Mutfak Cadıları (1.sayı, Mart 2010)
Başbakan demişti en az üç çocuk diye, cevabını ilk kez 8 Mart’ta vermiştik: “Bana bak başbakan, tepemizi attırma, kendin yat kuluçkaya, bir Türkçük, iki Türkçük, üç Türkçük, doğurmaya…” Muhatabı bizdik, cevap veren de biz olmuştuk. Kadınların sadece çocuk doğuran anneler olarak görülmesine karşı çıkıyorduk.
Konya’nın Seydişehir ilçesi Gevrekli Belediye Başkanı Cavit Şirin, Başbakan’ın sözünü iyi dinlemiş belli ki, bir açıklama yaptı geçen ay içinde: “Çocuk Sayısını Arttır, Suyu Ucuz Kullan!” Böylece vatandaşların, bakmakla yükümlü oldukları üç çocuktan sonra, yapacakları her çocuk için suyu yüzde on daha ucuz kullanmalarını sağlayacak bir uygulama başlatmışlar. Haberde vatandaş geçiyor, çocuk yapmak geçiyor da, bu çocukları kim doğurur, kim büyütür hiç geçmiyor!
Türkiye, genç nüfusuyla övünen ve bunun üzerinden uluslararası alanda politikasını belirleyen bir ülke ancak nüfusun yaşlanma eğiliminden bahsediliyor. Avrupa Birliği ise bir yandan Türkiye’nin genç nüfusundan korkarken, öte yandan bundan yararlanmanın yollarını arıyor. Hal böyle olunca, hükümet, nüfusu arttırarak, her daim genç tutulmasını istiyor. Patriyarkal kapitalist sistemin istediği tam da bu olsa gerek.
Amaç, kadınları doğurmaya teşvik ederek, çalışabilir nüfusu yüksek tutup işgücü piyasasının genişlemesini desteklemek, böylece ücretleri düşürmek. Nasılsa sosyal devlet harcamalarını gün geçtikçe daha da kısan devlet, gittikçe büyüyen bir yedek işgücü piyasasından ve ücretlerin düşmesinden rahatsızlık duymayacak, çünkü evdeki kadın hem çocuklara bakacak, hem de düşük de olsa ek gelir getiren faaliyetlerle hane halkının ölmeden ayakta kalmasına yardım edecek. Elbette aile içi cinsiyete dayalı iş bölümünü sorgulamaya gerek duymadan ve çünkü tam da bunu isteyerek!
Acaba Gevrekli Belediyesi çocuk yapın derken, bu kadar çocuğun bakılabileceği kreşleri açmanın da kendi hizmet alanı olduğunun farkında mı? Kadınlar daha fazla çocuk yaptıkça, bu çocukların bakımını karşılama yükü ailede ve “tabii ki” kadının üzerinde oldukça, daha fazla kadın doğurdukça işgücü piyasasından çekilecek ve evlere kapanacak… Peki çalışmaya devam edebilme lüksüne sahip olan kadınlar ne olacak? Onlar da ‘kötü anne’ olduklarını hissedecekler. Zira bütün kadınların ilk önce birer anne olduklarının söylendiği, dahası hissettirildiği bir toplumsal düzende, çalışan kadının anne olma yükünden kurtulmuş kadın olduğunu kim iddia edebilir?
Çocuk yapın denilerek, kadın bedeninin üzerinde yeterince fazla olan tahakküm, fütursuz, korkutucu boyutlara getiriliyor. Kadın, ne zaman, kaç tane çocuk doğuracağına kendi karar vermelidir. Onu dokuz ay karnında taşımak yükünün, doğurduktan sonra artan annelik emeğiyle devam ettiği koşullarda, buna karar hakkının kadından alınması düşünülemez. Bu yükün farkında olarak çocuk yapmayı istemeyen kadınların, çocuk yapma hakları da ellerinden alınmış olmuyor mu?
Başka bir perspektiften, “batı”nın “doğu” karşısındaki çoğalması istenen! Kürt demeye başladık sonunda da, hükümetin yapmak istediğinin bundan bir adım fazlası olmadığı gün be gün daha açık bir şekilde gün yüzüne çıkmaya başladı. Öteki üzerinden kurulan bir Türk ulusal kimliğinde, eğitimsiz Kürt nüfusu artmaya devam ederken, Türklerin sayıca artmaması korkulur bir hâl haline gelmeye başladı. Kürtlük karşısında Türklük, Türk annelerinin vatana millete hayırlı çocuklar yetiştirmeleriyle kurulabilir ancak! Tabii bütün bunlar yapılırken o ‘hali hazırda’ artmış Kürt nüfusunu ve bu nüfusun yarattığı ucuz emek gücünü kullanmak da gayet mubah!