Sanat(1) alanında kadın emeği üzerine konuşmak için bu alanda çalışan bir grup kadın – sanatçı, küratör, yazar, akademisyen, eğitmen, koordinatör, çevirmen – biraraya geldik. Bu alan farklı rolleri üstlenmeye açık olabildiği için ama aynı zamanda tek bir iş yaparak hayatımızı kazanmak mümkün olmadığı için birçoğumuz bu işlerin ve benzerlerinin birkaçını aynı anda yapıyoruz. Şaşalı sanat ortamında çalışma koşulları ve kadın ve erkeklerin deneyimlediği zorluklar ve sömürü bu konuda yazılan, çizilen, konuşulanlar olmasa görünmez kalacak. Çünkü üzerine daha rahat konuşabilir olan genelde sanatın düşünsel, politik veya manevi yanları. Medyada ise çoğunlukla bu işin piyasası.
Çoğu zaman ücret almadan çalışmaları beklenen ve başka bir yerde kadrolu çalışmıyorlarsa güvenceleri olmayan sanatçıların, kurumlarda düşük maaşlar alan idari ve teknik çalışanların, üniversite çalışanlarının, mekânları ayakta tutanların, kadrosuz küratör, yazar, çevirmen ve akademisyenlerin koşullarına bakmamız gerekiyor.
Bu genel durumda kadınların koşulları üzerine hepimiz ayrı ayrı düşünmüşüz. Biraraya geldiğimizde birçok farklı konu başlığı ortaya çıktı. Hepsi üzerine daha uzun araştırmalar yapılabilecek, düşünebilecek konular. Bu yazıda amacımız bu tartışmayı başlatmak.
Sanatçı ve yazar Hito Steyerl, sanatın politikayla ilişkisini genelde yapıldığı gibi sanat işlerinin politik meseleleri temsil etmeleri üzerinden tartışmak yerine bir çalışma mekânı olarak sanat alanının politikasını tartışmayı önerdiği bir makalesini bitirirken şöyle diyor: “Bütün bu karmaşayı ayakta tutan sayısız çalışkan kadının dinamizmi.’’(2)
Bu genel saptama dışında Steyerl’in makalesinde kadınların emeğine referans verdiği diğer yer “gallerina’’lık işi üzerinden. Bazılarımızın bu vesileyle öğrendiği terim, uzun zamandır yurtdışında oldukça popülerleşmiş. New York gibi yerlerdeki galerilerde girişte bir bankoda oturan ve gelenlerin bütün istekleriyle ilgilenmek dışında başka işlere de koşan çalışanların çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Sanat emekçilerini örgütlenmeye ve sendikalaşmaya çağrı yapan New Yorklu bir sanatçı gallerina’ları bu alanda çalışanlar hiyerarşisinde teknisyenlerden sonra en altta ikinci konuma yerleştiriyor ve hepsi sanat alanında yüksek lisans yapmış bu kadınların işlerinde yaşadığı patronları tarafından azarlanmak, sürekli işini kaybetme tehlikesi yaşamak, kıyafetlerine karışılması ve erkek sanat izleyicilerinin tacizi gibi zorluklardan bahsediyor. (3) Benzer bir şekilde Almanya’da yine çoğunluğunu kadınların oluşturduğu galeri çalışanlarına “Galleriemäuse” (galeri fareleri)(4) lakabının takıldığını öğreniyoruz.
Bu iş neyse ki henüz Türkiye’de çok yaygınlaşmış değil; bütün galerilerin böyle bankoları yok, olanlarda da sadece kadınlar oturmuyor.(5) Fakat müze, sanat merkezi, galeri, vakıf gibi bütün yapılara baktığımızda gördüğümüz şey idari işleri yapan çalışanların genelde genç kadınlardan oluştuğu. Ayrıca, galerilerin yöneticileri arasında kadınların yoğunluğunu görsek de diğer kurumlarda en üstteki yöneticiler neredeyse her zaman erkek, kadınlar varsa daha ortadaki yönetici konumlarını elde tutabiliyorlar. (6) Yani kadınlar işleri çekip çeviriyor, orta düzeyde karaları alıyor, yazışmaları yapıyor, organizasyonu üstleniyor, fon başvurularını yapıyor, bütçeleri toparlıyor vs. vs. ve sergilerin ve etkinliklerin mümkün olmasını sağlıyor. İstanbul’daki en büyük çağdaş/güncel sanat gösteren kurumlardan örnek verirsek, İstanbul Modern’in, Salt’ın, Arter’in ve İKSV’nin direktörlerinden hiçbiri kadın değil, diğer sorumluların ve çalışanların çoğunluğu ise kadın: İstanbul Modern’de 16’da 13, Salt’ta 40’da 29 (11 erkek çalışanın çoğunluğu teknik işlerden sorumlu, sergi işlerini kadınlar yürütüyor), Arter’de 13’de 9 (güvenlik hariç), İKSV’de 114’de 77. Bunlar genelde kurumların internet sitelerinden topladığımız bilgiler. Ayrıca deneyimimizden isimleri sitelerde yazmayan ve maaş almayan stajyerlerin çoğunun da genç kadınlar olduğunu biliyoruz.(7)
