Çünkü biz biliyoruz ki cinsel saldırı suçlarında genellikle fiziksel kanıt olmaz, suç çoğunlukla özel alan’larda gerçekleşir, kanıt veya delil bırakmaz. O nedenle de feministlerin yıllardır savunduğu “kadının beyanını esas alan” yaklaşım, cinsel saldırı suçlarında bu erkek egemen soruşturma yöntemini kıracak yegane yöntemdir. Beyan, soruşturma yerine, deneyimin ifadesini öne çıkarır. Yaşanan deneyimin kamusal yani patriyarkanın ezdiği tüm kadın ve lgbt’lerin meselesi olduğunu gösterir. Erkek egemen sistem içinde böyle bir beyanda bulunmak oldukça radikaldir; böyle bir beyan karşısında, şimdi olduğu gibi, öncelikle şiddete maruz kalandan “doğru mu söylüyor” diye şüphelenilir, taciz edenden değil. Tacize uğrayanın tüm toplumsal baskılara rağmen bunu açığa çıkarmasının ne kadar zor olduğu gözardı edilir. İspat, delil, bilimsel olgu, soruşturma önce mağdur’a yöneltilir. Halbuki cinsel saldırının çoğu zaman tek delili beyandır. Erkek egemen mahkemelerin kabul etmediği, biz feministlerin esas aldığı da budur işte.

Sonuç olarak, arkadaşımızın da kaygılarını gözeterek Boğaziçi Üniversitesi içinde bu cinsel taciz ve istismarın görünür olmasını sağlamakta karar kaldık. Bu süreçte birçok akademisyen ile de görüşüldü. Boğaziçi Üniversitesi’de henüz yeniden yapılandırılma aşamasında olan –birçok feministin sürece aktif dahil olduğu- ilgili bir kurul var. Bir kısım hocalar, buna uygun bir tür soruşturma önerdiler. Hem henüz oturmamış, dolayısıyla soruşturma sürecini nasıl yüreteceği belirsiz bir kurulun soruşturmasına bu olayın havale edilmesi gerçekçi olmayacaktı hem de yaptığımız diğer toplantılardaki değerlendirmelerimiz sonucu politik olarak böyle bir adım atmaktan vazgeçtik. Biz yaşanan cinsel taciz ve istismara politik olarak karşı çıkıyoruz, erkek şiddetini görünür kılıyoruz ve bu deneyimleri bir “öğrenci sorunu” olarak görmüyoruz. Feministler olarak sistematik erkek şiddetine tavır almanın, karşı çıkmanın önemini; beyanı boşa düşüren uzlaştırıcı yöntemlerin ise sakıncasını yeterince deneyimledik. Kadının ve lgbt bireyin beyanını esas kabul eden yaklaşımda tacizci suçsuzluğunu ispat etmekle yükümlüdür, evet; fakat feministlerin tacizciyi suçsuzluğunu ispat etmeye çağırmaları, “bu meseleyi ele alacak bir platform” oluşturmaları ve “soruşturma yürütmeleri” anlamına gelmez. Tacizciyi de içine katan böyle bir sürecin içine girmek kadının beyanını esas almak değildir. Kadının beyanını esas almak, tacizcinin suçsuzluğunu ispat etme hanesini boş bırakmaktır. Böyle bir kanıtı varsa “tacizci”nin gerekli iletişimi kurmak kendi yükümlülüğüdür. Aksi, hukukun kısıtlayıcı diline teslim olmak, savunma hakkı gibi, suçsuzluk karinesi gibi kadınların dertlerini görmeyen yerleşik ve erkek egemenliğinin bakışıyla yürütülen kurallarla hareket etmektir. Öte yandan, feminist hareket, mücadelesini kurumlara havale ederek ilerlemek zorunda değil fakat okulun feminist yöntemleri gözeten bir birimi olduğu zaman kurumsal olarak ne yapılabileceği elbette konuşulabilir. Netleştirmek adına, biz Boğaziçi Üniversitesi yönetimine ve akademisyenlerine suçlamada bulunmuyoruz, kadının ve lgbt bireyin beyanını esas alan feminist yöntemi izlediğimiz için üniversitenin soruşturmaya dayalı yaklaşımıyla farklı bir yerde durduğumuzu açıklıyoruz. Siyaset alanımızı mevcut kurumlara hapsetmiyor, bildiğimiz başka siyasi yöntem ve araçlarla dayanışmamızı örgütlüyoruz.

