Maden Emekçisinin Anası, Kadını ve Çocuğu Olmak!

Mutfak Cadıları – Haziran 2010

Kara elmas olarak anılan Zonguldak’ın Çatalağzı ilçesinde yaşayan bir maden işçisi anlatıyor:

…“Buralarda her iki kişiden biri mutlaka madencidir, ya komşunuz madencidir ya arkadaşınız madencidir ya da bir akrabanız mutlaka madencidir. Bu yüzden evlerde ya da kahvelerde hep madenler konuşulur, herkes madenin ayrı bir sıkıntısını anlatır, nasıl çalıştığını anlatır. Siz de görmeseniz bile az çok nasıl çalışıldığını bilirsiniz.”

Bir maden işçisinin eşi anlatıyor:

….. “Her gün eşim işe giderken dua ediyoruz ki sağ salim eve dönebilsinler diye. Eve geldiklerinde ise bir çift laf edebilmek için gözünün içine bakıyoruz ama yemeği yedikten sonra ya uyuyorlar ya da stres atmak için kahveye gideceklerini söylüyorlar tabi bizde o kadar çalışmanın sonucunda bu isteklerine bir şey diyemiyoruz. Kendi aramızda komşulara akrabalara ev oturmasına gidip vakit geçiriyoruz.’’

Ve diğer bir maden işçisinin eşi anlatıyor:

…“İlk TTK’ya işçi alınacakmış ben (eşi) de başvurdum dediğinde içimden dua ettim, ne olur kabul edilmesin diye. Ben babamdan da biliyorum neler yaşandığını bu nedenle eşimde de aynı korkuları hissetmek istemiyorum. Her gün evden çıktığında dua ediyorum, sağ salim eve dönebilsin diye. Her gün aynı korku… Eve geldiğinde ise o kadar yorgun oluyor ki yemek yiyip yatıyor, iki kelime edebilirsek ne güzel ama…’

Öyle bir meslektir ki madencilik; uğurlar olsun diye gönderilirler, geçmiş olsun diye karşılanırlar. Dünyanın en tehlikeli ve en riskli işlerinden biri olan madencilik sektörü Türkiye’de ölümlü iş kazaları arasında inşaat sektöründen sonra ikinci sırada yer alıyor. 2010 yılının ilk altı ayı içinde 67 maden emekçisi, 2004 yılından bu yana ise 216 maden emekçisi iş kazasında hayatını kaybetti. Bu kadar ağır ve tehlikeli çalışma koşullarında emekçiler her an burun buruna oldukları ölüme rağmen çalışırlar; çünkü evlerine aş götürmek zorundadırlar. Sadece ölümler değil, iş kazası sonrasında iş göremez hale düşmek de maden işçilerini ömür boyu bakıma muhtaç kılıyor ya da kömür tozu içinde çalışmanın ağır bedeli olan akciğerlerin iflasını sağlayan (silikosiz, akciğer amfizemi, akciğer kanseri…) meslek hastalıkları nedeniyle kalitesiz yaşam ve ölüm ikilemi arasında bir yaşam sürmeye mahkûm oluyorlar. Gerçeklik bize, tüm bunların kader olmadığı, düpedüz taammüden insan öldürmek olduğunu gösteriyor.
Neden? Çünkü 1980 sonrası uygulanmaya başlayan neoliberal politikalar ve sonrası özelleştirme ve ticarileştirme uygulamaları, ücretlerin bastırılması ve satın alma gücünün düşmesi, esnek çalışmanın yaygınlaşması, fason-taşeron uygulamalarıdır. Aynı zamanda emekçiler; örgütsüzleştiriliyor, edilgenleştiriliyor, bağımlılaştırılıyor ve değersizleştiriliyorlar.