Genç kadın orta yaşlı erkek yönetici ilişkisine baktığımızda bir cam tavanın varlığı görünür oluyor. Aynı zamanda bu durum erkeklerin kendilerine rakip olmayacakları ve denetlemeleri daha kolay olacağı için genç kadınlarla çalışmayı tercih ettiklerini düşündürüyor. Kadınlar uzun vadede daha yüksek konumlara gelemeden bu kurumlardan ayrılıyorlar gibi gözüküyor. Yaş ve deneyimsizlik örgütsüzlükle birleşince iktidarı güçlendiriyor, kendi fikirlerini ortaya koymayı, karar verme süreçlerinin bir parçası olmayı talep etmeyi, çalışma koşullarındaki sorunlara ve mobbinge karşı durmayı engelliyor. Zaten gözlemimiz o ki çalışanları daha yüksek konumlara gelebilmeleri için yetiştirmek, sanat kurumlarında varolan bir eğilim değil. Yani kurum direktörü/küratörünün amacı çalışanlarını kendi pozisyonuna hazırlamak değil. Bilgi, deneyim aktarımı yok, koşturulması ve az kişi tarafından bitirilmesi gereken işler ve korunması gereken pozisyonlar var. STK’larda olanla benzer şekilde çoğu insan niteliklerinin altında işlerde başka iş bulamadıkları için, cv’lerinde iyi görüneceği için, “network’’ yapabilecekleri için veya yaptıkları iş dünya ve insanlık için faydalı bir iş olduğu için çalışıyor, böyle düşünmeleri bekleniyor. Sanki gönül borcunu ödedikten sonra gelecek bir yükselmenin vaadi var ama bu çoğu zaman gerçekleşmiyor.
Dünyada ve Türkiye’de kadın sanatçılar sayıca çoklar, etkili işler üretiyorlar ve üretimleriyle sanatın yapısını ve gelişimini etkiliyorlar. Genç kadınlar da önceki jenerasyonların açtığı yolda çok sağlam bir şekilde ilerliyorlar. Yine de Türkiye’de büyük kurumlarda kadınlar grup sergilerinde yer alıyor fakat solo sergileri daha az oluyor, galerilerin sanatçı listelerine baktığımızda kadınlar yarıdan azda kalabiliyor. İstanbul’daki bazı galerilerden örnek verirsek Galeri Non’un 15 sanatçısından 5’i, Pilot Galeri’nin 12 sanatçısından 2’si, Elipsis Galeri’nin 18 sanatçısından 4’ü, Rampa Galeri’nin 14 sanatçısından 6’sı, Sanatorium’un 13 sanatçısından 6’sı, Galeri Manâ’nın 12 sanatçısından 6’sı, Galeri Nev’in ise 20 sanatçısından 10’u kadın. Bunun nedeninin kadın sanatçıların galerilerle çalışmayı daha az tercih etmesi mi yoksa işlerinin değerinin daha az olması mı gibi bir soru geliyor akla. Müzelerin koleksiyonlarına ve özel koleksiyonlara baktığımızda kadın sanatçıların daha az olduğu ve daha düşük fiyatlı işlerle girdiği bir sonuçla karşılaşacağımızı düşünüyoruz. Elimizde bu konuda bir istatistik yok ama feminist sanatçı grubu Guerilla Girls 2006’da İstanbul Modern’de gösterdiklerindeki işlerinde şöyle istatistikler veriyordu: “İstanbul galerilerinde gösterilen sanatçıların %40’ı kadın … bu Avrupa ve Amerika’ya göre çok iyi bir yüzde…. (şu anda kapaklı olan) İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin koleksiyonunda sadece 17 kadın sanatçının eseri var. İstanbul Modern de durum bu kadar kötü. Pera, ‘’Kadınlar, Resimler, Öyküler’’ sergisini sadece 2 kadın sanatçıyla yaptı.’’ (8)
Tüm bunların bir üst paragrafta anlattığımız meseleyle bir bağlantısı, karar verici pozisyonunda olan erkeklerin sergilere, okullara, eğitim programlarına, sanatçı misafir programlarına ve koleksiyonlara kimlerin alınacağı veya önerileceği konularında da etkili olmaları… Diğer yandan yönetici/küratör erkeklerle erkek sanatçıların daha iyi ilişkiler kurabilmesi.
Tabii kadınları itibarsızlaştırma çalışmaları özellikle erkeklerin muhabbetlerinde devam etmekte. Açıkça kocaları veya aileleri sayesinde başarılı olabildikleri gibi dedikodular yaymak bir yanda, çocuk sahibi olanların sanat hayatlarının biteceği kehanetinde bulunmak başka.
