Demet Bolat
Üzerindeki “psikolojik sorunlar” örtüsünü kaldırıp politikleştirmemiz gereken bir başka mesele olan kadın intiharları, kadın cinayetleri ile doğrudan bağlantılı. Hatta bu yazıda kadın intiharlarının esasen kadın cinayetlerinin bir başka görüngüsü oduğunu iddia edeceğim. Bu konudaki son örneklerden birisi Nazlıgül Daştanoğlu.
Defalarca tekrar ettik, yine söylüyoruz: Bu ülkede günde üç kadın öldürülüyor. Bu sanki bir parça ezber bir söz gibi geliyor kulağa, fakat aslında her gün sanal rakamların değil gerçek kadınların kaybolup giden hayatlarıyla sarsılıyoruz, kadın cinayetlerinin yakıcılığını yaşıyoruz. Çünkü bir kadın boşandığında, erkek sevgilisinden ayrıldığında ya da bir erkeğin birliktelik teklifini kabul etmediğinde neredeyse ezberlenmiş, otomatikleşmiş bir eylem olarak adam tarafından öldürülmesine dehşetle tanık oluyoruz. Reddeden, “yeter” diyen kadını öldürmek farz olmuş, adettenmiş sanki. Tam da bu nedenle her birimiz boşanan ablamız, kız kardeşimiz, annemiz, arkadaşımız ya da kendimiz için elimiz yüreğimizde gezer olduk. Yine de kadın cinayetlerinin, feministlerin mücadeleleri sonucu bilinen ve politik bir gündem olması, taleplerin ve politik sözün oluşturulması açısından çok önemli bir aşama. Zira üzerindeki “psikolojik sorunlar” örtüsünü kaldırıp politikleştirmemiz gereken bir başka mesele olan kadın intiharları da kadın cinayetleri ile doğrudan bağlantılı. Hatta bu yazıda kadın intiharlarının esasen kadın cinayetlerinin bir başka görüngüsü oduğunu iddia edeceğim.
Salih Canova (Kaos GL, sayı 105, 22-23) eşcinsel insanların intiharlarını çok etkileyici bir biçimde ateş çemberine alınan akreplerin kendi kendisini zehirleyerek öldürmek zorunda kalışına benzetmişti. Buna göre uğursuz ve zehirli olduğuna inanılan akrep ateşten çembere alınınca acıya dayanamaz ve intihar eder. Hikaye tanıdık geldi, değil mi? Kadınlar da yaşamlarının her anını sarmalayan patriyarka çemberine, bunun yarattığı acıya dayanamayıp intihar ediyorlar. Bunun son örneklerinden birisi Nazlıgül. Nazlıgül Daştanoğlu 29 yaşında genç bir kadındı ve üstteğmendi. Ordudan atılmasının ertesi günü intihar etti. Habere göre Nazlıgül’ün ordudan atılmasının sebebi “disiplinsizlik ve ahlaksızlık”dı. Tahmin yürütmek zor değil, Nazlıgül kocasından boşanmıştı. Annesinin “Yani kızım evlendi-boşandı ya, dul olunca potansiyel ahlaksız oluyoruz” sözleri durumu açıkça ifade ediyor. Nazlıgül’ün annesine göre ordu ahlak bekçiliğine soyunmuş, kocasından neden boşandığını ve başka bir erkek ile mesajlaşmalarının nedenini sormuştu. Özel yaşamına dair bu kadar pervasız soruşturma kızının grurunu incitmiş, onu intihara sürüklemişti.
Ahlak, namus, aile değerleri gibi söylem ve düşünceler kadınların hayatlarını cehenneme çevirmeye ve çevrelerindeki ateşten çemberi daraltmaya yetiyor. Türkiye toplumunda bütün dönemlerde var olan muhavazakarlık ve dolayısıyla bu tür değerler, özellikle AKP iktidarı döneminde doğrudan devlet, yasa, kanun yoluyla pekiştiriliyor. Örneğin kürtaj çıkarılan bir dizi yasayla pratik olarak yasaklanıyor, kadınları kürtajdan vaz geçirmek için ikna odaları kuruluyor. Ya da çeşitli yollarla evlilik ve dourganlık teşvik edilirken boşanmak zorlaştırılıyor, süreç arabululuculuk yoluyla uzatılıyor. Aslında kültürel/ahlaki değerler üzerinden muğlak olarak var olan kısıtlamalar doğrudan devlet söylemine geçirilerek sabitleniyor, güçleniyor. “Yüce devlet”inin bu kadar “çabasına ve tembihine” rağmen boşanan ya da evlenmeyen kadın ise git gide marjinalleşiyor.
Nazlıgül’ün yaşadıkları ve intiharı münferit bir olay değil. Zira devlet kurumları ve çoğunluğu erkek olan farklı kanaat liderlerince ailenin ne kadar önemli ve kutsal olduğunun altı sık sık çizilirken boşanan kadınların her hareketi dikkatle izlenir oluyor. Yalnızca ailede yaşanılan cinselliğin meşru sayılması kadınların her seçiminin ve pratiğinin “ahlaksızlık” ile suçlanmasını beraberinde getiriyor. Bir kadın boşandığında, “artık başında bir erkek/koca yok” düşüncesi ve güveniyle kadının bütün özel yaşamı didik didik edilebiliyor, rahatça sorguya ve tartışmaya açılabiliyor. Boşanan kadın ikiyüzlü ahlakçılıkla bir yandan cümle erkeklerin ‘sorumluluğuna’ giriyor diğer yandan yine aynı erkeklerin taciz ve saldırısına maruz kalıyor. İşte kadın intiharları çoğu kez bu ateş çemberi içinde gerçekleşiyor. Tam da bu nedenle “intihar” olarak lanse ettirilen kadınların ölümü, esasen bu ateşten çemberin, partiyarka çemberinin işlediği cinayetlerdir.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1108216&CategoryID=77