Hacer 49 yaşında dul kalıp da eli ekmek tutan çocukları da hayırsız çıkınca, sevap işlemeye meraklı konu komşu kolları sıvayıp ona yeni bir koca buldu. “Yaşı biraz geçkince ama hem evi hem maaşı var; can yoldaşı olursunuz”, dediler. Hacer, “hükümet nikâhı” diyecek oldu ama adamın çocukları, babaları ölünce mirastan Hacer’e pay düşer endişesiyle karşı çıktılar. Neticede Hacer pılısını pırtısını toplayıp adamın evine taşındı, imam nikahı kıyıldı, ortak yaşam başladı.
Aradan on yıl kadar geçmişti ki adamın kansere yakalandığı anlaşıldı. Önce ameliyat, ardından kemoterapi. Hacer kaç gece hastanede bir sandalyenin üstünde sabahladı; “koca”sının bezini değiştirdi, kusmuğunu temizledi. Fakat tedavi işe yaramadı. Emri hak vaki olunca adamın çocukları kapıya dayandı, “evi boşalt, biz burayı satacağız”, dediler. Hacer, nikâhsız yaşadıkları için Medeni Kanun’a göre hiçbir hakkının bulunmadığını öğrendi. Ne mirastan pay, ne devletten maaş ne de bakım emeği için tazminat.
Hacer şimdi yeni kocasının evine taşınmaya hazırlanıyor. Bu adam da yarı felçli. Hacer yine silecek.. süpürecek.. toz alacak.. yıkayacak.. katlayacak.. ütüleyecek.. pazardan alışveriş yapacak.. ayıklayacak.. pişirecek.. toplayacak.. Yıllardır yaptığı gibi ve artık yıpranmış olan bedeninin izin verdiği kadar.
Hacer’in haklarını Medeni Kanun korumuyorsa hangi kanun koruyor acaba? Örneğin İş Kanunu.. Öyle ya, Hacer ile “koca”sı arasındaki ilişki, bir yanıyla işçi-işveren ilişkisini de çağrıştırmıyor değil. Yani kadın adama emek gücünü tahsis ediyor ve karşılığında barınacak bir çatı ve üç öğün yemek veriliyor kendisine..
Ne var ki İş Kanunu, yasadaki ifadeyle, “bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartlarını” düzenlemekte. “İş sözleşmesi” ise, bir tarafın (işçi’nin) bağımlı olarak iş görmeyi, bir tarafın da (işveren’in) ücret ödemeyi üstlenmesiyle ortaya çıkıyor ki Hacer’in boğaz tokluğuna çalıştığı, dolayısıyla durumunun buna da uymadığı ortada.
“Ev işleri doğrudan maddi katkı sayılamaz”
Patriyarkal yasallık, nikâhsız kadının emeğini yok hükmünde sayıyor da nikâhlı kadının hakkını hukukunu gözetiyor mu? Yargıtay’ın, kadının ev içi emeğini yok sayan yeni bir karar aldığını okuduk. Yargıtay 8’inci Hukuk Dairesi, boşanan kadının ev işi yapıp, çocuklara baktığı için kocasından “katılma alacağı” talep edemeyeceğine karar verdi.
İstanbul’da bir kadın 30 yıldır evli olduğu kocasından boşandı ve Kartal 3’üncü Aile Mahkemesi’ne, ‘katılma alacağı’ davası açtı. Bankadaki paradan 18 bin 55 lira, emekli ikramiyesinden 10 bin lira, kocasına kayıtlı mesken için bin lira, ev içi emeğinin karşılığı olarak da bin lira olmak üzere toplam 30 bin 55 lira lira talep etti.
Kartal 3’üncü Aile Mahkemesi, “Edinilmiş mallara katılma” rejimi çerçevesinde bankadan çekilen nakit para miktarının yarısının yasal faiziyle birlikte kadına ödenmesine karar verdi. Ancak, kadının ev içi emekleri nedeniyle talep ettiği para ve diğer talepleri reddedildi.
Dava temyiz edildi. Yargıtay 8’inci Hukuk Dairesi, kadının temyiz itirazını reddetti ve bu kararı onadı. Yargıtay, boşanan kadının ev işi yapıp, çocuklara baktığı için kocasından “katılma alacağı” talep edemeyeceğine karar verdi. Kararda, “davacının, ev kadını olarak yemek ve temizlik işlerini yapması, çocukların bakımını üstlenmesi kanunun aradığı anlamda doğrudan maddi bir katkı sayılamaz”, denildi.
