mutfak cadıları (1.sayı, mart 2010)
Neoliberalizm son yıllarda kendini büyük oranda kadın emeği üzerinden kuruyor. Bir yandan ayrımcı (kadın-erkek, Kürt-Türk vb.) yüzünü gizlemeye çalışırken diğer yandan sermayenin kârlılık oranlarının yükselişini garantiye almaya çalışıyor.
Türkiye örneğinde de görüldüğü üzere, esas olarak sermayenin çıkarlarını korumak üzerine örgütlenen siyasi partilerin, kendilerini merkez sağda ya da sosyal demokrat olarak tanımlamaları bir şey değiştirmiyor. Aynı değeri ifade ediyorlar: Piyasa ilişkilerine sonuna kadar sadığız. Bıraktık üretim ilişkilerini, aralarında bölüşüm sürecine yönelik olarak bile bir farklılık ifade etmedikleri için, ayrım noktalarını kimlikler ve yaşam biçimleri üzerinden kuruyorlar. Yeniden üretim sürecinde kadınların karşılıksız emeğini erkeklerin denetimine veren erkek egemenliğine bağlılıkları ise kadınların ücretli emek gücüne katılım koşulları konusunda uyumlu bir düet yapmalarını mümkün kılıyor. Farklı vurgularla aynı şarkıyı söylüyorlar.
Memleketin modernist politikacılarına baktığımızda kadınlar açısından parlak vitrin kurmalarının ötesinde AKP’den bir farklılık taşımadıklarını görüyoruz. CHP üyesi ve eski Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği başkanı Umut Oran, Radikal gazetesindeki 5 Şubat tarihli yazısında kadın emeğinin davet beklediğini söylüyor. Oran yazısında, önce bürokrasinin yönetim kademelerindeki kadın sayısının azlığını ifade edip, bu durumu genel olarak erkek egemenliğine değil AKP’nin muhafazakâr yapısına bağladıktan sonra, Türkiye’deki kadın istihdamının düşüklüğünü anlatıyor. Bürokrasi ve özel sektörde ‘kadın kotası’ gibi ilerici görünen talepleri, kadın emeğinin maliyetini düşürerek kadınları işgücüne katmayı hedefleyen talepler takip ediyor: Tekstilin tehlikeli işkolu olmaktan çıkarılması, kadınların hamilelik dönemlerindeki işgücü kaybının devlet tarafından telafi edilmesi, kadınların sigorta primlerinin erkeklerden düşük tutulması. Oran’ın, yazıya politik kimliğiyle imza atmasına rağmen işveren güdülerinin ağır bastığı ortada. Kendisi AKP’nin son istihdam politikalarıyla kreş yükünü işverenlerin omzundan kaldırmasının, özellikle çocuk bakım yükü nedeniyle kadınların ücretli emek gücüne katılımını nasıl imkânsız hale getireceğiyle ilgilenmiyor. Yazısında model olarak önerdiği Avrupa Birliği’nde, kadın erkek ücretleri arasındaki farkın yüzde 17 olduğundan, Türkiye’de ise yüzde 33’ten başlayıp, işin gerektirdiği nitelik düştükçe yüzde 58’e kadar çıktığından hiç bahsetmiyor. O sadece toplumda daha fazla kadının düşük ücretlerle işgücüne katılarak genel ücret düzeyinin, yani işçilik maliyetlerinin düşürülmesiyle ilgileniyor. Umut Oran, özetle, “kadın emeğini sermaye için ucuzlatın da biz tekstil işverenleri daha fazla kar edelim” derken biz feministlerin “sermayenin moderni de muhafazakârı da erkek egemendir” analizimizin haklılığını kanıtlıyor.