Mutfak Cadıları-Mayıs 2010
Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerde, kapitalist üretim tarzının yerleşip derinleşmesi için uygulanan stratejilerin başında, öncelikle tarımdaki verimliliğin muazzam boyutlarda arttırılması yoluyla sanayiye kaynak aktarılması gelmektedir. Böylelikle, farklı yollardan, sanayileşme için gereken sermaye birikimi sağlanır. Bir yandan, köylüye düşük ödeme yapılarak satın alınan ürünlerden sağlanan yüksek oranda kâr sanayiye transfer edilir. Öte yandan da tarımda teknoloji kullanımı nedeniyle (ki bu teknolojiler erkeklerin hizmetine verilir) köyde işsiz kalan kesimin kentlere göç ederek yedek işçi ordusunu genişletmesi, sermaye birikimini ivmelendirir.
Türkiye’de söz konusu sermaye birikimi stratejisinin uygulanmaya başlaması ile birlikte, tarım dışı istihdam (sanayi ve hizmet dahil) yıllar içerisinde arttı. Buna rağmen köyden kente göç eden kadınların, tarım dışı istihdama katılımı artış göstermedi. Hal böyle olunca da kadın istihdamı sürekli bir düşüş gösterdi. KEİG tarafından 2008 yılında hazırlanan rapordaki veriler, “kalkınan” Türkiye’de kadınlara açılan yeni iş imkânlarının ne denli sınırlı olduğunu gösteriyor. Buna göre, 1955 yılında kadınların yüzde 72’si tarımda ve tarım dışında istihdam edilmekteyken, bu oran 1985’te yüzde 43’e düşmüş. Günümüze gelinceye dek düşmeye devam etmiş ve 2007 yılında yüzde 22,3 olmuş. Yine Gülten Kazgan’ın çalışmasına göre 1950’lerden önce kadın nüfusun yüzde 80’den fazlası işgücüne katılırken, bu oran 1985’te yüzde 30’lara düşmüştür. Özetle, tarımdan çıkan kadın işgücünün büyük bir oranı, sanayi sektöründe açılan yeni işlerde istihdam edilememekte, çağımızın “iyi” işleri olan bu işlerde ağırlıkla erkekler istihdam edilmektedir.
Kadınlar olarak, evdeki erkek egemen tahakküm ilişkisinden ve onun uzantısı olan kadına yönelik şiddetten kurtulmamız için, bağımsız bir gelirimizin olmasının önemini bilerek, kadın istihdamı konusunda uygun bir politika üretmek için çaba harcamak zorundayız. Sermaye birikiminin güncel ihtiyaçlarına yanıt verebilmek için ön plana çıkartılan esnek çalışma ile ilgili olarak, “uygun koşullar sağlanırsa kadınlar için fırsat mıdır?” sorusuna bizim verdiğimiz yanıt kesin ve net bir hayır! “Özel” ya da “tipik olmayan” istihdam biçimleri olarak anılan esnek istihdam, Batı’da 1970’lerin ortalarından itibaren ilkin, kısa süreli ve geçici işlerin, süreli iş sözleşmelerinin, taşeronlaşmanın gelişmesiyle sağlanmıştır. Türkiye’de ise esneklik, 1980’lerin sonunda hızlanan bir süreç olarak gündemimize girmiştir. Temelde işin ve üretimin örgütlenmesindeki değişiklikleri ifade eden esneklik kavramı, pek çok anlama gelecek şekilde kullanılmaktadır: Anında üretim, istihdamın ve işin esnekliği, yarım zamanlı çalışma, kısmi zamanlı çalışma, çalışma zamanının yıllar ile sınırlanması, çalışma süresinin paylaşılması ve kısaltılması kavramlarını içerir. Esnek denilen üretimin gelişmesine ayrıca eve iş alma, tele çalışma, taşeronlaşma, gibi iş süreçlerinin parçalanması da eşlik etmektedir. Esneklik sayesinde sermaye hem çalışma saatlerini uzatmayı, hem de emeğin maliyetini düşürmeyi başarmıştır. Söz konusu farklı esneklik biçimlerinin hemen hemen tamamı cinsiyete dayalı işbölümüne dayanmaktadır.