Haberin yer aldığı gazetede, Yargıtay’ın daha önce de benzer bir karara imza attığı hatırlatılıyor. (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22091382.asp) Ankara 5. Aile Mahkemesi hakimi Şerafettin Şenver, evlilik sürecinde edindikleri mallardan katkı payı talebinde bulunan kadının talebini uygun bulmuş ve evlilik sürecinde alınan ev ile otomobilden kadına belli bir oranda katkı payı verilmesine karar vermiş. Ancak davalı kocanın temyizi üzerine, Yargıtay 2’inci Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararını bozmuş. Kararda yine, kadının ev kadını olarak yemek, temizlik, çocuk bakımı işlerini yapmış olmasının katkı sayılamayacağı iddia ediliyor.
Oysa, kadınların “doğal görev”i sayılan her bir “hizmet”in (yemek, temizlik, ütü, çocuk ve hasta bakımı vb.) piyada ücret ya da fiyat olarak bir bedeli var. Bu işler kadının sırtına yıkılmamış olsaydı, adamlar ev ya da otomobil alacak birikimi nasıl gerçekleştireceklerdi acaba? “Erkeklerden, sermayeden, devletten alacaklıyız” dediğimizde, sözümüz belki bazı kadınlara ulaşmamıştı. Fakat sağolsun (!) Yargıtay, kapitalizmin ve patriyarkanın bekçiliğine soyunarak durumu bütün çıplaklığıyla ortaya koymuş. Kadının görünmeyen emeği “takdir”, “sevgi” ya da “vefa” olarak geri dönerse ne âlâ! Dönmezse de kadınlar üstüne bir bardak su içsin; kaderde bulsun suçu..
Karşı oy yazısında CEDAW’a referans
Yargıtay’ın kadınlar aleyhine verdiği başka kararlar da var. Sözgelimi, nikâhı olmadan bir adamla 19 yıl yaşayan kadının açtığı davada, Adana 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tazminat istemini kısmen kabul ederken Yargıtay 4’üncü Hukuk Dairesi kararı oy çokluğuyla bozdu.
Hikâye şöyle: 19 yıl süren nikâhsız birliktelikten ve 3 çocuktan sonra, adam kadını terk ederek bir başkasıyla evleniyor. Kadın da “haksız eylem” nedeniyle dava açıyor ve manevi tazminat istiyor. Yargıtay’a bakılırsa, “davacı ile davalı arasındaki gayriresmi birliktelik, hukuk alanında geçerlilik taşıyan bir evlilik değil”. Kararda, “kadın rızasıyla birlikte olmuş ve evlilik vaadiyle kandırıldığını kanıtlayamamıştır”, deniliyor.
Karşı oy kullanan üyelerden birisi kadın (Daire Başkanı Şerife Öztürk). Erkek üyenin (Bilal Köseoğlu) gerekçesi de ilginç: Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’a gönderme yaparak, “davalı davacıyı yıllarca cinsel olarak onun niyetini kötüye-boşa çıkararak sömürmüştür. Kanun maddelerinin yetmemesine karşı CEDAW hükümleri davalının bu davranışını yasaklamakta ve sözleşmenin tarafı devletleri cinsiyet sömürüsüne karşı uyarmaktadır. T.C. bu sözleşmeye taraf olmakla davacının tazminat hakkını korumakla görevlidir”, diye yorumlamış. (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21139688.asp)
Görüşüne başvurduğumuz eski bir yargıtay tetkik hâkimi, Yargıtay’ın geçmiş yıllarda aldığı kararlarda, uzun süren birliktelikleri evlilik ilişkisi gibi değerlendirme ve dolayısıyla kadının haklarını gözetme eğiliminde olduğunu, fakat son dönemde Yargıtay’ın yapısında meydana gelen değişiklikle birlikte bu eğilimin ortadan kalktığını belirtti. Nitekim, aynı dairenin aldığı başka bir karardan, nikahsız birlikte yaşamanın ahlaka aykırı olduğuna dair bir sonuç çıkmış. (http://haber.gazetevatan.com/nikahsiz-yasamak-ile-fuhus-ayniymis/481193/1/Haber)
Nikahsız birlikte yaşayan ve bir çocukları olan çiftin ayrıldıktan sonra ziynet eşyalarının iadesiyle ile ilgili açılan davada, “davacının davalıya verdiği ziynet eşyalarının meşru olmayan bir maksadın istihsali için verilmiş olduğunu kabul zarureti vardır. Borçlar Kanunu’nun 65. maddesine göre gayri ahlaki bir amacı sağlamak için verilen şeylerin geri alınması mümkün değildir” deniliyor. Gerçi bu yorumla kadın ziynet eşyalarını iade etmek zorunda kalmayacak ama kararda ima edilen şey çok açık ve kadın emeğini gözeten bir yanı hiç yok. Üstelik bu kararın yol açabileceği hukuki sonuçlar da kadınlar açısından endişe verici. Nihayetinde Yargıtay’ın verdiği kararlar, yerel hâkimlerin kararları üzerinde belirleyici oluyor.