Önce “N.Ç”yi evlatlık alıp, “bizim kızımız” ilan eden, hemen sonrasında 11 yaşında “evlilik dışı” hamile olan çocuğun “17 yaşında” olduğunu açıklayan ve “Ağrı valisini arayıp mahkemenin hızlanması ve doğumdan önce resmi nikahın kıyılmasını isteyen” Fatma Şahin’in, “kadın”ın değil, “aile”nin bakanı olduğunu ne zamandır söylüyoruz.
Ama feminist hareket içinde böyle düşünmeyenlerin; Fatma Şahin’in mevcut hükümette bu bakanlığa getirilebilecek en iyi isim olduğunu, ona bir şans vermek gerektiğini söyleyenlerin sayısı da hiç az değil.
“Kadına yönelik şiddet” konusunda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın adımları/çabaları da, feminist hareketteki bu tartışmayı alevlendirdi. Sanırım Bakan’a ilişkin en büyük tereddüt “hadım” yasa tasarısı ile yaşandı. En nihayetinde erkek şiddetini hormonal bir probleme indirgemek; sorunun kaynağından yani cinsiyetçi / patriyarkal / erkek egemen bir sistemde yaşadığımızdan bihaber olmak demek…
Çok parlak proje olarak sunulan “kelepçe” önerisi de çok farklı değil aslında… Çünkü kadının koruma kararı alıp, adamı olduğu yerlere yaklaştırmama mekanizmasını güçlendirecek tek bir adım atılmıyor… Ne kolluk toplumsal cinsiyet eğitiminden geçiriliyor, ne karakollarda şiddet mağduru kadınların başvurularını karşılayacak özel birimler kuruluyor. Eciş bücüş bir kanun olan 4320 sayılı Kanun’a göre karar verecek olan mahkemelerde de durum çok farklı değil. Üstelik altında Fatma Şahin’in de imzasının olduğu son Kanun değişiklikleri ile hak aramak da çok pahalı bir hale dönüştü. Aynı çatı altında yaşadığı adamdan şiddet gören bir kadının, mahkemeye başvurup koruma kararı çıkartması en az 100-TL’ye yükselmişken, koruma kararı almanın kolay olduğundan söz edilebilir mi? Keza karakol, mahkeme harcı, doktor raporu… tüm bu engellerin aşıldığı durumda da Aile Mahkemesi’nin nasıl karar vereceği bir diğer mesele. Ayşe Yılbaş, Sevim Zarif ve daha nicelerinde; artık aramızda olmayan pek çok örnekte kadınlar onlarca kez savcılıklara, mahkemelere başvurup sonuç alamamış durumda… Eh başvurucu kadın şayet tüm bu aşamaları ve zorlukları aşarsa; “kelepçe” önerisinden yararlanabilecek. Anlaşıldığı üzere Fatma Şahin Bakanlığı meseleyi bütünlüklü ele alıp düzenlemek yerine, medyatik ve popüler çözümleri ortalığa boca ediyor…
4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”un güncellenme, değiştirme dönemi de bu tartışmaların gölgesinde başladı. Ama önemle belirtmek gerekir ki, feminist hareket içinde -yukarıda özetlemeye çalıştığım fikirlerden hangisine yakın olursak olalım- hepimiz bu Kanun’un erkek şiddeti ile mücadelede önemli bir kanun olduğu ve yapılacak her türlü iyileştirme için uğraşmak gerektiği hususunda hemfikirdik. Zaten bu nedenle Bakan’ın çağrısı ile yapılan toplantılara İstanbul Feminist Kolektif/Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası adına da temsilciler katıldı.Ülke genelinde 236 kadın grubunun imzacı olduğu bir alternatif yasa da hazırlandı.
Gelinen aşama ise en hafif ifadesiyle endişe verici. Şimdiye kadar Ankara’ya 3 kez toplantıya gidildi; her seferinde, neredeyse bütünü değiştirilen yasa tasarıları ile karşılaşıldı. Gelinen noktada kaç tane yasa tasarısının olduğunu bilemez hale geldik. Rivayet muhtelif olmakla birlikte galiba 7 tane oldu… Tek problem onlarca yasa tasarısının dolaşıma girmesi değil. Asıl problem bu tasarıların giderek kadınların/kadın gruplarının talep ve önerilerinden uzaklaşması…
Gelinen noktada (yeni bir taslak ortaya çıkıncaya kadar) kabul edilemez bulduğumuz değişikliklerin biri; koruyucu tedbir kararlarına ilişkin yetkinin hangi kuruma verildiğine ilişkin. Son taslakta, kadınlar için koruyucu tedbir kararlarında karar verme yetkisi mahkemelerden alınarak, vali ve kaymakamlara veriliyor. Vali ve kaymakamların yani mülki amirlerin de elbette tüm devlet kurumları gibi kadına yönelik şiddeti önleme yükümlülüğü var.
Ancak bu yetki, olsa olsa can güvenliği sağlanması için gerekli tedbirlerin alınması ve ellerindeki yetki ve fonlar dâhilinde her türlü ayni – nakdi destek hizmetlerinin verilmesinden ibaret olmalı. Aksi halde şiddetin failinin/aleyhinde karar verilecek erkeğin, bölgenin tanınmış eşrafından, en nüfuslu ailesinden, en zenginlerinden vb olması halinde, mülki amirlerin tarafsız ol-a-mayacağı açık.
Kabul edilemez değişikliklerden bir diğeri verilen cezalarla ilgili… Koruma kararlarının ihlali halinde erkeklere verilecek cezalar indirilmiş, üstelik bir daha şiddet uygulamayacağını beyan eden erkeklerin cezasının kaldırılacağı da yasaya eklenmiş durumda. Durum bu denli trajik maalesef…
Kanun’un korumasının sadece “aile” ile evli olanlarla sınırlı kalması da kabul edemeyeceğimiz bir başka madde. Önceki versiyonlarda yer alan “yakın ilişki içinde yasayanlar” ibaresi Başbakanlık tarafından taslaktan çıkarılmış durumda… Oysa resmi nikâh imkânı olmayanlardan, zorla evlendirilmiş kız çocuklarına; aynı çatı altında nikâhsız yaşayanlardan, birlikte oturmadıkları halde bir ilişki içinde olanlara, imam nikâhlı kadınlara kadar şiddet uygulayan erkekle yakın ilişki yaşayan pek çok kadın şiddete maruz kalıyor… Böylece milyonlarca kadın, bu Kanun’un koruma kapsamı dışına çıkacak…
Kuşkusuz yasa tasarılarının havada uçuştuğu, kadın gruplarının her an toplantıya çağrılmasının da, yarın televizyonlarda yasa tasarısının imzaya açıldığı haberini duymasının da mümkün olduğu bu garip zeminde, 236 imza ile sunulan alternatif tasarımızın yasalaşması konusunda kararlı ve ısrarcıyız. Çünkü yine de ve her şeye rağmen bir kez yürürlüğe girdikten sonra onlarca yıl uygulanacak olan bu yasayı önemsiyor, erkek şiddeti ile mücadelede işlevsel bir yasa olarak yürürlüğe girmesini istiyoruz… Ama muhafazakar ve aileyi korumaya and içmiş hükümetle ve kadın değil, aile sever Bakan ile işimiz çok zor…
O. Meriç Eyüboğlu