Mutfak Cadıları – Temmuz 2010
“Kadınlar, tüketiciler olarak, Çin ile Hindistan’ın pazar toplamının 2 katı kadar büyüklükte bir fırsat sunuyor şirketlere. Dünya çapında kadınların toplam yıllık kazançları 13 trilyon dolar iken, tüketim harcamaları 20 trilyon dolar…” diyor M.J. Silverstein ve K.Sayre; “Hal böyleyken şirketler kadınlara yeterince iyi davranmıyor, onların istek ve ihtiyaçlarını anlamıyorlar, sanki satın alma kararını verenler onlar değilmiş gibi davranıyorlar”. Yazı devamında hangi şirketlerin ne gibi stratejilerle kadın müşterileri tavladıklarını, ne kadar başarılı olduklarını ele alıyor ve kadın müşterilerine daha iyi hitap edebilmek için ne gibi yöntemler izlemeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunuyor.
Niyetimiz, şirketlerin neler yaptığı, yapması gerektiği kısmını bir kenara bırakıp, kadınları tüketici olarak böylesi ‘önemli’ yapan, kazandıklarının neredeyse hepsini harcamaya götüren, hatta kazanmak zorunda bırakan nedenleri incelemek. Bu elbette kısa bir yazıya sığmayacak kadar geniş bir konu. Ancak bir yerinden anlatmaya başlayalım istedik.
Özellikle tüketim biçimlerinden bahsederken, ‘kadınlar’ diye bir kategori oluşturmak makul değil elbette. Kadınların; mensubu oldukları sınıfa, kocalarının statüsüne, sahip oldukları çocuk sayısına, ailelerinin ihtiyaçlarına, çalıştıkları ortama bağlı olarak birbirinden farklı ihtiyaçları var. Dahası bu ihtiyaçları giderebilme koşulları birbirlerinden oldukça farklı; kazançları, zamanları, alışveriş merkezlerine ulaşabilirlikleri…
Genellikle ortak olan birkaç ortak nokta ise aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Aile bireylerinin ihtiyaçları için alışveriş genellikle kadınların sorumluluğundadır. Bunun için para, vakit, emek harcarlar. İhtiyaçların giderilmesi için satın alınan ürünlerin tüketilebilir hale getirilmesi; yiyeceklerin pişirilmesi, masanın daha önce yıkanmış tabak, çatal vs. ile hazırlanması, giyeceklerin yıkanması ütülenmesi işlemini bir kenara bırakıyoruz şimdilik.
Aynı zamanda kadınların çoğundan aile bütçesini en iyi şekilde kullanması beklenir. Aile bütçesi = Erkeğin kazandığı para (ihtiyaçlardan arta kaldığında erkeğin tasarrufunda birikecek olan para) + Kadın çalışıyorsa kazandığı ‘ek’ para (hemen hepsi aile bireylerinin ihtiyaçları için harcanacak olan para).
Evde kimin neye ihtiyacı olduğunun belirlenmesi, hangi bütçeyle alınacağı, hangi mağazadan maksimum fayda sağlanarak alınabileceği gibi başlı başına emek, konsantrasyon, vakit ayırma, organizasyon gerektiren işler ile saptanan ihtiyaçların vakit harcanarak gidip alınması, eve taşınması, alınan eşyaların yerleştirilmesi de kadının görev alanına girer.
Bunlar dışında kadınlar bakımlı ve güzel olmak zorundadır erkekler için, erkekler tarafından beğenilebilmek için, arzu nesnesi olabilmek için. Kadınlar patronları için iş yerinde göze hitap etmeli, prezantabl ve bakımlı görünmelidirler. Kocaları için her daim beğenecekleri şekilde giyinmeli, güzel kokmalı, her daim genç kalmalı, evlenmemiş ise beğenilen mertebesine ulaşabilmek için en güzeli olmalıdırlar. Bu o kadar önemli ve keskin bir gerçeklik olarak dayatılır ki, biz kadınlar eksik, özürlü sayarız kendimizi, olabileceğimizin en güzeli, en bakımlısı, en şıkı olamazsak. Biz bu gerçekliği kabullenmezsek de gerçeklerin farkında olmayanlar olduğumuzdandır, beceriksizliğimizdendir…
“Ne güzel ki tüketebiliyor kadınlar; adamlar kazanıyor, kadınlar harcıyor, iyi ki tüketebilecek bir gelirleri var, bunun neresinde sorun var?” diyeceksiniz.
Bunun en çok kime iyilik, fayda sağladığının cevabını vermek gerekiyor bunun için. Kadınlar daha çok tüketebilsinler diye, parası olanlara bin türlü imkân sağlanıyor, çalışabilmek için çocuklarını bırakmaya kreş bulamayan (veya kreş parası kadar kazanamayan) kadınlar, alışveriş yapmak istediklerinde ücretsiz kreşlere kavuşabiliyorlar. Belli ki birileri kadınları alışveriş yaparken görmek istiyor, çalışırken değil.
