Tecavüzde “Kadın Ceza Hukuku”…

img_2758Tecavüz suçlarında ‘kadın ceza hukuku’ adaletin neresine düşer?

Bu yazının konusu, politik olarak cinsiyet temelli fiili eşitsizliklerin beslediği şiddet ve ayrımcılık ile, en önemli sanık haklarından olan savunma hakkı. Ne var ki, gerek uzun tarihsel geçmişine, gerek savunma hakkının katledildiği davalara, gerekse de bu ülke topraklarında öldürülen, tecavüze maruz kalan, şiddet gören on binlerce kadının, faillerin savunma hakkı gerekçe gösterilerek hukuk düzeninden nasıl itildiği, burada açıklamakta eksik kalacağımız kadar geniş ölçekli bir konu.

Türkiye’de de kadın hareketi 20 yılı aşkın süredir, “şiddet kimin suçu neyin utancı?” diye sormakta. Bu soruyu hukuk sistemine karşı, 1987 yılında “kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” diye karar veren hakime sormakla başladılar, bugün aynı soru sorulmaya devam ediyor ve mahkemelerin verdiği her haksız tahrik indirimi, tecavüz suçlarında gerekli özenli araştırma, soruşturma ve yargılamayı yapmayan savcılar ve hakimler olduğu sürece sorulmaya devam edilecek.

Adalet önünde eşitlik ilkesi, mağdur ve sanığı da içine alan, hukuk sisteminde şemsiye nitelikli en önemli ilkelerden biridir. Ceza hukukunda, mağdurun kanuni yollara başvuru hakkının elinden alınamayacağı ve adaletli bir yargı sürecinin yürütülmesi gerekliliği söz konusu iken, sanıkların hakları da aynı ilke kapsamında gözetilir. Yargı sürecinin objektif bir bağımsızlık içinde seyretmesi için adalet duygusunun mağdur ve sanık tarafından hissedilmesi ve zedelenmemesi gerekir.

Hukuk devleti, devletin, devlet kurumlarının, kişilerin hukuk kuralları ile bağlı olması ve faaliyetlerinde hukuk kurallarına uygun hareket etmesini öngörmektedir. Hak arama özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, kanuni hakim güvencesi hukuk devletinin en önemli araçlarından biridir. Hukuk devleti araç ve amaçları aynı ölçüde, “devlet iktidarının sınırlandırılmasını’’, “demokratik bir toplum düzeninin gerçekleştirilmesini” ve “adaletin sağlanmasını” esas almaktadır. Bugün insan hakları tarihsel gelişiminin altında da, iktidarın sınırlandırılarak demokratik bir toplum oluşturma çabası yer almaktadır.

Sanık hakları gelişiminin uzun bir tarihsel süreci vardır. Bu süreçte bugün adil yargılanma hakkının çok önemli bir parçasını oluşturan savunma hakkı, uzun mücadelelerin ardından demokratik hukuk devletlerinde kazanılmış bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir suçlu olarak ötekileştirilen, insan onuruna uygun olmayan cezalara, işkencelere maruz kalan, konuşma hakkı verilmeyen bir adalet tarihçesinde sanığın, savunma hakkının kutsallığı bugün tartışılmazlığı kesin bir konudur.

Fethiye’de Ne Oldu?

Fethiye’de yıllar önce bir kadın arkadaşımızla beraber yüzlerce kadın birlikte bir hukuk mücadelesi başlattılar. Savcının soruşturma yapmaması, delil toplamamasına rağmen, hiçbir makul gerekçe gösterilmeksizin kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ve davanın ancak 3 yıl sonra olağanüstü kanun yolları kullanılarak açılabilmesine rağmen kadınlar davanın peşini bırakmadılar ve her duruşmada “erkek adalet değil, gerçek adalet” diye bağırmaya devam ettiler.

Peki ama 3 yıl sonra açılan davada, sürecin bu kadar sağlıksız bir şekilde işlemiş olmasını, usule uygun olarak delillerin toplanmadığını da göz önünde bulundurarak, davanın bu aşamadan sonraki seyrinin adaletli yürüdüğünü söyleyebilir miyiz? Yargılama süresi içinde, kadın arkadaşımızın bütün kişisel hayatı, özel hayatının gizliliğine değer verilmeksizin mahkeme salonunda tartışıldı. Boşanmış bir ailenin çocuğu olduğu gerekçesine dayanıldı, siyasi parti üyeliği sorgulandı. Kadın arkadaşımız, olaydan yıllar sonra, “cinsel şiddet kriz merkezleri”, “cinsel şiddet”, “ensest” hakkında yazdığı makaleler öne sürülerek, kendisinin hâlihazırda rahat bir cinsel hayatı olduğu delil olarak gösterildi. Böyle bir yaklaşım neyi temsil ediyor? İçinde cinsellik olan her şeyin, şiddet ve tecavüz bile olsa meşru bir cinsellik olabileceğini mi?

Tecavüz bir erkeklik suçudur. Bireyin maddi ve manevi bütünlüğüne karşı en büyük insan hak ihlallerinden biridir. Kadınlar yıllarca, evlerinde, ailelerinde tanıdığı erkeklerden ya da sokaklarda tanımadığı erkeklerden cinsel şiddet gördü ve görmeye devam ediyor. Tecavüz savaşlarda, devletlerin savaşı kazanma politikalarının bir parçası oldu, gözaltında taciz ve tecavüz kavramı ortaya çıktı, çünkü kadınlar gözaltında da taciz ve tecavüze uğruyorlar.

Tecavüz suçuna karşı açılan her soruşturma ve davada ise adeta işlenen suçun meşruiyeti devam ediyor, önce kadının inanılırlığı sorgulanıyor, mağdurların cesaretleri kırılırken, failler daha çok cesaretleniyor. Oysa devletin kadını şiddetten “korumakta” pozitif yükümlülüğü yok muydu?

Ceza hukukunun adaleti, önce şikayeti, iddiayı ciddiyetle soruşturmak için gerekli araştırmaları yapmak ile başlar. Özenli bir soruşturma yapılmaksızın başlayan bir süreçte bir de mahkemenin suçla ilgisi olmayan delilleri araştırması, ne mağdurun hak arama hürriyetini sağlar ne de toplumda adalet duygusunu.

Fethiye davasında, savunma hakkını oluşturan davranış ne idi? Sanık avukatlarının müvekkilin maddi ve manevi bütünlüğüne, özel hayatına dair ifadeleri miydi?, Sanık avukatlarının mağdurun vekillerine karşı gösterdikleri agresif davranışları mıydı?, Sanık avukatlarının karar duruşmasından sonra, mağdurun beyanları hakkına “tümü ile yalan”, “hepsini internete vereceğim”, “sivil toplum değil sivil örümcek” şeklinde basına yaptığı konuşmaları mıydı? Yoksa karar duruşmasının hemen sonrasında, bir sanık avukatının mahkemenin penceresinden mağduru desteklemek için, eril yargıya direnmek için orda olan yüzlerce kadına el sallaması mıydı? Hangi savunma hakkı, insan onurunu bu denli zedeleyebilir? Peki mağdur sıfatı ile katılan, bu ceza hukuku muhakemesinin, ceza hukuku adaletinin neresine düşer?

Deniz Bayram

Yorumlara kapalıdır.