mutfak cadıları-Mart 2010
Kadınların en fazla istihdam edildiği tarıma dair elle tutulur araştırma ve istatisklerin bulunmaması bir yana; feminist bir söylem de geliştirilebilmiş değil henüz!
Türkiye’de Tarımsal istihdamın hızlı düşüşüne rağmen kadınlar hâlâ en çok bu sektörde istihdam edilmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2009 verilerine göre istihdam edilen kadınların yüzde 46,5’i tarım sektöründe yer alırken, kadınların erkeklere göre bu alanda istihdam edilme oranının yaklaşık 2,5 kat fazla olması, yani sektörde erkek istihdamının azalmasına karşılık kadın istihdamının artması dikkat çekicidir.
Türkiye’de 80 sonrası hız kazanan ve hızını alamayıp önüne ne gelirse yok etmek ve kendi düsturuna uygun hale getirmek üzere tahrip eden neoliberal politikalar tarım sektörünü derinden etkiledi ve tarımı çokuluslu şirketlerin alanı haline getirdi. Tarım devlet eliyle kapitalist dönüşüme uygun hale getirilerek, üretim araçlarındaki söz, yetki ve karar egemenliği küçük çiftçilerden şirketlere geçmiş oldu. Köylülerin nesilden nesile aktardıkları, özellikle kadınların önemli rol oynadığı yerel bilgi ve pratiklerin yerini; şirketlerce daha fazla verim için hesaplanan tohum ve piyasa bilgileri almaya başladı. Sermaye hâkimiyetinin güçlenmesiyle geniş bir köylü kitlesi üretimden kopartıldı. 2001 krizinden sonra da tarımda hayata geçirilen IMF-Dünya Bankası patentli reformlar, köylülüğün çözülme sürecini iyice hızlandırdı.
Köylülerin yereldeki kökleri, kültürleri, etnik özelliklerini yok sayan bu yıkıcı dönüşüm; erkeklerin tarımı terk etmelerine neden olurken, tarım dışında yaratılan istihdam alanları erkeklere göre belirlenip, tarım kadınların kaderi olmaya devam ediyor. Köyden kente göç halinde ise kadınlar kentlerde kayıt dışı, iş ve sosyal güvenliği olmayan iş alanlarına, derin bir yalnızlığa ve yoksulluğa mahkûm ediliyor.
Tarımda kadınlar ağırlıkla küçük ölçekli topraklarda aile işçisi olarak çalışıyor. Ev işleri ve bakım hizmetlerinin yanı sıra tarımsal faaliyetlerde erkeklerden daha fazla iş yükü ile ücretsiz aile işçisi olarak hiç bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olmadan çalışıyorlar. Üstelik bu tarımsal faaliyete katılım; kadın söz konusu olduğunda ev işlerinin bir uzantısı olarak algılanıyor. Yani ineğin sağılması, sütün süzülmesi, ahırların temizlenmesi, tarlada saatlerce iki büklüm sekilde çapa yapılması kadının rutin günlük yaşam faaliyeti olarak kabul ediliyor. Ayrıca kadınların yaptıkları işlerden elde ettikleri ürünler; kış için hazırladıkları yiyecekler – ki bu kadınlar aynı zamanda kentlerde yaşayan akrabalarına da bunlarla destek vermekteler- giyecekler ekonomik bir değer olarak görülmüyor. Özetle, kırsal alanlarda üretim ile yeniden üretim mekânlarının birbirinden ayrılmaması, kadınların tarımsal faaliyetlerini hepten görünmez kılıyor.
Yine tarımsal faaliyetlerden elde edilen gelir de ailenin ataerkil yapısından ve pazara erişim imkânı olmadığından elbette kadının eline geçemiyor. Olur da bir ineğin sütünden elde edilen parayı kendine ayırması söz konusu olmuşsa, o para çocuğun okul masraflarına, kızın çeyizine veya çocukların kontör masraflarına gidiyor.
Erkek egemen kapitalist üretim sisteminde dayanak bulan modernleşmeci bakış açısı hayatı hep birbirine paralel ikili zıtlıklar üzerinden kurgulamaya koşullandırıyor: modern-geleneksel, ileri-geri, kent-köy, bilgili-cahil, eğitimli-eğitimsiz, vasıflı-vasıfsız… Ezilenin de ezileni sayılan köylü bir kadının da bu ikili zıtlıklardan payına düşen, “geleneksel”, “geri”, “cahil”, eğitimsiz”, “vasıfsız” vs olmaktır.
Ne yazik ki elimizde bugüne kadar Türkiye özelinde kırsalda kadın, tarım ve kadın konusuna dair yeterli araştırmalar bulunmuyor. Bu alanlara dair istatistiksel veriler oluşturulurken de kadınlar yok sayılıyor. Çiftçi kadının, köylü kadının, mevsimlik işçi kadının sesini içeren herhangi bir bilgi veya kendisine ulaşılabilecek kanallar, bu kadının kendisini merkeze koyacak yöntemler dahi yok. Tarım dışı istihdamda kadının yeri üzerine pek çok çalışma bulabilmek mümkünken, kadınların en fazla istihdam edildiği tarıma dair elle tutulur feminist bir söylem de geliştirilebilmiş değil henüz.
Kapitalist kalkınma söylemine alternatif olma iddiası taşıyan, gerek kırsal kalkınmacılar gerekse ekolojistler de kırsalda yaşayan kadınların seslerine kulak vermeden cinsiyetsiz bir “kırsal hayatı teşvik” üzerinden söylemler geliştirebilmektedirler.
Oysa kadınların tarımsal faaliyetleri herşeyden önce günümüz koşulları altında tarımsal üretimin devam edebilmesini sağlamaktadır. Ayrıca kırsal yaşamı sürdürülebilir ekolojik bir denge içerisine oturtmaktadır. “Tohum yetiştirme yöntemlerinin geliştirilmesi, türlerin ıslahı kadınların birikimleridir ve bu birikimler çok uluslu genetik teknoloji devleri karşısında hayatın patentlenmesine karşı evrensel ve paylaşılabilen bir birikimi ifade etmekte ve bir direnme noktası oluşturmaktadır” (Seçkin, 2005, S1).
Ancak bunu söylerken gözardı edilmemesi gereken çok önemli bir nokta var ki o da kadınların köyde yaşamak istememesi. Köylerde yaşayan ve tarımsal üretimde yer alan kadınlar bilgi birikimlerinin hiçe sayılmasından – ki bu birikimin değerinin kendileri bile farkında değiller- elektrik, su, sıcak su gibi sosyal hizmetlerin yokluğu nedeniyle de ikiye katlanan iş yüklerinin ağırlığından şehre göç etmek istiyorlar. Televizyon dizilerinde gösterilen rahat evleri ve yaşamı özlüyorlar. Bu da bize kadınlara dair kurtuluşun sadece kent ve köy gibi mekânsal – ki bu bizi doğrudan kalkınmacı söyleme götürüyor- veya köylü, işçi, girişimci gibi sınıfsal söylemler üzerinden tarif edemeyeceğimizi gösteriyor
Kaynaklar:
Bilge Seçkin- Kadınlar Başka Bir Dünyayı Yeşertebilir Mi?
Prof.Dr.Bülent Gülçubuk- Tarımda Kadınların İşgücüne Katılımının Boyutları: Türkiye İncelemesi
http://Www.Karasaban.Net