Esneklik üzerine yapılan çalışmalar esneklik kavramının kadın ve erkek işçileri aynı biçimde etkilemediğini de göstermiştir. Aslında içsel denilen esneklik (birden fazla iş yapma, rotasyon, görevlerin bütünleştirilmesi, takım çalışması) daha çok erkek işgücünü ilgilendirir. Dışsal denilen esneklik ise (eğreti işler, kısmi zamanlı çalışma, esnek mesai saatleri) en çok kadın işgücüne başvurularak sağlanır (Hirata vd., 2009). Kadınların ücretlerinin genellikle “ek gelir” olarak sunulmasıyla, ücretler arasındaki fark da meşrulaştırılır. Özetle, esnek ve eğreti işler yaratma ve geliştirme politikalarının asıl hedefi kadınlardır ve bu durum işgücü piyasasındaki mevcut yatay ve dikey ayrımcılığı pekiştirir.
Türkiye’de kadınların üretime katılmadıkları için egemenlik ilişkileri içinde ezilen taraf oldukları tezi yerine, ezildikleri için üretime son derece düşük statülerde katıldıkları ve dolayısıyla üretime katıldıkları halde uğraşlarının ekonomik faaliyet olarak değerlendirilmediği tezine katılıyoruz. Dolayısıyla feministler olarak kadınların istihdamına yönelik geliştirdiğimiz politikaların iki hedefi olmalı: 1) İşgücü piyasasındaki yatay ve dikey ayrımcılığı zayıflatmalı ve 2) kadının evdeki emeği üzerindeki erkek tahakkümünden kurtulmasına imkan tanımalı. Bu doğrultuda geliştirilen taleplerle yola çıkmamız önemli. Üzerinde tartışmaya başlamak için bir kaç öneri ile yazıyı bitireceğiz:
1- Kadınların ev içindeki yükümlülüklerini evdeki erkeklerle (baba, koca, ağabey, erkek çocuk) eşit derecede paylaşmalarına imkân verecek şekilde düzenlenen sosyal hizmetler ve mallar, doğrudan kamu bütçesinden tamamen ücretsiz sağlanmalıdır. Acilen kadınların çocuk, hasta, yaşlı, sakatlara yönelik olan ev içi bakım emeğini hafifletecek sosyal hizmetler geliştirilmelidir.
2- İşyerlerinde ve mahallelerde okul öncesi eğitime yönelik kreşler açılmalı ve okul sonrası çocukların anne bakımına muhtaç olmadan, farklı bir yetişkinin gözetiminde oynayıp, ders çalışabilecekleri, dinlenip, beslenebilecekleri mekanlar yapılmalı.
3- Kadınlar için teknik beceri edinme olanakları sağlanmalı, bunun için görece daha iyi kabul edilen teknoloji yoğun sektörlerde kadın işçi istihdamına yönelik en az yüzde 50 kota uygulaması getirilmelidir.
4- İŞKUR’un eğitim politikalarında ve diğer tüm teknik eğitimlerde kadınlara pozitif ayrımcılık sağlanmalıdır.
5- Görece daha iyi işlere tekabül eden imalat sanayinde iş kolu düzeyinde kadın istihdamı için en az yüzde 50 kota uygulaması hayata geçirilmelidir.
6- Aynı işyeri içerisinde emek yoğun işlere kadınların, teknoloji yoğun işlere erkeklerin yığılmasının önüne geçebilmek için her bölüm/ departman ve her iş için yarı yarıya kadın erkek eşitliği sağlanmalıdır.
7- Güney Afrika’daki apartheid (Afrika dilinde “ayrılık” anlamına gelmektedir) rejiminin sona erdirilmesi sürecinde hayata geçirilen, şirketlerin yönetim kadrolarında ve yönetim kurullarında en az yüzde 50 siyah kotası getirilmesine dair uygulama, kadınlar için hayata geçirilmelidir.
8- Sendika ve konfederasyonlarda yöneticilik ve başkanlık dahil her düzey için en az yüzde 50 kadın kotası getirilmelidir.
9- Sendikalaşmanın önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
10- Şirketler, iş kolları, sendikalar ve devlet kurumlarına dair yukarıda önerdiğimiz önlemlerin uygulanıp uygulanmadığı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından finanse edilen, bağımsız feminist kontrol kurumlarca denetlenmelidir.
11- İşyerleri muhakkak surette evin bulunduğu sokağa kadar servis imkanı sunmalı. Ayrıca kadınların şehir içinde güvenli ulaşımı sağlanmalıdır.
Kaynaklar:
Hirata H., F. Laborie, H. Le Doaré ve D. Senotier, Eleştirel Feminizm Sözlüğü, Kanat Yayınları, 2009, İstanbul.
KEİG, Türkiye’de Kadın Emeği ve İstihdamı, Sorun Alanları ve Politika Önerileri, Nisan 2009, İstanbul