Serdar Metin’le sözlü ifşa sürecinin ilk aşamalarında iki arkadaşımız konuştu. Görüşmede kendisine kurduğu ilişkinin istismara dayandığı ve ayrıca cinsel tacizde de bulunduğu anlatıldı. O ise arkadaşımızın rıza’sının olduğunu söyledi. Metin’in kendisinin de ifade ettiği gibi, arkadaşımız yaşadığı cinsel tacizin ertesi sabahı Serdar Metin’e bir kez daha yaşadığı şeyin isteği dışında geliştiğini belirtmişti. Bu beyanın, yaptığının cinsel taciz olduğunu anlamak için yeterli olduğunu ve ilişkinin genelinde eşitsiz konumunu kullanarak bütünlüklü bir baskı kurduğu kendisine anlatıldı.

Bu görüşmenin sonrasında arkadaşımızla da konuşarak bir süre bekleme kararı aldık. Feminist yöntem açısından gerekli değildi; ama bireysel olarak Metin’le görüşülmüştü. Yapılan görüşmenin sonucunda, kendisine, şiddet yaşantısının etkilerini göz önüne alarak, arkadaşımızın şiddet uygulayandan uzak bir ortamda güçlenmesine ihtiyaç olduğunu belirterek, ona daha fazla mağduriyet yaşatmaması, ortak muhit olan Rumeli Hisarüstü’nden uzaklaşması ve yaptığını kabul ederek özür dilemesi açıkça söylenmişti. Fakat Metin görüşmeden kısa bir süre sonra Hisarüstü’ne döndü, okula ve ortak alanlara gelmeye başladı, geri adım atmadı. Yazılan teşhir metni, Metin’in uyguladığı şiddeti kabul etmediğini görerek, meseleyi kişiselleştirmekten çıkararak kamusallaştırıyor ve feminist bir bakışla bu tür erkek şiddeti biçimlerine karşı tavır almaya çağırıyor. Hatırlatırız ki cinsel saldırıda ikna etmek zorunda olan şiddetin mağduru veya feministler değildir. İspat karşı tarafın yükümlülüğündedir. Tersini ispatlamak, ortaya koymak ona düşer. Yaşananlara ilişkin ikna edici detay vermek feminist yönteme aykırıdır. Hukuka, kurumsal yetkiliye başvuru bir zorunluluk değil, bir seçenektir. Şiddete maruz kalandan bunu talep etmek, süreçte tekrar tekrar mücadele etmesini beklemek, şiddetin açığa çıkarılmasının ne kadar cesaret gerektiren bir hareket olduğunu kolayca görmezden gelmek, erkek egemen sistemin içimize sinmiş refleksleridir.

Teşhir, öncelikle politik bir suç olan erkek şiddetine karşı bir görünürleştirme yöntemidir. Hukuki ve diğer kurumsal süreçlerin yanı sıra erkek şiddetini kamusal alana taşımak ve politikleştirmektir. Ve bir dayanışma çağrısıdır. Her bir tekil şiddet yaşandıkça olayın mağdurunun tüm kadın ve lgbt’lerin olduğu bilinciyle yan yana gelme çağrısı. Erkek şiddetine karşı kadın ve lgbt dayanışması sürecin devamında şiddete maruz kalmış arkadaşımızın korunmasıyla başlar.

Boğaziçili Feministler olarak tacizi ifşa ediyoruz, erkek şiddetini durdurmaya yönelik bir adım olarak herkesi Serdar Metin’e tavır almaya çağırıyoruz.

Boğaziçili Feministler

1 Ağustos 2012

Yorumlara kapalıdır.