Her üretim dolaylı ve dolaysız tüketimdir; her tüketim de dolaylı ve dolaysız üretim. Tüketmek ihtiyaçlarımızı gidermek içindir, ihtiyaçlarımızı gidermek bizi güçlü kılar, yeniden üretir. Ancak ihtiyaçlarımızın ne olduğunu biz belirlemeyiz çoğunlukla. Patriyarkal ve kapitalist iktidar ilişkilerinin günlük hayatımızdaki en belirgin izdüşümü belki de ihtiyaçlarımızın ne olduğuna ve nasıl giderileceğine şekil vermesidir, biz farkında bile olmadan. Hangi ihtiyaçlarımızı köreltip hangilerini besleyeceğimiz, neyi isteyip neyi isteyemeyeceğimiz eğitim sistemi, din, aile, devlet, ekonomi tarafından belirlenir ziyadesiyle. Karnını doyurmak, sevişmek, uyumak, sosyal olmak, eğitim almak, iş-güç sahibi olmak rastgele gelişen eylemlilikler değildir nitekim. Neleri tüketebileceğimizi, ne kadar tüketebileceğimizi de patriyarkal kapitalist yapının neresinde durduğumuz belirler; kaç paramız var, istediklerimizden hangilerini içinde bulunduğumuz koşullarda giderebiliriz…
Bu ihtiyaçların bir kısmı, piyasada meta olarak karşılığını bulduğu ve kâr yarattığı ölçüde kışkırtılabildiği kadar kışkırtılır, hatta bazen olmazsa olmaz hale gelir. Tekstil, kozmetik gibi devasa sektörler açığa çıkar. Bankada çalışan bir kadın, bunca ‘piyasa imkânı’ içinde, maaşının yarısından fazlasını müşterilere güzel görünmek için harcar. Yeterince bakımlı olabilmek için en uygun kremleri kullanır, kuaförde saatlerini, paralarını harcar. Kötü giyinerek bankada çalışabilme olanağı yoktur, işini kaybeder. İyi giyinmek ve bakımlı olmak için ise maaşını kaybeder, yıllarca çalışsa bile işsiz kaldığında hayatta kalabileceği kadar maddi imkân yaratamaz, para biriktiremez.
Bazı ihtiyaçlar ise patriyarka tehlike yarattığı ölçüde bastırılır. Örneğin bedeni cinsel dürtülerle tanışan bir kız çocuğunun, ayıp, günah, kötü kadın, dayak gibi kavramları hemencecik öğrenmesi gerekir. Kadınlar sevişmeye ihtiyaçları olmadığını düşünerek büyütülürler, gerçekten de evlenmeden, sadece kendi zevkleri, ihtiyaçları için sevişseler ölürler, öldürülürler, bedenimizle ihtiyaçlarımız arasına kanun girer, baba girer, patriyarkanın ihtiyaçları girer. Seks, kapitalizm için meta olduğu ve erkek egemenliğine zarar vermediği ölçüde kışkırtılır öte yandan. Kontrol altındaki pazarın patronunun kim olduğu belli olduğu için kadınlar bir tehlike arz etmeyeceklerdir…
Öte yandan, bazı ihtiyaçlar bastırılamasa da, uğrunda ölünse de, kimseye bir şey ifade etmeyebilir. Üretim insanların ihtiyaçları içi yapılmaz, koşullarını kâr olup olmadığı belirler. Dolayısıyla atılan binlerce ton gıda varken birileri açlıktan ölebilir.
Neticede kadınları tüketim mallarının tüketiminde bu kadar etkin yapan nedenin en başında kendileri için değil, aile, iş, erkekler için satın alıyor olmaları gelir. Kadınlar herkes için satın alıyorlar, satın aldıklarının tüketilebilir hale gelmesi için tekrar üretiyorlar, emek veriyorlar. “Alıyorlar-veriyorlar ekonomiye can veriyorlar”. Ekonomiye, aileye, çocuklara, iş yerine, erkeklere can veriyorlar. O kadar basit bir mesele değil can vermek. En az canı kendilerine veriyor olmalılar ki, tüketici olarak bu kadar ‘önemli’, ‘güçlü’ kadınlar toplumda bu kadar güçsüzler.
Bu durumda tüketilen biz oluyoruz. Kendimizi ‘kendimiz için’ yeniden üretmek yerine, patriyarkal kapitalist sistemi yeniden üretiyoruz. Biz onu besledikçe o bizi yutuyor, o bizi yuttukça biz onu besliyoruz…