Piyasanın kendini sürdürmek ve canlı tutmak için bu alandaki herkes arasında rekabeti körüklemeye ihtiyacı var, biliyoruz. Aynı zamanda ‘’kadın sanatçılar’’ bir kategori olarak ele alınıp kadınlar birbirleriyle karşılaştırıp yarıştırıyorlar. Deneyimizden görüyoruz ki bir erkek sanatçı veya sanat erbabı bir kadın sanatçının işlerini içeriği açısından değerlendirmektense diğer bir kadın sanatçı ile karşılaştırarak söz söylemeyi tercih ediyor. Kadın sanatçıların erkeklerin de bulunduğu kulvara girmeleri ve burada ilerlemeleri yaş almaları ile mümkün oluyor diye düşünüyoruz. Belki çocuk doğurabilirler, evlenebilirler, aman ha işe ara verebilirler diye olmalı… 90’lı yıllardan sonra çeşitlenmiş gibi gözükse de sanat tarihi yazımının da hala erkek egemen bir alan olduğunu da not etmeliyiz.
Üniversitelerde ise sanat fakültelerinde yine yüksek pozisyonlarda çoğunlukla erkekler var. Bazı durumlarda özellikle tam zamanlı öğretim kadrolarında da kadınlar az yer bulabiliyor. Yine İstanbul’dan örnek verirsek Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin dekanı bir erkek, altında yer alan 11 bölümün sadece 3’ünün başkanı kadın. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi dekanı ve altındaki 3 bölümden ikisinin başkanı erkek, birinin ise başkanı gözükmüyor, vekilliğini bir kadın akademisyen yapıyor. Sanat bölümünde 34 kişilik akademik kadronun 13’ü kadın. Marmara Üniversitesi’nde durum bu açıdan daha iyi gözüküyor, dekan ve bölüm başkanlarının çoğunluğu kadın. Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde dekan kadınken, Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarım programı koordinatörü erkek ve ders veren 15 hocadan sadece 4’ü kadın (ve aralarında sadece 1’i tam zamanlı.) Yöneticilerin hemen hemen hepsinin erkek olmalarının yanında, yardımcılarının çoğunluğunun kadın olduğunu saptamak gerek. Kadının yardımcı pozisyonunda sabitlenmesi, tüm işlerin kadınlar tarafından yapılması, erkeğin gelip etiket yapıştırması gibi durumlar yıllardır değişmiyor. Diğer üniversitelere baktığımızda veya İstanbul dışına çıktığımızda da koşullar aynı.
Dolayısıyla ‘’kadınlık” atıflarının eğitim hayatı boyunca ve sonrasında sık sık karşımıza çıkması ortak bir tecrübe olarak anlatıldı: çoğumuz “erkek gibi resim/iş yapıyorsun” cümlesinin bir iltifat olarak söylendiğini duymuş, başarılı olmalarına karşın hocalarının evlenip çocuk yapınca kopar gidersiniz “öngörüsüne” maruz kalmış, daha analitik işler yapanların işleri gösterildiğinde kadın elinden çıktığına şaşırılmış, bu şaşkınlık da yüzlerine karşı ifade edilmiş. Kendi uzmanlık alanımız olan bir konudan bahsetmeye kalktığımızda karşımızdaki erkeğin hemen bize işin doğrusunu anlatmaya başlamasına ise çok alışığız.
Son olarak, bizim kendimizi erkeklerin elde tuttuğu konumlarda hayal etmemizin zorluğu üzerine konuştuk. Sömürünün, eşitsizliğin ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığının olmadığı bir sistemin imkânları üzerine konuşmaya devam edeceğiz.
(1)Sanatın birçok alanında benzer saptamalar yapılabileceğini düşünsek de bu yazıda özellikle çağdaş veya güncel sanat olarak tanımlanan alana yoğunlaşabiliyoruz.
(2) http://www.e-flux.com/journal/politics-of-art-contemporary-art-and-the-transition-to-post-democracy/
(3) http://dismagazine.com/discussion/16545/open-letter-to-labor-servicing-the-culture-industry/
(4) Bu lafın cinsiyetçi-aşağılayıcı niteliği Almancada fare sözcüğünün sadece dişi formunun kullanılmasında da ifade buluyormuş.
(5) Özellikle sanat fuarları, özel üniversiteler gibi kâr eden kurumlarda çalışacak kadınların genç ve güzellik normlarına uygun olmasının beklendiğinden şüpheleniyoruz.
(6)Sanatçılar tarafından kurulan inisiyatiflerde durum farklı. Giderek azalan böyle yapılar arasında Apartman Projesi, Oda Projesi, BAS ve Açık Masa gibi kadınlar tarafından kurulan ve yürütülen inisiyatifler var; 5533, PİST ve REC Kolektif gibi diğerlerinin de kurucuları arasında kadınlar yer alıyor.
(7) Bu konuda yapılmış kapsamlı bir akademik ya da istatistik çalışma olmadığı için internet sitelerinden derleyebildiğimiz verilere yer veriyoruz. Çalışanların yaşları, ücret miktarları vs. hakkında henüz elimizde böyle bir veri yok.
(8) http://www.guerrillagirls.com/posters/istanbul.shtml