Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız Kampanyası’na başlarken, belirlediğimiz hedeflerle bir noktaya geldik; bazı tespitlerimizle birlikte kampanyanın sözünü farklılaştırma ihtiyacı ile kampanyanın yeni yöneliminin ne olacağına dair bir feminist forum düzenledik. Forumda, erkek şiddeti ve kadın cinayetlerinin artışıyla ilgili paylaştığımız fikirlerimizle ilgili henüz ortak bir değerlendirme yapamadık. Kadın cinayetleri gündemleşirken; hükümetin aileyi kurtarma politikasına karşı, kadını esas alan feminist politikanın güncellenmesi ve sözünü farklılaştırma ihtiyacı hâlâ sürerken, kampanyaya dair bazı değerlendirmeleri toparlamaya çalışacağım.
Kadınların erkek şiddetine direnmelerine bağlı olarak, kadın ve erkek arasında süren bir “savaş”ın var olduğu konusunda hemfikiriz.
Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız Kampanyası’yla, kadın cinayetleri gündemleşti ve görünür oldu. Kadınlar, yakınındaki erkeklerinşiddetine karşı mücadele ederken, erkek egemen sistemin cinsiyetçi uygulamalarını (karakol başvurularından, yargı kararlarının işleyişine kadar…), kampanya boyunca açığa çıkarıp, teşhir etmeyi; bir yandan da kamuoyu aracılığı ile etkin önlemlerin alınması için hükümete baskı oluşturmayı hedefledik.
Kampanyanın politik sözü yaygınlaştı, meşrulaştı… Ancak hükümet tarafından hâlâ erkek şiddetine karşı somut bir adım atılmış değil. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in açıkladığı medyatik “önlemlerin” de uygulanabilirliği olmadığından, Şahin, sürekli önerilerini değiştiriyor.
Kadın örgütleri, erkek şiddetiyle mücadeleyi hedefleyen yeni 4320 yasa tasarısı için hükümetle görüşmeleri sürdürüyor. Diğer yandan da hükümetin muhafazakâr aileci politikaları çeşitli kurumlar aracılığıyla uygulanıyor. Belediyelerde evlilik sertifikasıyla, Diyanet’e bağlı aile irşat büroları ve aile danışma merkezleri aracılığı ile geleneksel roller telkin edilerek ve boşanmalar engellenerek, kadınları aile içinde tutmaya çalışan politikalara devam ediliyor. Bu haliyle kadın örgütlerinin hazırladığı yasa taslağı kabul edilse bile, yasaların uygulanması için mücadele edilmesi gereken zorlu bir süreç kadınları bekliyor.
Ev içinde erkeğe bağımlı, çocuk büyütmekten sorumlu tutulan kadınlar, erkeğin baskı, denetleme ve kimliksizleştirme politikasına karşı erkeğin denetiminden çıkmanın koşullarını arıyor.
Uygulanan ekonomik ve sosyal politikalar sonucunda, erkeğin “konumu” sarsılıyor. Geçici ve güvencesiz işlerde çalışıp, evin geçimine “katkı” yapmak zorunda kalan kadına, aile bireylerinin sorumlukları da yüklenmiş durumda. Erkek, kadının artan yükümlüklerini paylaşmak yerine kadını yalnız bırakıyor. Kadınlar, erkeklerin “sarsılan konumunu” kendi üzerilerinde daha çok baskı, şiddet kurarak sürdürmek istemelerine direniyorlar. Kendi ayakları üzerinde durmanın koşullarını zorlayıp, erkeğe katlanmak yerine boşanan, boşanmak isteyen birçok kadın ise öldürülüyor.
Kadınların, çeşitli nedenlerle erkeklere direnişi söz konusu. Kadın cinayetlerinin medyada tartışılmasıyla, kadınlar birtakım haklardan haberdarlar; erkeği şikâyet ederek, yasal ve hukuki haklarını kullanmak istiyorlar.
Yaşamında şiddet olan ve erkeğin baskısından çıkmak isteyen kadınlara feministlerin sözü ulaşıyor. Kadınların evlerde tek tek süren savaşında, kadınların direnişini güçlendirecek, görünür kılacak mücadele örneklerini öne çıkarmak gerekiyor. Çünkü kadın cinayetleri görünür olurken, bir yandan da mağduriyet algısı söz konusu… Medyada ve çeşitli eylemlerde “kanlı kadın görüntüleri”, “erkek şiddetinden kurtulmuş kadın yoktur” başlıklı bildiriler, morarmış kadın yüzleriyle yapılan eylemler nedeniyle, direnen kadınlarda bir mağduriyet algısı oluşuyor. Medyadaki “bir kadın cinayeti daha” haberleri, boşanan kadınların öldürüleceği algısı yaratıyor.
Diğer yandan aileci muhafazakâr politikalar, hukuki süreçleri işletmeyerek, kadınları şiddet karşısında yalnız bırakıyor; boşanmaları engelleyerek, kadınların erkeğe katlanmalarını dayatıyor. Bütün bu baskılara karşı, kadınları cesaretlendirecek örnekleri çoğaltmak, mağduriyet algısını pekiştirmekten uzak, öfkeli ve mücadeleci bir yerden politik sözü kurmamız önemli.
Önümüzdeki süreçte kadınların hukuki mücadelesinde, karakol, savcılık, sığınma evleri gibi başvurularında yasal süreçlerin eksiksiz işlemesi için erkek egemen sistemin uygulamalarını teşhir etmeye devam ederken; mevcut politikalarla sadece yasal düzenlemelerin yetmeyeceğinin farkında olarak, erkek şiddetine karşı direnen kadınları cesaretlendirecek politik sözü kurmamız gerekecek.
Genel siyasi duruma baktığımızda, hükümet medyayı kendine bağlamış durumda. Fatma Şahin ise, şiddet haberlerini bastırmak için adeta tek başına kurtarıcı rolüne soyunmuş, kişisel müdahalesiyle sorunu çözebilirmiş mesajı veriyor. Medyada haliyle Fatma Şahin’in “çözümleri” daha çok yer alırken, geçmiş döneme göre medyada sözümüzün görünür olması zorlaşacak. Bu durumu da dikkate alarak, görünür olmanın, sözümüzü kadınlara ulaştırmanın kanallarını bulmamız gerekiyor.
Fatma Şahin, erkeğe yönelik “medyatik yaptırımların” propagandası ile sözde gözdağı politikaları işe yaramayınca, “zihniyet dönüşümü” diyerek, işin içinden çıkıyor. Sözde gözdağı, son zamanlarda medyada yaygın olarak yer alan kadın ölümleri, şikâyetler olmasına rağmen, serbest bırakılan erkekler tarafından işleniyor. Elbette acil ve öncelikli durumlara göre erkeğe ciddi cezai yaptırımların getirilmesi ve artan boşanmalarla birlikte, kadın örgütlerinin hazırladığı yeni 4320’nin kabul edilmesi ve erkek şiddetine karşı hükümetin, acil bir eylem planı oluşturup, uygulamaya koyması gerekiyor.
Kısa vadeli taleplerimizin yanı sıra, uzun vadede kadınları kocadan, babadan ve yakınlarındaki erkeklerden “bağımsızlaştıracak” sosyal taleplerle, erkek şiddetine karşı direnen kadınları cesaretlendirecek sözü oluşturmalıyız. Kadınları güçlendirecek politikalarla, isyan kampanyasını yaygınlaştırmalıyız.
Sakine Günel