Ağır ve acımasız çalışma koşulları altında yaşam ve ekmek kavgası veren maden emekçileri bu koşullara tek başına maruz kalmaz; aynı zamanda anaların, eşlerin ve çocukların ruhları ve bedenleri birlikte aynı koşulları yaşarlar. Kadınlar ve çocukların ifadesi ile karısına çocuğuna vakit ayıramayan erkeklerin, kahveye gitmelerine, sigarasına ve kaçamakları olan içki içmelerine göz yumarlarken, onların dar zamanda keyifli dakikalar geçirmeleri için fedakârlık gösterirler… Hayattan beklentilerin kalmadığı, küçük sevinçlerin dahi az yaşandığı, acıların ve kederlerin tamiri ve onarımıyla geçen ömürlerdir işçi ailesinin yaşamı… Diğer yandan ilçede gün geçmiyor ki bir kişi ölmesin ve ilçe halkı cenazede buluşmasın. Acıyı bastıran erkekler, seremoni içinde yası yaşayan ve sürdürenler ise kadınlardır…
Çatalağzı ilçesi yaz kış kömür tozu ile iç içedir. Doğa ve çevre madenlerden etkilendiği gibi, kadınlar ve çocuklar da hastalıklarla daima içiçedir. Madende çalışan erkekler başta olmak üzere ailedeki diğer fertler için kadınların en yoğun biçimde sarf ettiği emek hasta bakımınadır.

Öte yandan bağ bahçe işlerinin yapılması havanın kirinden nasiplenen meyve sebzenin tadını kaybetmesini kadınlar dertlenirken, diğer yandan ev içi temizlik işlerinin hiç bitmediğini, bunun da bitmek bilmeyen kömür tozlarının sayesinde olduğu kızgınlıkla ifade ederler. Diğer yandan temiz yıkanan çamaşırların beyaz asıp sonra griye dönen hallerini gördüklerinde ise ziyan olan emeklerine öfke duyarlar. Ne var ki tüm bu öfkeler ve kızgınlıklar yoksulluğun ve yoksunluğun içinde eriyip gider…
Kömürü değerli yapan kömürü çıkaran ellerdir; yani üretkenliktir. Üretkenlik olmazsa kendi başına kömürün hiçbir anlamı olmaz yani değersizdir. Çalışma koşulların düzeltilmesi için emekçilerin ve ailelerinin bu değerin farkına varması gerekiyor ki üretimden gelen güçlerini kullanabilsinler. Diğer yandan emek gücünü her gün yeniden üreten kadınların da bu sürecin başat aktör olduğunun farkına varmaları ihtiyaçtan öte bir zorunluluktur.

Sendikal mücadele önemli, aynı zamanda bugünkü düzene razı gelen sendikacılara karşı baş aktör olarak maden emekçilerin karşı duruşları da bundan sonraki süreci belirleyecektir. Ancak bölgede yoğun göç olması, işsizlik, yoksulluk ve yoksunluğun olması mücadeleyi ve kolektif olmayı yavaşlatıyor. 1991 yılındaki “Büyük Zonguldak Yürüyüşü” hafızalardan silinmemiştir. Mücadelede, dirençli kararlı olanlar ise maden emekçilerinin anaları, kadınları ve çocukları olmuştur. Ve Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK) özelleştirilmekten kurtulmuş ve emekçiler, aileleri toplu iş sözleşmesi ile önemli kazanımlar elde etmiştir. SEKA direnişinde de yine kadınlar baş aktördür. Diğer yandan Karadeniz bölgesinde HES’lerin yapımına karşı çıkan kadınlar ile birlikte erkekler olmuştur, direnişler ise devam etmektedir. Novamed, Desa ve Sinter…Ve de halen süren TEKEL direnişinde kadınların kararlı tutumu önemli rol oynamaktadır.

Hayat koşulları gitgide ağırlaşıyor, sömürü derinleşiyor. Bunun içinde çifte ezilen kadınlar daha da eziliyor. Özne olduğunu farkına varan kadınlar değişimin ve dönüşümün habercisi olduğu gibi bizzat uygulayıcı aktörler olduğunun bilincine vardıklarında insana, doğaya ve tarihe saygılı onurlu bir yaşamı sağlayacak hayat çok yakınımızda demektir.

Yorumlara kapalıdır.